Yazar: Tuğçe YELİZ

Yıllardan beridir süregelen bir görüş var. Rüyalar semboliktir. Düşler sırasında bilinçaltımız konuşur ve bilinçaltımız oldukça derin konuşmayı sever. Rüyalarımızda gördüğünüz kavramın aslında bize ifade ettiği şey son derece farklı olabilir. Afili Aşk’ın da yayın hayatına başladığı günden bu yana rüyalara çok fazla yer verdiği dikkatimi çekince bu durumun altında yatan bir şeyler olup olmayacağı kurcaladı kafamı.

Freud, rüyaların bireyin bastırılmış duygulardan sıyrılmasıyla ortaya çıktığını düşünmektedir. Yani bir başka deyişle gördüğümüz düşleri ruhumuzda meydana gelen iç çatışmaların birer göstergesi olarak kabul etmiştir. Bu yaklaşım benim Ayşe ve Kerem’le ilgili düşündüklerime en yakın görüş oldu. Ayşe’nin okuma isteğinden tutun da giyeceği kıyafete kadar kısıtlanmasının ardından elde ettiği özgürlük, bilinçaltına bile yansımış olacak ki ilk bölüm ve son bölümde gördüğü rüyalar bile bambaşka boyuttaydı.


İzlediğim sahneler ve yaptığım araştırmalar sonuncunda çok rahat söyleyebilirim ki özgür olma hayalleri kuran Ayşe’den sıyrılıp kendini prenses gibi hisseden Ayşe’ye baktığımda hep arzuladığı, hayalini kurduğu birçok şeyi evcilik oyunuyla gerçekleştirmiş ya da gerçekleştirdiğini düşünmüş ve bastırdığı duyguları gün yüzüne çıkmış. Hâl böyle olunca da bilinçaltı onu ele vermekte gecikmedi tabii. O, Kerem’den ya da annesinden her ne kadar şikâyet ediyormuş gibi dursa da içinde bulunduğu durumdan gayet memnun gibi görünüyor.

Uyanır uyanmaz gördüğü rüyayı sorgulayan Ayşe, kendi içinde olmasını istedikleriyle bunları görmezden gelmek arasında yeni bir ikileme düşecek izlenimi oluşturdu, bende. Bu durumdan çıkardığım başka bir sonuçsa Ayşe’nin Kerem’in varlığına iyiden iyiye alışmış ve onu kabullenmiş olması. İlk andan bu yana görülen rüyaların sonraki bölümlerde gerçekleşmesi, bu sahnenin de yakın zamanda gerçek olabileceğinin bir kanıtı gibi duruyor.


Ayşe cephesinde her şey yolundayken Kerem için işler biraz daha çetrefilli devam ediyor. Daha önce hiç alışık olmadığı bir dünyaya “bodoslama” dalan Kerem, bu yolda zaman zaman tökezlese de başına gelen hadiselerden biraz şans biraz da ustalıkla sıyrılmayı becerebiliyor ama Keremcim yaygın bir atasözü vardır bilmem duydun mu hiç? Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncüde yakalanıverirmiş. Şansını fazla zorlamasan mı acaba? Zira en ufak bir hatanda sizi yem yapacak akbabalar hâlâ etrafınızda.

Tüm bunların yanı sıra yine de mahallede Ayşe’nin ailesiyle oturmuş elma yiyen Kerem’e baktığımda tablonun gözüme hiç yapay gözükmediğini açıkça söyleyebilirim. Her ne kadar şimdilerde bu durumdan pek hazzetmediğini vurgulasa da Kerem, bu mahallenin müdavimi olacak, demedi demeyin. İnsanların ona ilgisi, oranın sıcaklığı, yeni bir dünyayı tanıma isteği inadını bir kenara bıraktığında ağır basacak ve kendini en az  içinde bulunduğu dünyaya olduğu kadar oraya da ait hissedecektir. Kaldı ki Kerem’in ötekileştirmeden uzak, vicdanlı ve sevecen biri olduğu da ortada. Zaten biraz da bu iyimserliği yüzünden kurtarmıyor mu paçayı her defasında?


Evlendiği günden beri öyle ya da böyle “çapkınlık” için attığı her adımda ayakları birbirine dolanıyor Kerem’in. Siz bunu nasıl adlandırırsınız bilmiyorum ama ben buna “evrenin bir işareti” diyorum. Tıpkı Ayşe gibi, Kerem’in de içinde bastırılmış başka bir Kerem’in var olduğunu savunuyorum. Aslına bakarsınız bu evlilik onun içinde yeni bir yüzleşmenin habercisi sayılabilir. Ayşe’ye özgürlüğünü veren unsurlar Kerem’e engel olurken ikili aslında hep olan ama görmezden geldikleri yeni benlikleriyle tanışacak gibi duruyor.

Ne yalan söyleyeyim benim bölümden en çok tat aldığım an, doğum sahnesiydi. Oyunculuklar çok doğal, abartıdan uzak, güldürmek için zorlamadan gayet dozunda bir aks izledik. Bilmiyorum belki de çapkın Kerem’i daha yapay bulduğum için olsa gerek bana eskisinden ziyade bu Kerem’i izlemek daha çok zevk veriyor.

Vicdanı sayesinde gönüllere bir kez daha taht kurup “kahraman” ilan edilen Kerem, bir defa daha kendi çabalarıyla zorluklardan sıyrılmış olsa da ikili için dönüm noktası olarak kabul ettiğim bir sahne daha vardı ki o da bu yolda onun artık yalnız olmadığının göstergesiydi.

Babasına karşı Kerem’i koruyan Ayşe, bu hareketi ileriyi düşünerek yapmamıştı belki ama bundan sonra birbirlerinin arkasında duracaklarının ilk adımıydı bu. Nitekim öyle de oldu. İkisi de durumu kabullenip oyunu devam ettirmek için en azından çevrelerindeki insanlara karşı birbirlerini korumaya, âşık rolü yapmaya başladılar.

Kendi aralarındaki didişmeyi bir kenara bırakıp bir süre de olsa iyi geçinmeyi denediklerinde bu oyunun ikisi içinde işkenceden çok eğlenceye dönüşeceği aşikâr. Böylelikle tehlikelere karşı daha güçlü göğüs gerebilirler. Zira Ceyda, tahmin ettiğimden daha meraklı başlarına çorap örmeye. Kendi ayakları üzerinde durup şirkette çalışan ya da meslek sahibi olan kadınlara neden kötü karakter muamelesi yapılır bir türlü anlayamıyorum ama Ceyda bayağı dişli bir rakip olmuş. Öyle ki kendi çıkarları doğrultusunda hem Ayşe’yi zan altında bırakabiliyor hem de gözünü dahi kırpmadan suçsuz olduğunu bildiği birini tehditler savurarak işinden edebiliyor. Tam bu noktada hiç ummadığım bir şekilde Berk’e hak verdiğimi fark ettim bu bölümde. Berk “Ben Ayşeyi seviyorum ve onun mutlu olması için elimden geleni yapacağım. Gerçek sevgi bunu gerektirir.” derken Ceyda tam tersini savunuyordu ancak Ceyda’ya söyleyebileceğim tek şey, yaptığı savunmanın gerçek aşkın değil “hastalıklı” bir durumun göstergesi olduğudur. Görünen o ki Ceyda iş hayatında duyduğu hırsı, ikili ilişkilerinde de kullanmayı alışkanlık haline getirmiş, istediği şeyi elde etmek için yapacaklarının sınırı olmayan, hiç de basite indirgenemeyecek kuvvetli bir tehlike. Şimdi aynı safı tuttuğunu sandığı Berk, yok artık yanında ama Gonca’nın onunla aynı tarafa geçeceğini hâlâ iddia ediyorum. Modamu’ya girmek için kadınlığını kullanan Gonca, Samet faktöründen de eli boş olarak geri dönecek ve şirkete girme arzusu onu Ceyda’ya itecektir. Durum böyle olunca Ayşe ve Kerem’in daha da dikkatli olmasını gerektirecek günler yakındır.


Ayşe’yi de Kerem’i de yeni bir sınav kapısında bıraktık bu bölüm. İçlerine düştükleri durumdan bu kez nasıl kurtulacaklar şimdilik muamma ama başlarına örülen her çorapta birbirleriyle biraz daha iyi geçinmeyi öğrenecekleri aşikâr.

İyisiyle kötüsüyle bir haftayı daha geride bıraktık. Burada sözlerime son verirken geçen haftaya nazaran rahatsız edici vurguların azaldığını, tutumun biraz olsun değiştiğini görmenin de dikkatimden kaçmadığını belirtmek isterim. Afili Aşk böyle çok daha güzel.

Yazan, çeken, oynayan herkesin emeklerine sağlık. Haftaya önce TV karşısında daha sonra dizisin.com ‘da görüşmek dileğiyle. Sevgilerimle.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.