Yazar: Irmak TERCANER

Geçen haftanın finalini, kızına yapılanların hesabını sormak için soluğu Özlem’in kapısında alan Alev ile bitirmiştik. Yeni bölüm, yüksek doz heyecan içerdiğinden midir nedir, ilk sahneyi gözlerim yuvalarından çıkarmışçasına pür dikkat izledim. Haftalar boyunca öfkelerinin kurbanı olmuş ve en büyük zararı yine yalnızca kendilerine vermiş bu iki kadının hesaplaşması, uzun zamandır beklediğim sahnelerin başında geliyordu.

Bu noktada içtenlikle söyleyebileceğim tek şey, beklediğimi bulduğumdur hem de ne bulmak… Alev, Zeynep’in başına gelen olayın azmettiricisi olduğunu öğrendiği Özlem’in kapısına dayandığında aklımda tek bir soru vardı: Alev’in yerinde ben olsaydım ne yapardım? Şüphesiz ki dizinin başladığı ilk günden bu yana taban tabana zıt olduğumu her fırsatta yüksek sesle haykırdığım bir insanın gittiği yol, benim pusulam olamazdı ancak yine de ilginç bir şekilde ona hak veriyordum. Alev’in tepkisi, anne olan her kadının hatta daha da genele inersek insan olan her canlının verebileceği bir tepkiydi çünkü her insanın, hayatta kırmızı çizgileri vardır. Alev’in kırmızı çizgisinin Zeynep’in ta kendisi olduğunu düşündüğüm bir noktada tuhaf olan şey, bu denli sert bir tepkiyi vermemesi olurdu. Hapishane yıllarından beri kendisine yol arkadaşı edindiği o sertliğiyle Alev, Özlem’e öyle bir gözdağı verdi ki bu durum, en azından bölüm sonuna kadar Özlem’i bir miktar olsun durdurabildi.

Ağlama Anne dizisinin şüphesiz ki en sevdiğim özelliği, işlediği konuları tadında ve zamanında çözümlemesidir. Dizi, başladığı ilk bölümden, bugüne olay örgüsü olarak vaat ettiği hiçbir problemi gereksiz bir şekilde uzatmıyor ve aksine kısa zaman zarfında çözüp ortaya yeni olaylar zinciri atıyordu. Adnan’ın bir kızı olduğunun Özlem tarafından öğrenilmesinden tutun da bu bölüm; Adnan’ın, Zeynep’in başına gelenlerin sorumlusunun Özlem olduğunu öğrenmesine kadar hızlıca akan bir zincirden bahsediyorum. Her şeyin sorumlusunun Özlem olduğunu öğrenen Adnan, ne yapacağını bilemez haldeyken bu bilinmezlikte pek de yalnız değildi. Hem Alev hem de Damla, Zeynep’in başına gelenler karşısında belki de ilk kez kendilerini, en ince detayına kadar sorgulamaya başlamışlardı. Alev, Damla’nın ithamlarının altında ezilirken Damla da Adnan ile olan yakınlığının Zeynep’e verdiği zararı sorguluyordu.

Alev ve Damla, aynı kız çocuğuna gönül veren iki kadın, iki anne, iki farklı benlik ama her şeyden önemlisi iki kız kardeşti. Evet, dizi odağa on sekiz yaşında bir genç kızı bunun tam merkezine de o kızı doğuran ve büyüten iki kadının çatışmasını yerleştirmişti ama hepsi bu kadar değildi. Ağlama Anne’nin başladığı ilk günden beri kimsenin kolayına farkına varmadığı, kendini her daim hissettiren bir alt metni vardı: İki kız kardeşin hikâyesi.

Eğer dizi ilk günden beri bizlere, birbirinden tamamen farklı olan ve tek ortak noktaları Zeynep olan iki kadının savaşını izletmeyi vaat etmiş olsaydı zor da olsa bunu anlardım. Dahası böyle bir durumda, hikâyeye inancımı sürdürdüğüm son ana kadar yoluma devam ederdim ancak ortada hepsinden çok daha farklı bir sorun vardı. Benim karşımda, birbirleriyle kıyasıya bir savaş içinde olsalar bile en zor anda kardeş olduklarını hatırlayan ve eylemlerini bu gerçeğe göre şekillendiren iki kadın vardı. Hadi, geçmişin tozlu raflarını bir aralayalım ve bilgilerimizi derin bir süzgeçten geçirelim. Damla, hayattaki en büyük korkusunu yaşamak pahasına sırf Alev’i kurtarmak için bir an bile tereddüt etmeden her şeyi Adnan’a itiraf etti mi? Evet, kesinlikle etti. Peki, bunu neden yaptı? Bir insan, bir şeyi yapmaya karar verdiği bir noktada onun, yine en çok kendisine zarar vereceğini bile bile neden devam eder? Cevap çok net: Alev, Damla’ya ne yapmış olursa olsun, günün sonunda yine onun biricik kız kardeşi de ondan. Bir insanın, düşmanlarıyla savaşması elbette meşakkatli bir süreçtir ama ya kardeşiyle savaşması? Bu, tam bir kördüğümdür. Bu noktada itiraf etmeliyim ki ben, bu kördüğümü en başından beri seviyorum hem de ne sevmek… Ben, aralarında her ne yaşanırsa yaşansın yine birbirlerine ihtiyaç duyan, birbirleri olmadan eksik kalan ve şimdilik cılız bir şekilde bile olsa alttan alta birbirlerine o derin sevgiyi hissettiren bu iki kardeşe sonuna kadar inanıyorum. Necmiye Hanım’ın da bu bölüm söylediği gibi onları, bir gün yeniden aynı safta görmenin umuduyla bekliyorum. Zira bu dediğimin gerçek olduğu gün, Zeynep’i hem kendilerinden hem de başkalarından korumayı başardıkları yegâne an olacaktır.

Alev, dizinin başladığı ilk günden beri şüphesiz ki en çok eleştirdiğim karakterlerden biriydi.

Kalbim, onun anneliğini ve bu uğurda yaptıklarını bir yere kadar anlasa bile aklım, onu her daim çok sert eleştirmişti. Anne olduğunu haykıran bir kadının kızının hayatını mahvetmek pahasına bütün gerçekleri bir anda söyleme isteği, benim nezdimde bencillik dışında bir ad alamadı hiçbir zaman. İşte tam da bu yüzdendir ki Alev’in bir değişim süreci geçirmesini ve bu sürecin sonunda onunla aynı ufka bakabilmeyi her zaman bütün içtenliğimle istedim. Uzunca süren bir bekleyişin sonunda en nihayet bu hafta Alev, gerçeklerin ağırlığı altında ezilmeye ve kendisini ilk kez sorgulamaya başladı. Alev’in bu denli ciddi bir şekilde kendini sorgulamaya başladığı o an aklımda tek bir şey belirdi: Platon’un ‘’Mağara Alegorisi’’. Alegoriye göre bazı insanlar karanlık bir mağaraya arkaları dönük bir biçimde zincirlenmişlerdir ve başlarını sağa sola çeviremezler. Bu noktada yapabildikleri tek şey, yanan ateş sayesinde mağaranın önünden geçenleri bir yansıma olarak görmektir. Bu; içinde mağarayı, gölgeleri ve zincirleri barındıran derin bir alegoridir. Her insanın hayatta bir mağara alegorisine sahip olduğu noktasından yola çıkarak ben, Alev’in belki de ilk kez o mağarayı terk ettiğine inanıyorum. Neden mi? Alev, dizi başladığı ilk günden beri sadece kendi yaşadıklarını düşündü. Bir tek onun acıları, onun hayatı ve onun mahvolan bir dünyası vardı. Yani Alev, Platon’un mağara alegorisine göre kendi kendine inandığı zincirlerin gölgesinde yaşadı her daim. O, adına toplum denilen, baskının en temel işleyiş olduğu o mağarada kızına yaklaşmanın sadece kendi hakkı olduğuna inandığı bir düşünce zincirinin içinde hapsolmuştu ta ki bugüne kadar.

Platon’un mağara alegorisi der ki: “Hayatta, her birimiz görmek istediklerimize ve hatta dahası yalnızca işimize gelenlere inanırız. Oysa bir bilsek o mağaradan, o kalıplaşmış zincirlerden ve gölgelerden kendimizi soyutlayabildiğimiz ilk an, görünenin arkasındaki asıl gerçekliği keşfedeceğimiz tek an olacaktır.” Alev, bu bölüm işte tam da bu gerçekliği fark etti. O, kızına umut olmayı isterken aslında ona en büyük kambur olduğunu ve dahası ona delicesine kavuşmayı istediği her an, aslında en büyük bencilliği yaptığını fark etti. Bu farkındalığın bir getirisi olarak da Alev, kendini hapsettiği o mağaradan çıkardı ve bana sorarsanız asıl özgürlüğü de şimdi başladı.

Evet, Alev, bu farkındalığın bir getirisi olarak asla yapmam dediği şey olan gitmeye karar verdi ancak şunu biliyorum ki onun gitmesi söz konusu bile olamaz. İnandığımız ya da inanmayı çok istediğimiz şeylerin körü körüne bağlandıklarımız olduğunu anladığımız ilk an, her birimiz gitmek isteriz. Bu noktada gitmek, ilk an buhranıyla başvurduğumuz bir kaçış yoludur aslında. İnsan o buhranı atlattığı an, savaşmak için bir nedeni olduğunu görür ve düştüğü yerden doğrularak inadına yaşamına devam eder. Tıpkı Alev’in de yapması gerektiği gibi. Alev, alenen kaybetmiş gibi göründüğü bu savaşta bence, kendi galibiyetin önüne açacak en büyük farkındalığı kazandı. Kendi bencilliklerini bir kenara koyup kızının mutluluğu için didinmesi gerektiğini anladı ve bu, bence onu Zeynep’e bir adım daha yaklaştırdı. Bundan sonraki bölümler için söyleyebileceğim tek şey, Alev’in geçireceği olumlu değişime kapı komşusu olacağımızdır.

Ağlama Anne‘i bu hafta, bölümün başına da damga vuran Özlem’in yeniden sahneye çıkmasıyla sonlandırdık. Alev ve Damla karşısında şimdilik bir sayı öne geçen Özlem, durdu durdu haftalardır yapmasından korktuğum şeyi, en can alıcı zamanda yaptı. Özlem’in hastalıklı ifadelerine karşın Adnan’ın tüm içtenliğiyle itiraf ettiği gerçekler Fırıncıoğlu ailesinin gündemine bomba gibi düştü düşmesine de asıl önemlisi Zeynep, babasının Adnan olduğunu öğrendi.

Bundan sonra ne olur, Zeynep bu duruma nasıl tepki verir, Alev ve Damla ne yapar bunların hiçbirini bilemiyorum ancak emin olduğum tek şey var: Çarşı pazar karışır hem de ne karışmak. Aklımda soru işaretleri ve kalbimde yeni bölüme duyduğum merakla noktalıyorum yazımı.

Herkesin emeğine sağlık.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.