YAZAR: Şeyma BULUT

Bu hayatta en sevdiğim eylem düşünmek. Bazen oturup tek bir kelime üzerinde saatlerce düşünürüm.  Son zamanlarda da belli duygu ve durumlar üzerine fazlasıyla düşünüyorum. Özellikle de aşk, sevgi ve fedakârlık gibi kavramları anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyorum, bilhassa da fedakârlığı. Bu kavramın çok yanlış yorumlandığını düşünüyorum. “Ben şunun için çok fedakârlık yaptım!” sözünü her duyduğumda hep bir soru belirir zihnimde: Sen yaptın da o istedi mi acaba? Bence asıl mesele burada başlıyor. Çok önemli bir ayrıntı gözden kaçırılıyor sanki. Benim bir arkadaşım vardı çevresindeki insanlar zarar görmesinler, tüm sorunlar çözülsün diye onlar adına sürekli inisiyatif alıp kendince doğru olanı tespit edip o şekilde hareket ederdi ve en sonunda ne oldu biliyor musunuz? Korumaya çalıştığı, hatta kendinden bile vazgeçtiği kız kardeşinin aylarca terapi görmesine sebep oldu çünkü aslında o kız böyle bir fedakârlıktansa kardeşinin yanında olmasını istiyordu, bu kadar basit. Bu anlattığım hikâye size tanıdık geldi mi? Nare işte tam olarak bunu yapıyor. Sürekli Sancar’ı kurtarmak için adımlar atıyor, kendinden ödün verip tabir-i caizse kendini yakarak sorunlara çözüm üretirken diğer yanda Sancar’a ne yaptığını hâlâ göremiyor.

Geçtiğimiz haftaki yazımda Nare’nin sevdiği adamı hiç anlamadığını söylemiştim ve bu konuda ısrarcıyım. Bu hafta, bir şeyin daha farkına vardım: Sancar’ı anlamamayı bir yana bırakın geçmişinden de ders çıkarmayı bırakmış vaziyette.

Nare, baba sevgisi görmeden büyümüş, içinde büyük eksiklikleri olan bir kadın. Belli etmemek için mücadele etse de aslında tüm bu umutsuzluğunun sebebi de o içinde bir türlü dolduramadığı boşluk. Benim gibi kız evlat olanlar beni iyi anlayacaklardır. Bir kız çocuğunun ilk aşkıdır babası, güvendiği ve her daim güvenmesi gereken tek erkektir bence. Yaslandığımız dağdır ya, var mı daha ötesi? Nare’de bu duygu hiç olmamış. Sevmek, güvenmek çok yabancı ona. Büyüyünce o sevgi boşluğunu âşık olduğu insanla doldurmak istedi, ehh bunda da çok başarılı olamadı ama hayat bu, bazen hiç beklemediğimiz zamanlarda bir mucize gerçekleşiverir. Nare’nin de mucizesi gerçekleşti ve sevdiği adamla en azından yan yana durabilmenin bir yolunu buldu. Şimdi bu şekilde büyüyen bir kadın, sevgilisiyle ilk kez yan yana olunca, gerekirse onun için kendinden bile vazgeçer.  Karşısındaki bunu ister mi, istemez mi düşünmez bile. Nare de düşünmedi çünkü tek odaklı. Sancar cezaevinden çıkacak, kızıyla mutlu, mesut yaşayacaklar noktasına o kadar takıldı ki attığı adımların âşık olduğu adama neler yapabileceğini öngöremedi bile. Bu yüzden de herkesin hayatını cehenneme çevirecek o kararı aldı ve Gediz’le nikâh masasına oturdu. Nare, Sancar için kendini feda etti! O cezaevinden çıksın, kızıyla mutlulukla yaşasın diye Güven’in tüm şantajlarına boyun eğerek sevgilisinden ayrıldı ve böylelikle kendini de sonu gelmez bir mutsuzluğa hapsetmiş oldu.

Nare bu adımları atarken de tek bir cümleyle Sancar’ın içindeki tüm umudunu da ondan söktü aldı. “Biz birbirimize iyi gelmiyoruz, benden bu kadar!” dediğinde Sancar’ın gözlerinde hem korku hem de hayal kırıklığı vardı. Nasıl olmasın ki ömründe ilk kez nefes almaya başlamıştı Sancar. Kızıyla, onun annesiyle düşe kalka da olsa en azından bir gün yeniden bir arada olabileceklerine dair umudu vardı. “Gecenin sırtına binip gelin geleceğim!” diyen Nare’ye o kadar inanıyordu ki o ihtimale sarılıp devam ediyordu hayatına. Şimdi artık tüm umutları ondan alındı ve altında yatan sebep de şu: Sancar hayatta kalsın, kızıyla mutlu olsun. Hayatının her anını şüphenin cehenneminde geçiren, ömründe ilk kez sorgusuzca inanmayı seçen insanı yalnız bırakıp üstüne bir de en yakın arkadaşıyla evlenmenin ona asla iyi gelemeyeceğini göremedi . Geçtiğimiz hafta Sancar’ı seviyor ama anlamıyor demiştim ya işte, tam da o noktadayız. Zaten ömrünce ondan saklanan sırlar, başkalarının onlar adına attığı adımlar ikisini bu noktaya getirdi. Sancar’ın inanmaması başta sorundu ama hatasını görüp Nare’nin peşinden Karadağ’a giden de oydu. Akın’ın oynadığı oyun, onun yaşama sevincini elinden alırken şimdi de onun için yapılan bir evlilik oyunu onu bir mezardan çıkarıp diğerine gömmekle eş değer benim gözümde. Ne yazık ki başka bir yorum yapamıyorum bu duruma.

Ah Sancar, ah! Herkesin kıymetlisi, sevdiği insan! Çevresindeki herkes onun için bir şeyler yapıyor ancak zinhar kimse ona fikrini sormuyor. Annesi, Kavruk, sevgilisi hep onun için bir şeyleri feda ediyorlar, bunu da onun mutluluğu adına yapıyorlar. Bir kişi de çıkıp “Sen ne istiyorsun be adam?” diye sormuyor. Halbuki onun tek istediği, sevdiklerinin yanında olması, o kadar. Şimdi içinde bulundukları durumda bazı riskli kararlar alınması gerekirdi ama bunu sırlarla yapılması da çok gerekli değildi diye düşünüyorum. Güven’in başlarına ördüğü çoraptan bir şekilde bahsedebilirler, bu oyunu hep birlikte kurabilirlerdi. Eğer o işin ardından sonradan bir şey çıkmazsa Sancar’ın konağında, evinde mutluca yaşayıp olup bitene asla bir reaksiyon göstermeyeceğini kimse düşünmüyordur sanırım. Hele de ihanet konusunda bu kadar hassas olan bir adamın evinde öylece oturacağını düşünmek, fazla pozitif bir yaklaşım olacaktır. En azından Nare’yi tanıyordur diye şüphelenmesi beklenebilir ama aksi olursa da asla suçlayamam. Böyle bir durumla kim karşılaşsa darmadağın olur, hele de Sancar gibi sevdiği kadını kendisinden bile kıskanan bir insanın o şokla bunları düşünebileceğine pek ihtimal vermiyorum. Onun penceresinden olay gayet net: Kendisine iyi gelmediğini gören sevgilisinin Gediz’i tercih ettiğini düşünecektir. Sancar’ı çekip vursalar daha az canı yanardı. Geçmişte de ne yaptıysa ihanete uğradığını düşündüğü için yaptığını dikkate alırsak şimdi de sevdiği kadının en yakın arkadaşıyla evlendiğini ve kendisine ihanet ettiğini görecek, işte bu kadar.

Ben fedakâr insanlara saygı duyarım ancak geçmişte bilinmeyenlerin başlarına açtığı dertler ortadayken yeniden bir başka sırrın ardına saklanıp bir insanı fikrini bile sormadan onun hayatı için kararlar alarak korunmaya çalışılmasını doğru bulmuyorum. Bu noktadan sonra yeniden karanlıklara hapsolan Sancar, korkarım ki çok daha büyük adımlar atmaya da meyilli olacaktır. Eee görünen köy bu kadar ortadayken kılavuz aramanın kime ne faydası olacak ki?

Sefirin Kızı’nda işler bu hafta oldukça fazla karıştı, benim de mantığımın sınırları epey zorlandı. Özellikle de Gediz hususunda.

Gediz Işıklı! Bu hikâyede beni her daim şaşırtan olmayı başarıyor ancak bu kadarını ben de beklemiyordum. Bildiğiniz gibi Gediz uzun süredir çevresindeki herkesle harp halindeydi ve bu savaşa bir de kurban verdi: Sahra! Onun ölümü, onu koruyamaması hâliyle çok etkiledi Gediz’i. Böyle bir olay herkesi etkiler de karakterini bile değiştireceğini düşünmezdim. Gediz ki istekleri uğruna ablasını kaçıran adamla bile anlaşma masasına oturacak soğukkanlılığa sahip bir insandı. Sahra’ya verdiği değer(?) onu paramparça etmiş olacak ki hiçbir durumda düşmanına teslim olmayan adam “KABUL EDELİM, KAYBETTİK!” deyiverdi. Hem de hiç mücadele etmeden. Açıkçası benim tanıdığım Gediz Ağa bu değildi. O mücadele eder, stratejik bir adamdır, A planı işe yaramazsa alfabenin tüm harfleriyle yeni planlar kurabilecek kadar da zeki biridir ama dediğim gibi, insanlar değişiyor sanırım. Akıllıyken aptal, nefret doluyken sevgi dolu olup çevresinde asla güvenmediğin insanların iplerini gevşetmezken birden hepsini boşverebiliyormuş. Gediz, yıldırım aşkına tutulmuş olacak ki yaşadıkları karakterini tamamen değiştirdi. Allah’tan sekiz sene önce tanışmamış Sahra’yla. Yoksa mal mülk falan da yalan olurdu.

Hele hele Güven Çelebi gibi, her defasında ayağının altında ezdiği adamın önünde eğilecek kadar da çaresiz olabiliyormuş. Halbuki o, Gediz Işıklı! Tüm halkın saygı duyduğu bir aileden gelen bir ağa. Yani ev sahibi olup da misafir takıma bu kadar fazla açık veren futbol takımı antrenörü gibi gezmesini ben pek anlayamadım. İnsanlar değişir diyebilirsiniz ama her şeyiyle de değişmez arkadaş! Umarım tüm bunların ardında hâlâ bizim bilmediğimiz bir oyun kuruyordur da ben de dediklerimi tek tek yutarım. Yoksa süper kahraman filmlerindeki gibi tek bir olayla, tepeden tırnağa değişimi kabul etmem mümkün değil. Hani onu ve ailesini derinden etkileyecek bir olay olsa tamam da Kahraman örneği önümüzde dururken benim mantığım bu yeni Gediz’i pek algılamadı açıkçası, kusura bakmayın.

Hadi kabul edeyim, Gediz üst üste bir ton olay yaşadı bu sebeple de olduğu gibi davranamıyor diyeyim peki ya Kahraman? O da mı çok seviyordu Sahra’yı? Yani arkadaşlar, Kahraman Boz’dan bahsediyoruz burada. En yakın adamlarını bile başkalarına takip ettirip onları avucunun içinde tutan bir kontrol manyağından. Nasıl oldu da Güven Çelebi bu kadar planı kurarken burnunun dibindeki olayları göremedi. Daha geçen haftaya kadar bu savaşın kazananıyken birden kaybedenlerinden oldu. “Ne kaybetmesi, Güven onu ortak seçti!” diyebilirsiniz ama ortağının arkasından daha iş kurulmadan bu kadar dümen çeviren biri daha da güçlenince Kahraman’ı da devre dışı bırakmak istemez mi? Üstelik benim aklımı karıştıran bir şey daha var. Şimdi, tam 34 hafta izledim ben Güven’i. Kendisi epey korkak, çıkarcı ve kişisel zevklerini her şeyin önünde tutan bir adamdı. Daha kendi başındaki bir belayı bile kendi başına atlatabildiğini görmedim. Şimdi böylesine bir adam nasıl oldu da Sancar, Gediz ve Kahraman’ı bir anda avucunun içine alabildi? Tüm bunları da büyükelçi olarak bütün imkânları varken değil de şimdi yapabildi. Vallahi içindeki cevheri görememişim ben. Oldukça zeki ve planlı bir insanmış. Siz özürlerimi iletirsiniz.

Yazımı bitirmeden önce Yahya Efeoğlu’na da değinmek istiyorum. Ben aslında pek kızamıyorum ona. Yaptıklarının affedilir yanı olmasa da ben onun kendini kabul ettirmek için çırpındığını düşünüyorum. Düşünsenize hep abisinin gölgesinde kalmış bir çocuk o. Ailenin orta direği. Karısıyla evliliği bile aşk için değil; Elvan’ın Halise’ye duyduğu hayranlıktan dolayı onunla evlendiğini öğrenmiş biri. Elbette bu, aldatmasını ve yaptığı hataları silmez ama onu da anlamak lazım diye düşünüyorum. Dudu’ya da bence âşık değil sadece onun kendisini kabul ettiğini düşünüyor ve kızın asıl amacının ne olduğunu bile göremiyor. Ancak Sancar’ın başına gelenlerin ardından kendince ailesinin yanında olmaya çalışması, kızgınlığını bile unutup oradan oraya koşturması beni biraz etkiledi. Yaptıklarını hâlâ affedemesem de bir ikinci şansa ihtiyacı olduğunu da düşünmeden edemiyorum. Dudu’nun gerçek yüzünü de hafiften görmeye başladığını düşünecek olursak, kim bilir? Belki onun için de biraz umut vardır.

Sefirin Kızı’nda yeni bir dönem başladı. Yeni senaristlerle farklı bir bölüm izledik. Ben oldukça yadırgadım açıkçası. Bazı karakterlerin yaptıklarına akıl sır erdiremesem de bu destana inanarak yola çıkmıştık, ilk bölümün kusuru olmaz diyorum ve yazıma burada son veriyorum.

Tüm ekibin emeklerine sağlık. Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle ve sağlıkla kalın.

Unutmadan, bir de mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.