Yazar: Sinem ÖZCAN

Çok muhabbet, tez ayrılık getirir, diye boşuna dememişler. Öyle hızlı, öyle coşkulu ve öyle heyecanlı daldı ki Ezgi ve Özgür aşka, daha ne olduklarını anlamadan, esen bir sert rüzgâr ikisini de ayrı ayrı köşelere atıverdi. Aşkın kendisi başlı başına kontrolsüz bir duygu zaten; ondandır elektrikle özdeşleştirilmesi, ondandır çarpar, denmesi. Onu da yalıtıp öyle yaşamak lazım ki yakıp kavurmasın ama yalıtmayı akıl edebilmek için de bir defa olsun çarpılmak şart. Evet, çarpıldılar işte! Kim ne kadar yanacak, kimde ne hasar kalacak, kimin var olan yanıkları yeniden tütecek göreceğiz; göreceğiz de bu süreç zaman alacak ve ne yazık ki yanık acısı da doğru merhemi sürene dek artarak devam edecek.

Oysa ne güzel başlamıştı her şey. Ezgi de Özgür de kalplerinin sesini her şeye ve herkese rağmen dinlemişler ve annelerinin çığrından çıkmış olmasına rağmen suç ortaklığını “gerçek bir ortaklığa” çevirmişlerdi. Kadınların bırak doğum gününü adını zor hatırlayan Özgür “Yapana değil yaptırana bak!” dese de sürpriz doğum günü organize etmeye kalkışmıştı. Annesinin giderek artan baskına karşın Ezgi, Özgür’ün yanında olmanın yollarını arar olmuştu amaaaaaa “gelmekte olan, Özgür’ün yumruğu gibi gelip ikisinin de yüreğinde patladı.  Şimdi ortalık toz duman… Şoku atlatıp da hasar tespiti yaptıklarında asıl enkazla yüzleşeceğiz.

Ezgi’nin doğum gününün bir kriz çıkaracağı en baştan belliydi, aslında. Serdar’ın hırsından da Nevin’in ganimet bulmuş gibi ona sarılmasından da o işten hayır çıkmayacağı ortadaydı. Bilenler bilir, annelerin husumeti başladığından beri ben hep Nevin’den yana oldum. Onu kızını korumaya çalışan dobra bir kadın olarak gördüm ve buna saygı duydum ama bu hafta, maalesef annelerde seviye yerlerdeydi ve açıkçası Nevin’in de hedefinden saptığını düşünüyorum. Kızını koruyan anne gitti, Sevim’e had bildirmeye çalışan, egosu tavan yapmış bir kadın geldi. Çizgisinden bütünüyle kaydı ve ben ona inancımı tamamen kaybettim. Aslında düşününce Sevim’in de Nevin’in de çocuklarını hiç tanımadıklarını görüyorum.

Özgür çok keskin hatlarla kendini defalarca ortaya koyduğu hâlde Sevim ısrarla onu saf, kandırılabilir adam zannediyor. Nevin de kızının kim olduğunun ve ne istediğinin hiç farkında değil, kendi istedikleriyle kızının mutlu olacağı fikrinde. Oysa Nevin; Ezgi’nin babasından ayrılıp kendi hayatını yaşamış, Ünal’la bir aşk evliliği yapmış ve mutluluğunu da yaşadığı aşka borçlu. Açıkçası ben bu kadından klasik “Benim kızımı ne doktorlar ne mühendisler istiyor ama…” avamlığı beklemezdim. Onu da geçtim, kendi kızını gerçekten tanıyan bir anne onun yaptığı hataların altındaki duygusallığı da anlardı ve ona “gerçekten” iyi gelecek adamı da gözünden tanırdı. Bir yanda bütün doğallığı ve içtenliğiyle kendisinden özür dileyen bir Özgür varken kızına şatafatlı bir parti hazırlayan Serdar’ın sahteliğine kanmaz, dahası kızının bu yaldız ve gösterişten etkilenmeyeceğini de adı gibi bilirdi. Fıtnat’ın zırvalıklarıyla yollara düşüp kendini saçma sapan bir duruma sokan Sevim neyse aval aval Serdar’ın suratına bakan Nevin de o, benim gözümde.

Öte yandan Nevin’in bu kadar zıvanadan çıkmasında Ezgi’nin de payını görmek gerek. Onun öz güven probleminden kaynaklanan, insanlara asla “Hayır!” diyememe sorunu var. Sadece annesi değil etrafındaki herkes gayet özgürce onun hayatına müdahale hakkını kendinde görüyor; ona kendi doğrularını dayatma cesareti buluyor ve bunu onun iyiliği için yaptıklarını düşünüyorlar. Ezgi çevresindekileri o kadar kırmak istemiyor ki hep bir toparlama, hep bir idare etme derdinde ama hayır demeyi dahası, hayatının iplerini eline almayı öğrenmek zorunda. İçimde bir yerler, şimdi Özgür’den aldığı bu ağır darbeyle iyice parça parça olup dağılan öz güveninin, bir şok etkisiyle toparlanıp “Eee, bi’ çekilin tepemden!” diyeceğine inanmak istiyor.

Ekran başında olup biteni izleyen bizler için Özgür’le empati yapmak çok kolay ama yaşanan hiçbir şeyin farkında olmayan Ezgi’den bunu beklemek imkânsız. O, en sağlam yerinden vuruldu: Güveninden. Baştan beri Özgür’e hep çok güvendi, Ezgi. Ailesine ve arkadaşlarına hiç karşı çıkamayan kadın, konu Özgür olunca bildiğini okudu çünkü yüreği ona “doğru”nun Özgür olduğunu bağıra bağıra söyledi. Ona mentor olarak da arkadaş olarak da sevgili olarak da çok güvendi. Oysa şimdi, bir gece önce “Bana takriben ne zaman âşık olursun?” diyen adamın “Bizim aramızdaki aşk değil!” deyişine tanık oldu. Bunu anlaması da onu temize çıkaracak bir sebep uydurması da tolere etmesi de mümkün değil.

Ezgi, aşkı çok doğal, tutkulu ve coşkulu yaşıyor; Özgür, daha önce görmediğimiz bir moda girdi ve onun coşkusuna ortak oldu, adeta Ezgileşti. Onun dümen suyunda aşkı yaşamaya başladı. Duygular karşılıklı olarak açığa çıktıktan sonra Özgür’ün ruhunun taşmaya başladığını gördük. İçindeki çocuğu serbest bıraktı, Ezgi’ye çocukça şirinlikler yaptı ve daha çok konuşmaya başladı ama asla ilk hamle ondan gelmiyor. Yaklaşıyor, yakınlaşıyor, kur yapıyor, kokluyor ama sonuçta adımı atan, konuşan, öpen hep Ezgi oluyor. Sanki her seferinde bir kez daha, bir kez daha Ezgi’nin hislerinden emin olmak ister gibi bir adım geride durmayı yeğliyordu, Özgür.  Taaa ki en sonunda teklifsiz onu öptüğü ana kadar. O andan itibaren artık sadece Ezgi’ye değil aşka da koşulsuz teslim olmuştu ama çok uzun zamandır onun duvarları tehlikenin ayak sesini duyduğu anda otomatik olarak yükseliyor.

Özgür, Serdar’la yemeğe çıkma yalanını yakaladığında dümdüz sormuştu, Ezgi’ye ama bu defa “Ne oluyor?” diye sormadı ve kendi kendine hüküm verip içine kaçmayı seçti. İlk bakışta bu, Özgür adına bir çelişki ancak bana sorarsanız, bir vakitler içindeki Ezgi’yi kafese kapatmasına neden olan bir şeyler tetiklendi içinde ve Ezgi’yi ilk kez kategorize etti. Üstelik yükselip olaya baktığımda Serdar’ın ona “Sen yanlışsın, yetersizsin” demesi normalde Özgür’ün gülüp dalga geçeceği bir şey, aslında o Serdar’ı ciddiye de almaz rakip de görmez ama söyleyenin Serdar olması değil belki de söyledikleri fitili ateşledi. Serdar’ın gerçekten berbat bir züppelikle hazırladığı doğum günü, geçen bölümde Yeşim’in dediği gibi elbette ki Ezgi’ye bir jest değil Özgür’e bir meydan okumaydı. Arkadaş, bir şekilde coşup kendi kendine “esas oğlan” olduğuna karar verdi de söylemezsem dilim şişer: Çalmak istediğin role, senin çapın yetmez be annem!

Ezgi’yi darmadağın eden konuşmayla sonuçlanan olaylar dizisini geriye sarıp baktığımda Özgür’ün o noktaya geleceğinin sinyallerini görüyorum. İlk işaret, Deniz’in Ezgi’nin doğum gününü neredeyse ağzından kaçırdığı anda geldi. Ezgi’nin onu susturması bi’ tedirgin etti Özgür’ü ve ilk defa Ezgi’ye bakışında bir sorgulama belirdi ardından Serdar’ın onun boynuna gerdanlığı taktığını gördüğünde gözlerinde kıskançlık değil hayal kırıklığı oluştu. Aslına bakarsanız aşkta en acımasız kıskançlık, bir başkasının sevdiğinize dokunmasıdır. O an, tam da bunu yaşadı Özgür ve bakışlarındaki hayal kırıklığı, Nazım’ın tek dizesiyle özetlenebilir: “Bence sen de şimdi herkes gibisin!” ve Ezgi’yi kategorize ettiği an da tam olarak buydu, bana kalırsa. Bu duygunun sonucu olarak da Ezgi’yi de kendisini de parça parça eden o konuşma geldi, elbette ve o da eski Özgür’e dönme çabasıydı aslında. İnsan bazen tüm duygularını içinde saklayıp dümdüz bir hayata devam etmeyi, öylece gitmeyi ister ama o duyguları sığdıracak valiz bulamaz. Özgür o valizi bulabilecek mi? Göreceğiz.

Durup durup düşünüyorum. Aşka bu kadar büyük bir hızla dibine kadar düşen adam, ilk olumsuzlukta nasıl her şeyi berbat eder, diye? Gri hücrelerim bana “Bu, Tolga Gürdal adını yaz bi’ kenara, sen!” deyip duruyor. Bir anda ortaya çıkan bu vatandaş, çok muhtemel ki Özgür’ün geçmişinden bir iz. İlk anda meslekî bir rekabet söz konusu gibi görünse de sadece “iş”in insanları, çok özel durumlar dışında birbirine düşman etmeyeceği de kesin. Genellikle çok kontrollü olan Özgür’ün Serdar’a da bir yumruk hediye etmesinin altında Serdar’ın söylediklerinin yanında bu isme duyduğu bir tepki yatıyor olabilir mi diye de düşünüyorum. Tolga’nın gelişi, ne olursa olsun Özgür’ün zırhına ve geçmişine bir ışık tutacak gibi görünüyor, bana.

Özgür’ün neyi neden yaptığını çok iyi anlıyorum ama anlamak başka, hak vermek başka. Hayal kırıklığına uğradı, kıskandı, kızdı; kendini korumaya aldı hepsi tamam ama aşkı da âşık olduğunu da bu kadar çabuk gözden çıkarıyorsan üzgünüm Paşa’m ama affedilir tarafın yok! Yahu, insan bi’ dur der kendine, bi “N’oluyoruz?” der, bi’ anlar dinler en azından buna çaba sarf eder. Akıllı adamsın biliyoruz, ha bi de ilişki uzmanısın onu da biliyoruz. Maşallah başkasına geldi mi bülbül kesiliyorsun, en ufak bakıştan, en küçük sözden karşındakinin ciğerini okuyorsun; e, bi’ baksana karşındaki kadının gözünün içine! Bir elmas gerdanlığa ayakları yerden kesilen kadın koşa koşa senin yanında soluğu alır mı? Hayır, anlamıyorum ki konu sana geldiğinde o “ilişki koçu” niye yıllık izne çıkıyor? “Âleme verir talkını, kendi yutar salkımı” durumu bu olsa gerek. Hiç bozulma, kızma; benim önüme “Aaaa, haklı valla!” diyebileceğim dört dörtlük bir mazeret koyamazsan ben sonuna kadar Ezgi’den yanayım.

Özgür’ün, aniden içine kaçması ve duvarlarını yükseltmesi; bulutlar üzerindeki Ezgi’yi bir anda yere çaktı ve darmadağın etti ama son anda, Özgür’e tek kelime etmeden onu dinleyen Ezgi’nin bakışlarında da “Sen de herkes gibisin!” cümlesini okudum ben ve eğer yüreğinizi avcuna koyduğunuz adama “Sen de herkes gibisin!” deyip gitme noktasına geldiyseniz o gidişin dönüşü de çok zor olur. Her şeye rağmen etrafında yaralarını saracak birileri olan Ezgi bir şekilde toparlanır da İstanbul’a “Ben yalnız değilim!” diye haykıran adam, yeniden yalnız kaldığında nasıl parçalarını birleştirir, bilemem!

Bu haftanın en iyi yeri, elbette ki çok yoğun bir duygusallık taşıyan final bölümüydü. Özge Gürel’i de o sahnede çok beğendim ama benim için onun en çarpıcı oyunu Serdar’la konuşma sahnesindeydi.  Duruşunda ve bakışlarındaki soğukluk ve Serdar’ın ümidini sıfırlama tavrı bana çok başarılı geçti. Şüpheye hiç yer bırakmayan bir netliği, çok doğru ayarlanmış bir mesafesi ve söyledikleriyle bedeninin çok iyi bir uyumu vardı. Finalde de sessizliğindeki duyguyla sahneyi iyi yükseltti. Emeklerine sağlık.

Sevgili Can’a gelince yine iki ayrı sahne var ki izlemeye doyamadım. Her zaman “Can Yaman, bakışlarıyla duyguları alt yazısız aktarır.” der dururum ama bu defaki farklı. “Tolga Gürdal” adını telefonda işittiği anda gözlerinde bu kez duygu değil düşünce vardı çünkü. Evet, o ad öfkelendirdi Özgür’ü ama Can, bu kez onun duygusunu değil Tolga hakkında düşündüklerini verdi gözleriyle. “Yine nerden çıktı bu?” dan girip Tolga’yı nasıl alt edeceğine kadar hızlı bir beyin fırtınası okudum bakışlarında ve söylemezsem olmaz: Gözler, duyguları kendiliğinden yansıtır ama düşünceleri gözlerle yansıtmak ustalık ister. O ustalığın da çok başarılı bir örneğini bayılarak izledim.

Veee final sahnesi… Can Yaman’ın gözlerinden aşk acısı, hayal kırıklığı, öfke ve kıskançlık tam bir resmi geçit yaptı ve hiçbir duygu diğerine çarpmadan yansıdı.  Enfes bir allak bullak olma hâli izledim. Beden dilinde çok belirgin bir mesafe koyma, ses tonunda bariz bir soğukluk ama öte yandan acıyla yanan bakışlar… Söylediklerini gerçekçi kılmak için Ezgi’nin gözlerinin içine bakma gayretinde ama dilinden dökülenlerle hissettikleri taban tabana zıt olduğundan bunun ağırlığını taşıyamıyor ve ikide birde bakışlar sağa sola kaçıyor. Yalan söylemiyor ama söylediğine de hiç inanmıyor ve bu çelişkiyi o kadar ince detayla, o kadar zarifçe süsleyip aktardı ki repliklere tümden boş verip Can Yaman oyunculuğunun keyfini çıkardım ben. Bir kez daha yürekten alkışladım Sevgili Can Yaman, seni. Emeklerine, aklına ve o güzel yüreğine sağlık.

Yazan, yöneten, canlandıran ve ekran gerisinde büyük yük omuzlayan bütün ekibin emeklerine sağlık.

 

 

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.