YAZAR: Şeyma BULUT

Sefirin Kızı’nın yeni sezonu başladığından bu yana beynimi kurcalayan tek bir soru var: Kim haklı? Tek, tek düşündüm. Nare’yi, Gediz’i ve de Sancar’ı. Her hareketlerini, repliklerini, bakışlarını tek tek inceledim. Acaba dedim birinden biri daha mı az haklı? Vardığım sonuç ise şu oldu: Hepsi kendince haklı.

Üçüne de kendince haklı dedim çünkü etrafında buluştukları konunun genel geçer bir hakikati yok. Aşk bu, aşk! Bu duygunun yeri, zamanı, kişisi, doğrusu veya yanlışı olmaz. Bir insan kimi seveceğine karar veremez. Ben, bu insan tam bir ideal erkek/kadın, hadi şuna bir güzel aşık oluvereyim de hayatımın tamamını mutlu, mesut geçireyim diyebileni hiç görmedim. Tam tersine o duygunun insanı nereden vuracağı belli olmaz. Gediz de nereden geldiğini anlayamadan düştü bu aşka. Aslında ben uzun zaman kabul etmek istemedim onun duygularını. Birçok yazımda da bunun hayranlık olduğunu düşündüğümü söyledim ama kendi içimde verdiğim mücadeleyi kaybettim ne yazık ki. Gediz, Nare’ye âşık oldu. Asıl sorgulamamız gerekense onun içine düştüğü durum değil bu noktaya nasıl sürüklendiği. Hatırlarsanız Sancar’la nezarete düştüklerinde “Nare’ye aşık olmak benim elimde değildi ama o aşkla ne yapacağım beni ilgilendirir sağdıç. Ulan hala sana sağdıç diyorum.” demişti. O zaman hikâyeyi başa saralım mı? Adım adım gidelim. Gediz, destanın arkasındaki acı gerçekleri öğrendiğinden beri, Sancar’a eskisi gibi yakın olamadı. Belki zaman zaman yaptıklarını Sancar için yapıyor diye yorabiliriz ama onun o günden itibaren her zaman önceliği Nare oldu. Dostuna bir adım uzaklaşırken Nare’ye on adım yaklaştı ama yine de söylemedi duygularını, içinde sakladı. Sancar’ın sevgisini de uzaktan uzağa görüyor acısını zaten biliyordu ancaaaaak Sancar; Nare’yi, Menekşe’yle aynı konağa kapatınca Gediz’in tüm devreleri yandı. Zaten onun hamile kalmasından itibaren destana olan tüm saygısını kaybetmişti bir de üstüne bu gelince kendince aşkıyla Nare’nin yanında duracak, bir de üstüne üstlük merhem olacaktı. “Bakalım senin yanında yara mı benim yanımda yâr mı olacak?” derken bundan bahsediyordu ama atladığı çok ama çok önemli bir detay var. Nare, o yaralarla yaşamayı öğrenmiş bir kadın ve tedavisini de aramıyor. Tek dileği kızıyla mutlu bir hayat yaşamak. Aşkmış, sevdaymış, yanmakmış onun için önemli değil. O bir anne ve sadece kızı için yaşıyor artık. Gediz, bu ufacık ayrıntıyı atlayınca Nare’yle arasında fırtınalar koptu.

Nare’nin tepkisi itiraf ediyorum önce biraz fazla geldi bana. Gediz’e söyledikleri çok ağırdı ama haksız da değildi. Duyduklarından Sancar’ın haberinin olmadığını düşünerek Gediz’i dostuna ihanetle suçladı ve kim olsa suçlardı. Daha gerçekleri yeni öğrenmenin şokunu atlatamamışken bir de Gediz ve Sancar’ın kendisi uğruna savaştığını öğrendi. Bana kalırsa da Nare’nin canını en çok bu durum yaktı. “Ben bir ganimet değilim. Benim adım Nare. Nar demek, yanmak demek ama o ateşle de kimseyi yakmam uçar giderim!” derken o kadar güzel anlattı ki kendini, üstüne cümle dahi söylenmez. Bu iki eski dost aralarında onun için mücadele ederken acaba Nare böyle bir şeyi istiyor mu diye bir kez dahi sorguladıklarını sanmıyorum. Halbuki o çok sevdikleri kadın sadece bir parça huzur istiyor. İçine gömdüğü sevdanın ateşiyle ya da iki arkadaşın arasında kazanılacak bir ödülmüş gibi değil tek başına, huzurla yaşamak istiyor o kadar. Tabi şu anki durumda ne Gediz ne de Sancar’ın bunu anlayabilecek vaziyette olduğunu da sanmıyorum.

Sancar Efe’ye gelecek olursak aslında bir süredir beni, en çok o üzüyor. Gediz’e kızmakla haklı, zaten kim olsa en yakın arkadaşının sevdiğine âşık olmasını hoş karşılamazdı. Ancak arada küçücük bir fark var, Sancar hesabı gün sonunda yine kendine kesti. Çünkü Gediz’in aksine o başkalarını suçlamıyor asla. Dedesinden kalma hançeri eline alıp Gediz’in yaptıklarını düşünerek üzülürken o hançeri kendine saplamaktan bahsediyordu. Onun geçmişte yaptığı hata, hem Nare’yi hem Gediz’i hem de kendisini bu ateşin içine attı. O gece Nare’yi kovmasa bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Hayat bu belli olmaz elbette ama Sancar’ın böyle düşündüğüne ben adım kadar eminim. Ehh hâl böyle olunca Gediz’e olan öfkesi içinden taşsa da suçladığı tek kişi kendisi. “Ben bunları hak ettim!” demesi de zaten malumun ilanıydı. Hep diyorum ya onun asıl derdi kendiyle diye bu hafta iyice açığa çıktı. Geçen hafta ben kendimden nefret ediyorum derken de geçmişte de tam anlamıyla aynada gördüğü yüze sevgi dolu değildi. O yüzden de mutluluğu, huzuru hak ettiğini düşünmüyor.  Hatta bence hiç düşünmedi.  Mazide de tek gayesi sevdiğini mutlu etmekti. Hatırlarsanız senin için zengin olup seni bu konağa gelin getireceğim demişti. Birini böylesine sevmese belki de aklına dahi gelmezdi, zengin olmak. Şimdi diyebilirsiniz ki olanlardan sonra çok zenginleşti bu adam. Haklısınız da ama orada da şöyle bir durum var. Kaçırılan mal sadece ona ait değil tüm ailesinin de onda hakkı vardı. O aslında Gediz’le bu oyuna girerek ailesine ait olanı geri almış oldu yani yine merkeze kendisini koymadı. Şimdi yine yapamıyor. Nare memleketinde kalsın isterken bile “Seninle olmayı istemek hakkım değil!” demesi bundan çünkü ne zaman kendini ufacık bir hayalin kollarına bıraksa aşağı kata indiğinde o gerdek odasının kapısı sert bir şekilde çarpıyor yüzüne gerçekleri. Sancar, Nare’yi kaybettiğini biliyor aksini bir an bile düşünmedi. Onu asla affetmeyeceğini ona yâr olmayacağını da biliyor da işte kim kalbine söz geçirebilir ki? Yâr olmasa da onunla aynı memlekette yaşayıp en azından gözü görsün istiyor da. Ahh ki ne ah!

Bu kalpte kıyamete kadar başkası olmayacak, demesi çok etkileyiciydi. Bir sevdalıdan beklenecek bir hareket ancak ne yazık ki bu hata üstüne hata yaptığı gerçeğini toprak altına itmiyor. Annesinin sözüyle dokunduğu o ten, ona belki de koca bir ömre mal oldu. Yine de her şeye rağmen Nare’nin varlığı onu daha iyi bir insan yapıyor bunu da kabul etmemiz şart.

“Sen gidersen ben çok kötü bir insan olurum!” Bu bir tehdit değil gerçeğin ta kendisi. Nare yeniden İsviçre’ye gideceğini söylediğinde geçmişten gelen bir belge yüzüne tokat gibi indi. Melek o ikisinin arasındaki savunma menzili oldu her zaman. Anne, baba olarak daha sakinler, daha ılımanlar çünkü çocuklarını üzmek istemiyorlar fakat söz konusu Melek’i kaybetmek olunca o pençeler yeniden dışarı çıkıyor. Özellikle Sancar birden çok acımasızlaşabiliyor. Yıllar sonra bulduğu kızını doğal olarak kaybetmek istemiyor, bir sevdalı olarak Nare’ye kıyamasa da bir baba olarak ne gerekiyorsa yapacağının sinyalini de verdi. Yukarıda Gediz’in gözden kaçırdığı durumu söylemiştim ya aynısını maalesef Sancar da yaptı: Nare tehditle sinip boyun eğecek bir kadın değil. O bugüne kadar Akın gibi bir manyağa, babası gibi kendisinden başka kimseyi düşünmeyen bir adama hatta tüm kontrol onların elindeyken eli kolu bağlıyken bile boyun eğmemiş. Şimdi söz konusu kızıyken bunu yapacağını sanmıyorum ki savaş başlasın diyerek Sancar’ın restine karşılık rest çekmiş oldu. Onların velayet mücadelesi nasıl sonuçlanır bilmiyorum ama mesleki olarak şunu diyebilirim. Bu tip savaşların tek kaybedeni çocuklardır. Umarım küçük Melek bu harpten ağır yaralı çıkmaz.

Sancar bir yanda bunlarla uğraşırken diğer yanda da hâlâ ortalarda başı boş gezen Akın’ın derdinde ancak Akın’a ulaşabilmesi için de yenmesi gereken bir düşmanı var: Kahraman Boz.

Sancar Efe çok stratejik bir adam. Kahraman’ın konakta bir muhbirinin olduğunu farkında. Onun bu savaşı kazanabilmesi için de çok güvendiği birini karşı tarafa yollaması gerekli. Bu sebeple de Yahya ile çok güzel bir piyes hazırladılar. Bu küçücük oyun, evdekileri çok ama çok üzse de buna mecburlardı çünkü Kahraman hafife alınacak bir düşman değil ve Sancar bunun fazlasıyla farkında. Yahya oraya köstebek olarak girmeyi başarır mı bilmiyorum ama oyunun daha yeni başladığını hissediyorum. İlk adımda başarılı olabilirlerse Kahraman’ın kalesini de içten yıkmaları an meselesidir.

Sancar bu niyetini gerçekleştirirse bir taşla kuş katliamı da yapacak aslında, bunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Çünkü hem Kahraman’ı alaşağı edecek hem de onunla iş birliği yapan Menekşe’yi açığa çıkarabilir. Menekşe’nin kara günleri de zaten başladı. Loki’den kurtuldu belki ancak ya bebek? Eğer o bebek öldüyse tankla, tüfekle gelseler Sancar’ı bu evliliğin içinde daha fazla tutamazlar, zaten  boşanmadan da bebek yüzünden vazgeçmişti. Açıkçası ben bu duruma üzülür müyüm, yani düşen bebek de olsa Menekşe ektiğini biçiyor arkadaş! Sen bir başkasının yavrusuna göz dikersen hayat da seni kendi yavrunla sınar.

Bu arada demeden de geçmeyeyim ben. Loki eğer bir şekilde Kahraman’ın elinden kurtulursa bence Menekşe, Nare’nin İsviçre biletlerini çalıp kaçsın yoksa Sancar en küçük sorunu olabilir. Sancar onu anca kovup boşanma davası açar, asla ona kaba kuvvet uygulamaz ancak Loki’nin bu tip değerleri yok. Menekşe, Sancar’ın kızına düşman olduğunu öğrenme ve eski sevgilisinin hayatta kalma riskinin arasında bir de bebeğiyle sınanmak üzere. Bu işten yakayı sıyırabilecek mi? Bunu da hep birlikte göreceğiz.

Yazımı bitirmeden şu sağdıçların meselesine de değinmeden geçmek istemiyorum. Sancar, “Bir gün gerçekleri söylersen üçümüzü de yakarsın.” demişti Gediz’e. Haklıydı da. Nare olayı öğrendiğinden beri en yakın arkadaşını ve o koca şehirdeki dayanağını da kaybetmiş oldu. Ayrıca Nare’nin tek yanma sebebi bu da değil, asırlarca birbirine bağlı olan iki ailenin de kopmaları mevzu bahis. Biten sağdıçlık ve kopan bağlar yüzünden Nare çok üzüldü ama orada da benim kafam bir karışmadı değil.

Gediz ve Sancar el sıkışarak dostluklarını sonlandırıp hasımlıklarını başlattılar da bu neden halka açık bir şekilde oldu, ben onu bir çözemedim. Bugüne kadar ne olursa olsun, başkalarının yanında asla konuşmayan bu iki adam birden herkesin önünde bunu dünyaya ilan ettiler. Şimdi zaten düşman oldular herkes bilse ne olur, bilmese ne olur diye düşünülebilir fakat çevrelerinde dolaşan tehlikeler geçmeden Sağdıçlar Holding’in parçalandığını dünya âleme duyurmak pek onların yapacağı bir iş gibi gelmiyor bana. Daha önce bitti dediklerinde dışarıya karşı duruşlarından bir gram taviz vermemişlerdi. Birbirlerini  nezarette yakabilirlerdi bunu da yapmadılar. Şimdi niye yapsınlar ki? Kendimi her şeyin altında bir çapanoğlu arayan teyzeler gibi hissetsem de ben bunun basit bir “Bitti, kestik!” meselesi olduğunu düşünmüyorum. Sancar’ın Kahraman’a kurduğu oyun, acaba bir tek Yahya ile mi sınırlı? Sancar’ın tavırları bana hiç ama hiç normal gelmiyor. Tam Yahya meselesi patladığı anda bunun üstüne tüm konak aşağı iniyor ve hatta Gediz’in validesi de orada. Herkesin korkuyla kaldığı anlarda Gediz çıkıp geliveriyor konağa ve Nare ile konuşacağım diyor. Gariplikler silsilesi de tam bu anda başlıyor zaten. Sancar “Bana güven!” diyen Nare’ye güvendi tamam da daha önce de bu konuda güven sorunu yaşadığı Gediz’di, Nare değil. 48 saat önce çıldırdığı konuya sükunetle karşılık vermesi biraz enteresan. Daha önce ikisini baş başa bırakmamak için Gediz’i bayılttı, bu adam yahu! Ötesi mi var? Fakat şimdi hidayete ermiş gibi tamam deyip sustu.

Gelelim Gediz’e. O teklif de bana pek mantıklı gelmedi şimdi ne yalan söyleyeyim. Nare kalmayı kabul ettiği anda Melek zaten onda kalacak ve Gediz de bunu biliyor, ne demeye böyle bir teklifte bulundu o zaman? Bir de bir deee Gediz’in aşkını Nare’nin asla öğrenmesini istemeyen ve düşüncesine bile çıldıran Sancar, bu hakikati öğrenince de oldukça sakin kaldı. Arkadaşlar kafamda çok deli sorular dönüyor ancak bu “Artık hasımız!” meselesine ben pek ikna olmadım ne yazık ki ilerleyen zamanlarda göreceğiz, ben de merakla bekliyor olacağım.

Yazıma burada son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere.

Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.