Yazar: Şehriban Simay DEMİR

Şanssızlıktan her an yakınan, başına olmadık olaylar gelen ve talihsiz olduğuna sonuna kadar inanan biri olarak söyleyebilirim ki ikinci şans mucize gibi geliyor bana. Bu yüzden hayatımda işler yolunda gittiğinde çoğu zaman yaşadıklarıma inanamayıp “Ne zaman başıma kötü bir şey gelecek acaba?” diye kafamda kurmadan duramam. Ama bazen talihsizlik diye yorumladığım şey, ya başıma gelen en büyük şanssa diye düşünmüyor da değilim. Hayat Zeynep’le Nermin’in yollarını kesiştirerek, Barış’la tanıştırarak, Gülbin’e kavuşturarak ve mutlu olması için yeniden bir fırsat sunarak ona hep bir şans verdi bence. Çok acı çekti, yalpaladı, çoğu zaman yolunu kaybetti ama en sonunda mutlu olmak için kendine hep bir fırsat buldu.

Evet, Zeynep’in yaşadığı bunca şeye rağmen bir yanıyla, hep talihli olduğunu düşündüm ben. Başına ne gelirse gelsin asla tek başına mücadele etmek zorunda kalmadı. Her tökezlediğinde kolundan tutup düşmesini engelleyecek biri vardı mutlaka yanında ve o bunun bilinci ve güveniyle hareket etti hep. Bir karar verdiğinde yanlışsa bile çevresindekiler, yine de desteklerini esirgemediler. Doğru, haklı olarak eleştirdiler; tavır koydular hatta rest bile çektiler ama yaşananların sonuçlarına hep beraber göğüs germeyi de ihmal etmediler, asla ona kendini yalnız hissettirmediler. Sırtını güvenle yaslayabileceğin insanların olması, en büyük talih değil midir zaten? Şimdi Zeynep, hayatın ona bahşettiklerini kaybetmemeye onlarla birlikte aynı yolda yürümeye çabalıyor.

 

Zeynep’in kendi yaşamını kurmak, kendi yolunda ilerlemek istemesi Sakine’yi de geçmişiyle yüzleştirdi. Çektiği acıları, içinde yanan evlat hasretini anlattı anlatmasına da kusura bakmayın ama Sakine’nin söylediklerinin hiçbirini samimi bulamadım; vicdan aklamasından, yaşadıklarının ardına sığınmaktan başka bir şey değildi söyledikleri benim için. “Çaresizdim, cahildim, çocuktum” demek yetmiyor, yaptıklarını yok saymaya. Ben bir anne değilim bu yüzden Sakine’nin  anneliğini sorgulayamam, onu bu konuda yargılayacak kişi de olamam, hepsi kabul. Onun içindeki evlat hasretini de bilemem yahut bu yüzden ne kadar acı çektiğini anlayamam belki, ama onunla aynı şeyleri yaşayan biriyle örnek verebilirim: Sultan! Onun da bir kız evladı var, o da aynı mahallede, koca zulmüyle yaşamak zorunda kalan biri. Fakat ben eminim ki eğer aynı şeyleri Emine yaşamış olsaydı Sultan, değil kızına inanmamak ortalığı yakar geçerdi. Ne kocasını ne de başka birini dinler, kızının yanında olur ona destek olmak için elinden geleni yapardı. Bundan dolayı karşımda onunla aynı şartlarda bir anne örneği varken Sakine’nin söyledikleri bana geçmiyor, inandırıcılığını yitiriyor maalesef.

Sakine kendi yaşadıklarını, kendi yaptıklarını Zeynep üzerinden aklamaya çalışıyor. Diğer çocuklarına gösteremediği ilgiyi, bağlılığı Zeynep’e göstererek vicdanını rahatlatma derdinde. Kendi de dile getirdi zaten “Eğer Gülbin, bugün burada olsaydı sana bu kadar bağlı olmazdım.” diye. Sakine soruyor ya “Ben ne yaptım da çocuklarımı kaybettim diye? “ İşte, o hiçbir şey yapmadı; Remzi için de Gülbin için de kılını bile kıpırdatmadı. Onlar, onun ve kocasının gözünün önünde solup giderken çocuklarına neler olduğunu görmedi bile. Kocası ne istediyse onu yaptı sadece, onun peşinden gitti ve bu yaptığı zorunluluktan değil seçiminden dolayıydı. Hatırlarsınız bir sohbet sırasında sırf Bayram’ı eve bağlamak için Remzi’yi doğurduğundan bahsetmişti. Bu yüzden onun yaptıklarının cahillikle ya da aptallıkla bir alakası yok, vicdanla alakalı her şey. O yaşadığı hayatı çok iyi biliyorken  dünyaya çocuk getirmek de o çocuğa bakamayıp ölümüne sebep olmak da onun inisiyatifindeydi. Şimdi söyledikleriyle, üzüntüsüyle bunu göstermeye çalışsa da bu çocuklarının yaşadığı acıları, travmaları değiştirmiyor bu tavrı maalesef. Sakine’nin durumuna söyleyebileceğim tek şey “Son pişmanlık fayda etmez.”

 

Sakine’nin pişmanlığı, çektiği acılar sadece kendi açısından gördükleri fakat işin ucundaki Gülbin’in ne kadar acı çektiği, o evdeyken neler yaşadığı, hâlâ Sakine’nin hiç dillendirmediği şeyler. Gülbin o evden kaçtıktan sonra yıllarca yalnız başına mücadele etmiş yaşama tutunmak için, öğrendiğimiz kadarıyla. Geldiğinden beri “Neden Zeynep’e bu kadar öfkeli, neden onu da annesiyle bir tutuyor?” diye düşündüm durdum. Bu öfkesinin, intikam istemesinin nedeni bence onları bu kadar çok sevip özlemesinden kaynaklanıyor. O, onları bu kadar özlerken Zeynep’in onu unutmuş olması zoruna gidiyordu, buna katlanamıyordu. Zaten Sakine’yle Zeynep’in konuşmasını duyduğu anda yumuşadı  “Beni unutmamışlar.” diye haykırdı Tarık’a. Çünkü onun en büyük hayali ailesiyle huzurlu yaşamakmış zamanında. Ayrıca yalnız kalır kalmaz eski mahalleye o kaçtığı, kurtulmak istediği eve gitti. Zaten hâlâ sevildiğini, unutulmadığını, özlediğini anladığı an intikam oyunundan çıkmayı da kabul etti. Halbuki daha birkaç saat önce “Hayatlarını benimki gibi başlarına yıkacağım.” demişti. Gülbin sadece ailesi yanında olsun, onu sevsin istiyor. Bu yüzden benim asıl merak ettiğim, onun asıl kimliği ortaya çıktıktan sonra Zeynep’e ve annesine nasıl bir tavır takınacağı. Kader her şeye rağmen bir şans daha verdi Sakine’ye. Onu bunca yıl sonra hasret kaldığı evladına kavuşturdu ve Zeynep aramaya karar verdiği ablasıyla yan yana olduğunu anladı. Ayrıca Barış sayesinde Tarık’la hayatlarına dâhil olmalarının asıl sebebini de öğrenmiş oldu.

 Zeynep’in Barış’la tanışması onun için bir şans olduğu gibi Barış için de durum artık öyle bence. Zeynep onun hayatına girmeseydi belki de bugünkü mutlu Barış olmayacaktı, çünkü. Şüphesiz bu uğurda çok yıprandı, acı çekti ama yine de Zeynep olmasaydı robot gibi yaşayacaktı. Duygularını, yalnızlığını içine gömecek; sevgisiz, işle ev arası mekik dokuyup duracaktı. Barış’ın çocukluk travmalarını hepimiz biliyoruz. Onun çektiği acıları, sevgisiz geçen yıllarını, yalnız geçirdiği hayatını az çok öğrendik. Sırf ailesi tarafından onaylanmak, varlığını onlar için birazcık olsun görünür kılmak için evlendiği, bunun aşkla bir ilgisi olmadığı da malumumuz. Şimdi Zeynep’le birlikte onun da güvenle sırtını yaslayabileceği kocaman bir ailesi var. Kaybettiği yılları geri vermek istercesine hayat onu koşulsuz sevebilecek insanlarla bir araya getirdi. Onu her an sevgiyle sarabilecek üç anneyle tanıştı mesela. Dağ gibi arkasında duran bir dayısı, Nuh gibi ona iyi gelen bir dostu, daima yanında olmak istediği bir nişanlısı var artık  ve kardeşiyle araları hiç olmadığı kadar iyi. Huzuru, mutluluğu daim olsun.

 

Hayatın bir kez daha yüzüne güldüğü kişilerden biri de Nuh. Öğrendik ki Nuh’un en büyük hayali bir yuvası olmasıymış. Zaten anne babasız büyümüş biri olarak bunun eksikliğini en derinlerde hissetmiş biri Nuh. O en mutsuz, “Benim hiç yuvam olmadı, olmayacak!” diyecek kadar umutsuz olduğu, nefes bile alamadığı anda Emine’nin de yardımıyla tekrar umutla doldu. Onun da deyimiyle bahar geldi kalbine; Cemile geri döndü. Çünkü Nuh için Cemile bu hayatın rengi, çiçeği, o Nuh için yuvayı temsil ediyor. Cemile de tüm yaşadıklarından sonra Nuhsuz bir hayat istemediğine karar verip geri döndü. Şunu itiraf etmeliyim ki kendini anlattığı anları tebessümle izledim. Çünkü Nuh’un da Cemile’nin de birbirlerine ihtiyaçları var ve onlar birbirlerinin evi, kökü artık…

Hayat bu, ne sürprizlerle kapıyı çalacağını kim bilebilir ki? Ali Rıza’yla Sultan evlendi, Cemile geri döndü, Barış; Tarık ve Meltem’i tutuklattı ve en önemlisi Nesrin’in Gülbin olduğu ortaya çıktı. Yaşam onları bir şekilde birbirine bağladı, hiç ayrılmamaları temennisiyle.

O zaman, haftaya son kez görüşmek üzere…

 

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.