YAZAR : Şehriban Simay DEMİR

Bir dizi ya da film izlerken en çok takıldığım noktalardan biri gerçekliktir. Burada kastettiğim bire bir gerçek hayatı yansıtmak değil; söylemek istediğim karakterlerin bir anda bambaşka birine dönüşüp savrulmaması, tutarlı davranması, çözüm yolu varken sanki başka hiçbir seçenek yokmuş gibi hareket etmemesi. Evet, normal yaşamdaki insanlar gibi kurgu dünyasındaki karakterler de değişebilir, değişmelidir de fakat bu bir anda hop diye olmamalı ya da değişirken karakterlerin onları var eden özellikleri bir anda kaybolmamalı. Tabi ki onların gelişim sürecini ve değişimlerini mantık çerçevesinde izlemeyi çok seviyorum ama aynı zamanda bu süreçte o karakterin ne kadar tutarlı davrandığıyla daha çok ilgileniyorum. Maalesef Aşk Mantık İntikam’ı izlerken artık bunların hiçbirini göremiyorum çünkü artık ne Esra’yı ne de Ozan’ı tanıyabiliyorum.

Esra’yı biraz hatırlatmak istiyorum: O, kimseye minnet etmeyen, yıllarca kendi ayakları üzerinde durmuş çelik gibi bir kadındı.  Engeller karşısında pes etmeden ilerleyen ve gururuna asla laf ettirmeyen biriydi. Esra’nın en önemli özelliği mantıklı biri olup duygularına yenilmemesiydi. Kabul ediyorum, Ozan’a âşık olmak değiştirdi onu ama o gururu kırıldığı için hiç tanımadığı bir dünyaya hiç düşünmeden girmiş, o dünyada başarılı olmuş ve bunu yaparken hiç kimseye müdana etmemiş biri. Kız istemeye gittiklerinde “Kadın kısmına sorulur mu böyle şeyler?” dendiğinde “Kadınlara saygı duymayı öğreneceksiniz” diyen bir kadın o. Fakat şimdi babası ve annesinin alttan alttan verdiği namus mesajlı  konuşmalara sessiz kalıyor ve hiç olmadığı kadar korkakça davranıyor. Esra gibi biri, Çağla’nın kuru, aslı olmayan, haksız tehdidine boyun eğiyor, yaptıklarını yanına bırakıyor ve en önemlisi ona yapılan haksızlığa ses çıkarmıyor. Bana tanıtılan Esra, onun canına, gururuna ve sevdiği adamın haysiyetine  kasteden kim olursa olsun olanları yanına bırakıp hiçbir şey olmamış gibi sineye çekmezdi.

Evet, Esra karakteri değişti fakat Ozan da tamamen yok edildi bana göre. Ozan denince aklıma gelen ilk şey Esra’ya olan saf aşkı ve sadakatiydi. Ayrı oldukları iki sene boyunca Ozan, Esra’dan nefret ediyor olsa bile bir kadına göz ucuyla bakmadı, ona olan sadakatinden bir kez bile vazgeçmedi. Çınar’ın “Bir ortamda bak kızlar bize bakıyor, desem bile hangi kızlar diyecek kadar uzak onlardan.” ya da Zümrüt’ün “Dünya güzelini koy Ozan’ın yanına yine arkadaş gözüyle bakar, bir Esra’ya öyle bakmadı.” sözleri Esra’nın yokluğunda bile Ozan’ın ona sadık kaldığının göstergesiydi. Esra’nın boşanırken sarf ettiği “Seni hiç sevmedim” sözlerine rağmen o gelip görsün diye bir şirket kurup belki geri döner de birlikte yaşarız diye hayallerindeki evi satın alıp onun istediği gibi dizayn eden kişiden bahsediyorum. Halbuki şimdi, tüm sorularına cevap bulmuşken defalarca “Esra beni çok seviyor.” diyen adam, aşkından ve sadakatinden vazgeçti. Eee, peki şimdi ne oldu da Esra yanında olduğu hâlde böyle davranıyor? O yokken ona bu denli sadık olan adamın Esra yanındayken mi sadakati yok oldu, nereye gitti bu adam? Seni sevmiyorum demesi mi itti onu? Daha önce de demişti ama o zaman Ozan başkasının kollarına atlamamıştı. Başka birini seviyorum deyişi mi tetikledi kendisini? Oysa Esra daha önce birçok kere “Biz arkadaşız aramızda bir şey yok, olamaz da…” demişti. Demek ki Ozan işine gelene inanıp işine gelmeyene inanmıyor, cidden anlam veremiyorum. Tüm bunlar bir yana Ozan çok zayıf karakterli biri olmaya başladı. Karşısına çıkan her zorlukta, Esra’ya her sinirlendiğinde kendini Çağla’nın yanında buluyor. Bu evlilik sahte diyor fakat Çağla’nın sınırlarını aşmasına izin veriyor ve sırf Esra’nın başka biriyle olma ihtimali var diye o da gidip başka biriyle birlikte oluyor. O zaman biz Ozan’ın aşkına ve samimiyetine nasıl inanalım? Kusura bakmayın ama Ozan, Çağla’yla birlikte olmayı seçerek bu ilişkinin de aşkın da tüm inandırıcılığını bitirdi gözümde.

Finalde Esra ve Ozan birlikte olacaksa bile bu ilişkinin masumiyeti bitti bence ve geriye sadece intikam için başkalarıyla birlikte olan, birbirini anlayıp dinlemeyen, yanlış anlamalar silsilesiyle hareket eden iki kişi kaldı. Ozan bir yıl gibi kısa bir süre içinde ülke genelinde kullanılabilen bir uygulamayı hayata geçirebilecek kadar zeki bir adamdı. Fakat şimdi görüyorum ki gördüğü hiçbir şeyi birleştiremeyen, yaşanan onca şeye rağmen hata üstüne hata yapıp bundan kendine pay çıkarmayan, düşünmeden hareket eden birine dönüşmüş. İş dünyası gibi karşısındakini yemeye hazır köpek balıklarıyla dolu bir dünyada Ozan gibi birinin bu denli başarılı olması mucize. Çünkü daha muhatabının ne yaptığını bile anlayacak durumda değil ki en yakınındakiler arkasından onlarca oyun çeviriyor haberi yok. Çağla’nın hiçbir hamlesini görmediği gibi bir de yaptığı her şeye minnettar olduğunu belirtip duruyor. Birazcık sorgulasa işin kolayına kaçmayıp Esra’nın dediklerini düşünse birleştirebileceği o kadar çok ipucu var ki… Ne yazık ki Çağla’ya karşı gözü kör, kulağı sağır durumda!

Çağla, karakter değişiminde seviye atladı bence. Belki yıllarca karakterini gizleyip “Cici kız” olmuş ama bir insanın bir anda bu kadar kötü kalpli olup böyle zalimce düşünmesi normal mi? O, Ozan’a iki yıl boyunca âşık olduğunu söylüyor ama tek bir hamle bile yapmamış onun kalbine girebilmek için. Çağla gibi biri bunca zaman bekler mi, birinin onu fark etmesi için? Travmaları olabilir ama ben yaptıklarını asla yaşadıklarına bağlamıyorum zira öyle olsaydı bulduğu ilk fırsatta ona tüm bunları yaşatan insanın yani Mert’in yanında almazdı soluğu. Fakat onun başı sıkıştığında ya da mutsuz olduğunda ilk baktığı adres Mert olmaya başladı. Bu durum bir tek bana mı çelişkili geliyor? Çağla, Ozan’ı seviyorum dese de sadece ilgisi onda olsun derdinde. Bu yüzden asla mantıklı düşünemiyor ve ne Çınar’ın ne de başka birinin ona müdahale etmesine izin veriyor.

Bu hikâyenin en aklıselim kişisi Çınar bana göre. İstemediği her şeyi görmezden gelse de çok fazla hırslanıp bazen sadece Çağla’nın daha insancıl versiyonu gibi davransa da başından beri ne istediğini bilen, o doğrultuda hareket eden ve en az kaybolan karakter bana göre. Bazen çok bencil olabiliyor tıpkı Ozan üç gün şirkete gelmedi diye -daha yeterli olmadığını bildiği halde- onu yönetim kurulu başkanlığından almak istemesi gibi. Bu hareketiyle hem kendilerini hem de şirketi felakete sürükleyeceğini bilecek kadar zeki biri ama bunu umursamıyor bile çünkü başından beri tek derdi Ozan’ı mağlup etmek.

Bir izleyici olarak haftalardır kısır bir döngüye girmiş gibi hissediyorum, dahası karakterlerin çoğunun tek tek kayıp gittiğini görebiliyorum. Bu noktada “Ben ne izliyorum?” demeden duramıyorum, üzgünüm. Umarım kurulan bu yeni çatışma çok daha kuvvetli geri döner.

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.