YAZAR : Şeyma BULUT

Cam Tavanlar hareketli ve rengârenk başladığı yolculuğuna, bu hafta da kaldığı yerden devam etti. Bölümün başından kalktığımda yüzümde kocaman bir gülümseme, aklımda da birçok soru vardı. İlk olarak sorguladığım mesele “Bir ilişki nasıl kurulur?” konusuydu. Sağlam, ayakları yere basan bir ilişki, aşk, bağlılık ya da adına her ne diyorsanız, sadece hislerle kurulabilir mi? Hayır, kurulamaz. İki insan tanışır, etkilenir, bağlanır ve aralarında oluşan bu hisler onları bir araya getirir ancak bu sadece ilk aşamadır. Sonra başka etmenler devreye girmeli. Bir olay olduğunda birinin diğerini dinlemesi, karşısındakinin hislerini anlamadan yersiz gururla arkasını dönüp gitmemesi yani kalbinde yeşermeye başlayan o filizi susuz yani sevgisiz bırakarak kurutmaması gerekir. Tıpkı bir zamanlar Leyla ve Cem’in birbirlerine olan hislerini kalplerine gömerek kuruttukları gibi.

Cem ve Leyla birlikte geçirdikleri o 24 saatin ardından birbirlerine bağlandılar. Ben aşk, sevgi gibi konularda iddialı olmamak gerektiğine inanırım. İlk görüşte aşk olmaz, aşk dediğin şöyle olmalı gibi ifadeler çok yavan gelir bana. Bahsi geçen konu aşk! Her insanda kendini apayrı gösterir, bazen gelmesi yıllar sürer, bazen de bir anda karşına çıkan bir kalbe kapılıverirsin. Beklenmediktir, çarpar ama yine de o duyguyu seversin çünkü yaşadığını hissettirir. Tabii ki bu kadar kuvvetli bir his insana çok kolay hata da yaptırabiliyor. Leyla ve Cem  yedikleri o kirazlı pastanın ardından gelen bir telefonla ayrı düştüler. Leyla, karşısındakini dinlemektense kendi öğrendikleriyle onu yargılamayı, Cem de onu dinlemeyen bir kadına kendini anlatmamayı seçti. Ne yazık ki hâlâ aynı noktadalar. Cem kendini açıklamak için tek bir adım atmazken Leyla  kendince vardığı sonuçları sarsılmaz bir kaide olarak kabul etmeye devam ediyor.

Geçtiğimiz hafta Leyla’nın Cem hakkında peşin hüküm vermesinden ve onu dinlememesinden dem vurmuştum. İşiyle ilgili “Sorun yoktur, çözüm vardır!” diyen kadın, söz konusu özel hayatı olunca aynı şekilde hareket etmiyor. Açıkçası benim en çok üzerinde düşündüğüm konu bu oldu. Leyla gibi çözüm odaklı, sorunlar karşısında geri adım atmayan bir kadın, iş duygulara geldiğinde neden çuvallıyor? Çünkü Leyla erkekleri tanımıyor ve onlara asla güvenmiyor. Sebebi de ortada değil mi? Bir kız çocuğu karşı cinse olan güveni babasından alır. İlk ondan öğrenir erkekleri. Leyla ise ilk darbesini babasından yedi. Arkasında bir dağ gibi durmasını bekleyeceği adamın, babasının, bir başka kadın için annesiyle birlikte kendisini de bırakması, ardından annesinin ölümü illa ki Leyla’da derin bir iz bırakmıştır ama bana sorarsanız o tecrübe erkeklere olan güvenini de ondan söktü aldı. Öyle olmasa, Cem ona geldiğinde en azından kendisini açıklaması için bir şans verirdi. Leyla’ysa “Bana yalan söyledin, seni istemiyorum!” deyip, Cem’le daha başlayamayan ilişkisini tamamen bitirdi.

Leyla, Cem’i hayatından  çıkardıktan sonra, kendisini tamamen işine adayarak o hocasının döşeğinde büyüyen kız çocuğundan, başarılı bir iş kadını yarattı. Tuttuğunu koparan, imkânsız gibi görünen bir işi bile savaşarak, zekasını kullanarak başarmayı bildi. Kurduğu tüm düzen başına yıkılmış olsa bile küllerinden yeniden doğdu ve Anka kuşu gibi yeniden kanatlarını açıp uçmaya başladı. Zekâ, azim birçok şeyin kapısını açsa da ben bir insanın yeniden başlaması ve başarması için bir ilhama ihtiyaç duyduğunu düşünürüm. Leyla’nın en büyük ilhamı da  Cem’den başkası değil.

Yıllar önce bir girişim yapmaya karar verdiğinde ne yapacağını, nasıl yapacağını bilmez haldeyken Cem’in onu götürdüğü restoranda ona yaptığı bir tatlı sayesinde yol haritasını çizerken bugün de ona hisleri ve tutkusuyla restoranının adını ondan esinlenip seçti. Kendisi farkında bile olmasa da Leyla’nın Cem’e hisleri, aslında bir şekilde ona ilham oluyor.

Leyla ilhamını aldı, aklını kullandı, şimdi de Şinasi’den de aldığı destekle ekibini kurarak Asude’nin tam karşısına yeni mekânını açarak erkeklerin hepsine “Hodri meydan!” dedi. İlk savaşını da Güler Hanım’la kazanmış oldu. İlk önce nasıl bu kadar kolay başardı diye düşündüm ama sonra aslında çok sığ bir yerden baktığımı fark ettim. Haldun her ne kadar “Benim başarım!” edasıyla gezse de oradaki tüm başarı, tek bir insana ait. Tedarikçisinden, müşterilerine kadar hepsi Leyla’nın azminin ve gayretinin sonucu. Restoranın en önemli müşterisini, ilk andan kapmasından da bu sonuç çıkıyor. Haldun her yere telefon da açsa da Leyla’nın alacağı  banka kredisini engellese de bir insan bir şeyi yapmak isterse önünde dağ olsa duramaz. Ben Haldun’un geri adım atacağını düşünmüyorum, Leyla’nın işini batırmak için yine elinden geleni yapacaktır ama asla başarılı olamayacak ve eril egosu yüzünden kaybedecek. Asude’nin başarısının tamamını kendisine mal ediyor. Leyla’nın yapabileceklerini  görmediği gibi onun yaptığı sosyal yardımı bile para kaybı olarak gören bir insan. “O bir kadın, başaramaz!” bakış açısı ona her şeyi kaybettirecek ve ben de keyifle izleyeceğim.

Cam Tavanlar sadece kadınların, erkekler karşısındaki başarı ve azmini anlatmıyor. Bir yanda Haldun gibi kadını yok sayan bir zihniyeti gösterirken diğer yanda da Cem gibi kadınların başarısına gururla bakan adamların da olduğunu bize hatırlatıyor. Zaten bir cinsi diğerinden üstün göstermeye başladığı anda anlatmaya çalıştığı cinsiyetçilik sorununu tam tersine çevirmiş olurdu. Meriç Acemi’yse aradaki dengeyi kurmaya çalışırken üstünlük üzerine değil eşitlik üzerine bir öykü inşa ediyor. Öyle olmasaydı Cem ve Leyla’nın girdiği tedarikçi savaşından Leyla galip çıkardı ama berabere kaldılar ve ben bu duruma tek kelimeyle B-A-Y-I-L-D-I-M!

Geçtiğimiz hafta, bölümün en karanlıkta kalan karakteriydi Cem. Onun üzerindeki sis perdesi de yavaş yavaş aralanırken özel bir karakterle de tanışmış oldum. Aslında ben Cem’in koyu bir savaşa gireceğini beklemiyordum. Evet, Leyla’ya bir kırgınlığı vardı ama kurulda söylediklerinin ardından biraz şaşırttı. İlk bakışta kendi mekânı için savaştığını düşünürken aslında o, yaptıklarıyla Leyla’ya ihtiyacı olan ortamı sağlamış oldu. Sevdiği kadın ona savaş istediğini söyledi o da bu isteğine “Hay hay!” dedi. Yoksa istifa ettiği bir şirket için, hem de birinin emeğinin üstüne konan adamlar içini neden kendini bu kadar yorsun ki? Ben geçen hafta söylediğimin hâlâ arkasındayım, Cem’in aklında bir şeyler var ve uygun zamanı kolluyor. Kurulla gittiği yemekte de Haldun’la olan konuşmalarında da hep  temkinli. İstediği  fırsatı yakaladığında da harekete geçecek diye düşünüyorum çünkü işin özünde o Leyla’yla savaşmıyor, bu savaşla onun hayatına dahil olurken, kazanmaya çalışır gibi  dururken diğer yanda Leyla’nın başarısını da gururla izliyor. Bu bana pek de kazanma hevesinde olan birinin yapacağı bir şey gibi gelmedi kiiiii babasıyla olan sohbetinde de bu durum ayan beyan ortaya çıktı.

Cem, Leyla’yla çok uzun zaman kaybetti. Kalbinde geniş yer verdiği kadını asla tanımıyor. Hayatını, geçmişini hiç bir şeyini bilmiyor. Birini sevmek için tanımaya gerek olmadığını düşünüyorum. Bir bakış, bir söz bile bazen birini sevmek için yeterlidir. Âşık olmaya yeter ama işte, sevince tanımak da istersin. Cem, babasıyla dedesine ideal ilişkisini anlatırken aslında içinde bastırdığı duygularını açığa çıkardı.

O Leyla’yı tanımak; sabah nasıl kalktığını, neleri sevdiğini, sevmediğini, hayata bakışını, duruşunu merak ediyor, hepsini öğrenmek istiyor. Kısacası Cem, Leyla’nın hayatına dahil olmaya çalışıyor. Bunun için de onunla savaşması gerekiyorsa savaşacak, anlaşması gerekiyorsa anlaşacak. Bu sayede onu tanımaya başladı bile. Tedarikçiler için girdikleri savaşta elma yemeyi sevdiğini, insanlarla olan ilişkilerini, hayallerini gördü. Onu dinledi ve dinlerken de onu yeniden etkilemesi için de klasik erkek metotlarının işe yaramayacağını gördü. Arabayı tamir ederken “Erkekler, her şeyi kadınlar onları beğenir diye yapıyorsa zavallısınız!” demesiyle bu savaştan kaçarı olmadığını anladı çünkü eğer geri çekilip yardım etmeye kalkarsa Leyla bunu romantiklik olarak görmeyecek. Cem de bunun farkında ve oyunu kurallarına göre oynadı. Bunu yaparken de Leyla’ya kalbini göstermeye çalıştı.

Cem ve Leyla sığındıkları evin bahçesinde gezerken ve ayın güzelliğini anlatırken kendi kalbini de açmış oldu. Ayın soğukluğunu, mitolojide Ay Tanrıçası olarak bilinen Artemis’in sevdiğini kaybetmesinin ardından kalbinin nasıl buz kestiğini anlattı ama bana sorarsanız orada kendi kalbini anlatıyordu. Artemis, Orion’u kardeşi yüzünden kaybetmesinin ardından aşka kalbini kapatmış. Sevdiği insandan sonra bir daha asla aşka kapılarını aralamayıp sonsuza kadar böyle yaşadı. Cem de sevgilisi olduğu söylenen bir kadından gelen bir telefon yüzünden Leyla’yı kaybetti. Sevdiği kadın bir yıldız misali ellerinin arasından kaydı gitti ve o da belli ki kalbini aşka açılmamak üzere kapattı. Onu dinlemeyen Leyla’ya kendini anlatmayacak kadar gururlu ama onu yok sayamayacak, her hareketini büyülenmiş gibi izleyecek kadar da değer veriyor.

Cem Kumcu’nun geçmişte başına ne geldi bilmiyorum ama ne yaşarsa yaşasın, Leyla’yı asla kalbinden söküp atmamış. Leyla da asla güvenmediği Cem’in etkisinden çıkmayı başaramıyor. Son sahneyle de aralarındaki çekime karşı koyamadılar.

Cem ve Leyla aralarında şimdilik mesafe bırakmasalar da ben bunun o kadar kolay olacağını sanmıyorum. Hala ikisinin de birbirleriyle ilgili bilmedikleri çok şey, sınanacakları çok mesele var. Zaten tam anlamıyla dürüst olmadıkça ikisinin bir araya gelmesi de pek mümkün değil. Hayat onları bir araya mı getirecek yoksa bu sefer apayrı yerlere mi savuracak, bekleyip göreceğiz.

Bu haftalık da benden bu kadar. Haftaya görüşmek üzere.
Tüm ekibin yüreğine, emeğine sağlık.
Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.