Yazar: Sinem ÖZCAN

Can, geçen hafta “Evlenelim” dediğinde “Bu ilişki hangi aşamada evlilik noktasına geldi ki?” demiştim kendime. Daha sevgili olduklarını idrak edemeden atılan evlilik adımı, ne getirecek bilememiştim çünkü. Aslında hâlâ bu noktadan uzaklaşmış sayılmam ama Sanem’in koşulları karşısında Can çok haklı, uzun bir flört dönemi yaşamaları da pek mümkün görünmüyor ama Sanem’de o mahalle varken evlilik sürecinin başlaması bile epey sancılı olacak, o kesin.

Şirkettekilerin karşısına el ele çıkıp “Biz birlikteyiz!” demek yapılacak en pratik hamleydi, O şirkette gıybet biter mi? Bitmez! Patronlarının özel hayatını bilmelerine gerek var mı? Hayır, yok ama zaten konuşacaklar. Bu adamların işleri yaratıcılık… Eee, malzemeyi ver; bırak gerisini yaratsınlar işte! Zihinlerini açmak gerek, Can’ın açıklamaları da ancak bu işe yarar. Olan Deren’e oldu. Ben sadece ona acıdım. Sen yıllarca saçını süpürge et, bir umut adamın peşinden ayrılma; için için hep bir şans bekle ve şak diye gerçek yüzüne vurulsun: Sen, Can’ın kapsama alanına hiç girmedin ve hiç girmeyeceksin! Yazık, vallahi yazık! Bu kadın kendini değil melisa çayına; çayıra çimene de vurur, yani. Yine de ondan beklemediğim bir olgunlukla kabullendi durumu ve büktü boynunu ki benim içim gitti. Durmadan Sanem’in önüne “bacaklarca” rakipler çıkarıp duranlar, bi’ de Deren’i görseniz mi artık? Benim aklımda Osman var ama hani daha iyisini buluruz, diyorsanız da ağanın eli tutulmaz! Bulun getirin, birini gözünüzü seveyim. Bu gidişle kadıncağız, melisaları damardan almaya başlayacak, günahtır.

Çalışanların önüne el ele çıkıp da “Biz birlikteyiz, tamam mı?” demek kolay ama aynı yüreği mahallede gösteremezseniz gençler, Mevkıbe başına çatkıları daha çok çatar, Nihat gecelerce bakkal dükkânında sabahlar. “Biz evlenelim bari!” demekle olmuyor, o işler! Tamam, ne olduğunu kendiniz de anlamadınız, kabul ediyorum da bu kararı mahalle baskısı yüzünden almadınız mı kardeşim, siz? O zaman yapılacak ilk iş Mevkıbe’yi, Nihat’ı ve dolayısıyla Sanem’i bi’ rahatlatmak… Bu iş artık Sanem’in tek başına çözeceği bir mesele de değil Cancım Divitcim. Mevkıbe’yle konuşana kadar tamam, geri çekilip bekleyecektin ki öyle de yaptın ama artık o kız bir başına bırakılmaz. Mevkıbe’nin böreklerini, sarmalarını çifter çifter götürürken iyiydi. Şimdi, efendi gibi Sanem’in elini tutar, çıkarsın Mevkıbe’nin, Nihat’ın karşısına ve derdini bi’ adam gibi anlatırsın. Anlatırsın ki Mevkıbe de elindeki dergiyi suratına suratına sallayan Aysun’u o derginin sayfalarına bi’ güzel gömebilsin.

Sanem; yaşadıklarının sarhoşluğu bir yandan, ikili ilişkilerdeki deneyimsizliği bir yandan, yol açtıklarına üzülmesi bir yandan iyice kriz yönetimini kaybetti. O, sadece birazcık sorunsuz ve huzurlu bir alan istiyor kendine. Duygularını yaşamak istiyor, sevmenin ve sevilmenin tadını çıkarma derdinde. Can’ı alıp eski eve götürdüğünde yıllardır içinde sakladığı o küçük kız, ortaya çıkıverdi. Hiç tanımadığı bir duyguya geçmişten yolladığı mektup, bugün hayali gerçekleşen genç bir kadın için en güzel sürprizdi ve bunu da elbette âşık olduğu adamla paylaşacaktı. Orada her şeyden uzak; ailesini, ablasını, şirkettekileri düşünmeden hayattan birkaç dakika çalma derdindeydi. İlk kez tattığı bu hissi kaybetmemek için de “Biz hiç ayrılmayalım” sözü vermek istedi, kendisine de Can’a da hayata da o sözü kabul ettirmeye çalışır gibiydi. Ancak ne yalan söyleyeyim, onlar “Biz hiç ayrılmayalım” dedikçe ben içimden “eyvah!” dedim. Malum, kötü kadın sahneye girmeden önce topuk sesleri gelir.

Sanem, Can’ın aytaşlarını düşürüp beyaz taşı kırdığında da bir “eyvah!” demiştim, ben. İlk andan bana kötü sürprizlerin habercisi, kırılacakların öncüsü gibi geldi. Açıkçası hâlâ da bundan ürküyorum ama ardından kırılanın beyaz taş olduğunu düşününce biraz teselli buldum. Can, beyaz taşı “sadece sevgiyle bakanların görebildiği aydınlık tarafımız” diye tanıtmıştı, Sanem’e ve o taş kırıldığında aklıma ilk gelen “Can, o taşı Sanem’e yüzük yaptırmalı” oldu. Can’a sevgiyle bakan o olduğuna göre, aydınlık tarafını da parmağında taşıması gereken Sanem elbette. Bölümün gidişatından anladığım, Can da aynı şeyi düşünüyor. Eeee, Can Divit sevdiği kadına armut kadar bir tek taşla evlenme teklif etmez! Doğum gününde “Ateş kehribarı”nı veren adam, evlenirken de ona aydınlık tarafını sunmalı, diye düşünüyorum. (Eğer doğruysa tahminim, o aytaşı gerçekten yüzük oluyorsa o zaman ne dilersen dile benden, Can Divit)

Aytaşları, Can’ın vazgeçilmezleri… Kendisinden başka kimsenin dokunmasına bile izin vermediği, onun “koruyucuları”… Bir süre önce “Can, o taşları ne zaman Sanem’in avcuna bırakır, ben o zaman onun Sanem’e teslim olduğuna inanırım.” demiştim ve açıkçası haftalardır da bunu bekliyorum. Benim için Can’ın testi oldu, bu. Bu hafta Sanem onları kırdığında bu kadar irkilmem de ondan. Can’ın tepkisi, gerçek duygusunu vuracaktı ortaya çünkü. Tamam, daha önce kamerasını kırmıştı Sanem ve o zaman bunu önemsememişti bile ama aytaşları farklı, işte… Koruyucusunu kaybediyor, çünkü. Eğer bunu hiç önemsemeden “canın sağ olsun!” havası yaratsa ben o güzelim hikâyeye ihanet ettiğini hissedecektim. Neyse ki enfes bir geçiş sağlanmış. Taşlar elbette Sanem kadar değerli değil ama defalarca düşüp kırılmadıkları hâlde o anda parçalanmasından bir mesaj çıkarmasını bekledim ben Can’ın ve gerçekten de o mesajı anlamak için çabaladı. Dili “önemli değil!” derken yüzü aslında çok önemli olduğunu sezdirdi ve neyse ki çıkarılabilecek en güzel mesajı çıkarmayı başardı: Artık taşların koruyuculuğuna ihtiyacı yok çünkü hayat, ona asıl koruyucuyu sundu. Bunu anladığı anda da kaybı, kazanca çevirmesi işten bile değil Can Divit zekâsı için.

Can’ın duygularından tam anlamıyla emin oldum, Sanem’in aşkından hiç şüphe etmemiştim zaten ama gel gör ki evlilik için hâlâ erken geliyor bana. Biri ilk aşkını yaşayan bir kadın, diğeri ilk kez âşık olduğu bir kadınla birlikte olan bir adam… Adına henüz “ilişki” denecek bir birliktelik yaşayamadan bu denli ciddi bir adım atarsa sınava girmeden okul bitirmiş olacaklar. Bence şu an onlarınki bir “yaşam birleştirme” adımı değil ve ikisi de evliliği “flört”ün uzantısı olarak düşünüyor. O yüzden de eğer gerçekten bir evliliğe doğru yürüyorsa öykü; yüzük, gelinlik, düğün… detayları çerçevesinde kalacak diye korkuyorum. Diğer şık bu mutlu günlerin bir fırtına öncesi durumu olduğu. Kıyamet kopacak da nereden ve nasıl, kestiremiyorum.

Bana sorarsanız Emre, Aylin ve Fabri üçgeni çalışmaz durumda. Fabri, burnunu da avcuna aldıktan sonra “Görürsün sen!” diye diye dolansa da benim için inandırıcılığı kalmadı. Bugün burnunu kıran Can, yarın kafasını da koparır. Emre, önce bi’ hangi tarafta duracağına karar versin de onun düşmanlığını öyle düşüneyim diyor, Aylin’e de bundan sonra kariyerine mümkünse magazin gazetecisi olarak devam etmesini öneriyorum. O fotoğraf çekme detayından sonra kendisini ciddiye alma ihtimalim kalmadı çünkü.

Fabri’nin “Görürsün sen!” tehdidinin altından çıka çıka polise şikâyet çıktıysa kimse kusura bakmasın ben kahkahalarla güleceğim ama. Hayır, yani emniyet güçlerini hafife aldığımdan değil de Fabri’ye yumruk atan Can Divit’in bir gece bile nezarette kalması beni güldürür. Parası neyse veririz yani! Sekiz yüz bin doları gıkını çıkarmadan ödemeye hazır olan adam, “burun bedel”ine de sadaka, der geçer. Şimdi burada barışsever, şiddete karşı, akıllı uslu, “ciddi abla” pozlarına bürünmeyi gerçekten çok isterdim ama içimdeki az gelişmiş insan, “Ellerine sağlık, Can; bi’ yumruk da çenesine geçireydin de o sırtlan gülüşüne bi’ ton ekleseydin!” diyor, yalan yok! Topluma verdiğim şiddet mesajları için özür diler, beni ve Can Divit’i örnek almamanızı rica ederim.

Sanem’le Can’ın aşkının asıl engelleyicisi olan mahalle, bu hafta fena karıştı. Mevkıbe’nin bir anlığına çenesini tutamayışı; yol, su, elektrik olarak hanenin üstüne çöktü. Mevkıbe dominant ama bir o kadar iyi bir anne. Kızlarının mutluluğu söz konusu olduğunda duracağı yeri de iyi belirliyor ne var ki haftalardır süren dedikodu bombardımanı onun da şirazesini kaydırdı. Benim bildiğim Mevkıbe, yine de olanları Nihat’tan saklamazdı ama kızının ilişkisinden emin olamayınca, o cephede neler döndüğünü algılayamayınca Nihat’ı saha kenarında tutmak istedi. Üzgünüm Nihat Beyciğim, yetişkin kızları olan her geleneksel baba bu ihaneti tadacaktır, yapılacak bir şey yok. Karına “Kızlarınla sen konuş, ben uzaktan olayı kontrol edeceğim” dedikten sonra uzakta bırakıldığın için de kırılmayacaksın. Evi terk etmeler filan, şık hareketler değil bunlar, uyarayım! Gerçi onun asıl kırgınlığı daha önce “yalan haber” deyip de şimdi “biz sevgiliyiz” itirafıyla karşısına çıkan Sanem’e. Yani yalana… Bu noktada da anlıyorum, onu aslında ama yani hiç mi genç olmadın be Nihat Bey? Sen de bir vakitler, bir başka Nihat Bey’i aynı şekilde incitmiş olmayasın? Hani bir laf var ya “Kimse yaşattığını yaşamadan ölmez!” diye… Hani, acaba diyorum ki bir bedel ödeme durumunuz söz konusu olabilir mi?

Bu hafta Demet Özdemir, benim gönlümü babasıyla konuşurken çaldı, en çok. Yaşanan her şeyin kendi suçu olduğunu hisseden ve bunun ağırlığıyla ezilen Sanem’de üzüntüsünü de pişmanlığını da çok net gördüm ama bakışlarındaki bir detay var ki beni mest etti. Bütün o üzgünlüğün içinde babasına öyle bir bakışı vardı ki en büyük aşkının babası olduğunu ta yüreğimde hissettim ben. Evet, Demet Özdemir, komedi boyutu yüksek sahnelerde de çok keyifli bir iş çıkarıyor onu âşık, kıskanç ve sarsak Sanem’de izlemek de bana zevk veriyor ama itiraf ediyorum ki duygusu yüksek sahnelerde çok hoş bir tat katıyor Sanem’e. Çok nahif, çok zarif ve çok ince bir kadın çiziyor. Sanıyorum Demet’i, Sanem’e ekleyip çok ayarında bir yorum çıkarıyor. Emeklerine sağlık, Sevgili Demet Özdemir.

Sevgili Can’a gelince… Öyle çok detay var ki bölümden beynime kazınan… Sanem’in mesajını okurken bir kez daha yakaladığım o minik dudak ısırma mimiğinden başlayıp pek çok sahnesini yazabilirim ama iki yer var ki beni benden aldı. İlki taşların kırıldığı an… Keyifli, coşkulu ve çok mutlu Can’dan o kadar keskin bir geçiş yaptı ki üzüntüye bayıldım. Bir anda buz kesen ses tonu, aniden yavaşlayan hareketleri “Önemi yok Sanem!” derken aslında “Çok önemli ama neyse” vurgusu… Çok anlamlı bir sahneydi kabul ediyorum ama Can Yaman oyunculuğu olmasa bunun ne kadar ayırdına varırdık, kestiremiyorum. Bir tık yüksek oynasa sevgisinden şüphe ettirecek, bir tık altta kalsa taşların anlamını yok edecek çok kritik bir ayarı vardı o sahnenin ve o dengeyi öyle bir yakaladı, öyle bir bastı ki doğru anda doğru yere ben bir kez daha yüreğimde gurur dolu alkış sesleri işittim.

Fabri’yle olan sahnesine ayrı hayran oldum. Duvar gibi bir çehreyle girdi içeri, tepkiyi tamamen sıfırlamış, planlanmış konuşmasını mekanik bir ses tonuyla dillendiriyordu. “Ne kadar istiyorsan vermeye hazırım!” derken tükürürcesine bir söyleyiş geldi. Fabri’den de ortaklıktan da ne kadar tiksindiğini söyleyişine eşlik eden minicik bir dudak mimiğiyle vurguladı. Fabri, “koku” meselesini yeniden gündeme getirene kadar da her şeye rağmen sakin ve kontrollü bir Can Divit çizdi ama o sözü duyduğu anda zıvanadan çıktı aslında. Yine de anlık bir tepkisizlikle verdi duyguyu. Hareketsizlikten enfes bir dinamizm çıkardı ve sadece ses tonuna buz gibi bir tehdit yükledi. Fabri’nin tahriki artırması onda ringe çıkmaya hazırlanan bir boksör tavrını yansıttı. Boynunu ve bedenini rahatlatma hareketleriyle izleyiciyi gelecek yumruğa içten içe hazırladı. Bedenindeki sükûnete öyle bir anlam yükledi ki Sevgili Can, o eylemsizliğin altında aslında bir volkanın köpürdüğünü adım adım sezdik. Sinir bozucu bir gülümsemeyle dışarı vuran öfke, en durağan anda yumruğa dönüştü ve biz onun zirveye ulaşan kızgınlığına bütünüyle hak verdik. Kontrolünü kaybeden ama yine de kendini dizginlemeye çalışan adamın bütün tepkilerini ince ince yerleştirdi sahneye ve ben özünde kendisini frenlemek için ne kadar savaşan bir Can Divit olduğunu sonuna kadar hissettim. Duygunun şiddetini sıfırdan alıp tepeye çıkardı ama asla yeniden sıfıra indirmedi Sevgili Can. Öyle bir noktada kesti ki o şiddeti, o sahneden çıktığında bile ben buz kesmiş olarak kaldım bir süre. Çok seri akan bir sahnede bu saniyesi saniyesine planlanmış bir yansıtma değil elbette. Bu tamamen Can Yaman’ın, Can Divit’i kendi zihninde öğütmesinin sonucu. Özellikle öfke kontrolü gibi çok hassas bir detayda ona verdiği vurguya tam anlamıyla bayıldım. Yüreğine, zekâna ve emeğine sağlık Sevgili Can.

İzlemesi çok zevkli bu bölümü yazan, yöneten, canlandıran ve set gerisinde yükün büyüğünü omuzlayan herkesin emeklerine sağlık.

 

 

 

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.