Yazar: Sinem ÖZCAN

Sanem’i, Yiğit’in iş teklifini kabul ettiği anda bırakmıştık, geçen hafta. Can’ın Balkanlara gitmeyeceği çok açık da ben Sanem, Yiğit’le çalışsın isteyenlerdenim. Aralarındaki işveren – çalışan ilişkisi biterse koşullar biraz daha denkleşir ve Can, Sanem’e ulaşmak için seslenmenin ötesinde bir çabaya girmek zorunda kalır diye düşündüğümden olsa gerek. Ancak Yiğit, bende ilk andaki olumlu izlenimi sürdürmedi bu bölüm. Polen’in kardeşi olduğunu öğrendiğim için duygusal mı davranıyorum bilemedim ama ben ondan zırt pırt şirkete gelip “Sanem, sana bi’ haberim var!” cümlesi dışında daha yaratıcı bir tavır bekliyordum, açıkçası.

Yiğit’in varlığı Can’ı afallattı kabul ediyorum. Alışmadığı bir durum ve Yiğit’i ne kadar ciddiye alması gerektiğini şu an, tam kestiremiyor diye düşünüyorum. Yiğit’in Polen’in kardeşi çıkması da işleri karmaşıklaştırdı. Yiğit ve Can’ın tanışmamış olmasına bir açıklama geldi bu hafta. Yiğit yıllardır Kanada’da olduğu için hiç karşılaşmamışlar ama ikisi de birbirinden haberdarmış. Benim için pek ikna edici olmasa da (Hiç mi bi’ fotoğraflarını görmedi bunlar, bunca yıl ya da bir defa olsun telefonda da konuşmadılar mı, diye sorguladım ama detaycı Sinem’i tek ayak üzerinde durmaya yolladım) “İyi madem…” diyorum. Can için Yiğit’in kim olduğu çok da önemli değil aslında, önemli olan onun ciddi bir tehlike olup olmadığına karar vermesi. Anladığım şu anda tehlikenin büyüklüğünü ölçmekle meşgul. Tek bildiğim ne denli bunalmış olursa olsun, ne kadar kendisiyle kalmaya ihtiyaç duyarsa duysun Yiğit etkeni varken de Sanem’i bırakıp bir yerlere gitmez. Gitmez ama devasa egosu yüzünden bunu da söylemez. Sürekli bir bahane ardına gizlenip o gidişi belirsiz bir tarihe kadar uzatacaktır.

Polen, Hüma Hanım’ı yedeğine alıp eski at sineği moduna döndü, iyiden iyiye. Anılardan bir fayda bulamayınca yemek kitabı projesiyle Can’la zaman geçirme derdinde. Biz bu kadının uzmanlığının fizik, hem de kuantum fiziği olduğuna emin miyiz cidden? Hayır, sağdan bakıyorum yok; soldan bakıyorum yok. Şu ana dek bir zekâ pırıltısına rastlamış değilim. Vakti zamanında Aylin’e söylediklerimin âhı tuttu beni, zannımca. Sanem’i tutup “Sen bunu mu kıskanıyorsun gözünü sevdiğim?” diye bir güzel sarsmak istiyorum ama nafile!

Geçen hafta Sanem’e Yiğit’ten etkilenir de bir ‘acaba’ yaşarsan külahları değişiriz demiştim. Şu an öyle bir etkilenme havası yok. Sanem, Yiğit’in yanında çalışıp hem kendine yeni bir yol açma derdinde hem de Can’ın ona tepkisinin farkında olduğundan bunu hafif hafif kullanmaya başladı. Her ikisine de onayım var, benim. Keşke Yiğit, çok daha güçlü ve yaratıcı bir adam çıksaydı da Can’ın da çok zorlanacağı bir rakip olabilseydi.

Can, Sanem’i şirkette tutmaya kararlı. Hem ayrılamasın diye hem de Yiğit’ten uzak dursun düşüncesiyle Sanem’i işle oyalama taktiğine başvurdu. Kusura bakma Can Bey ama bu fazla bencillik olmuyor mu? Sen basıp gideceksin. Niye? Çünkü kafanı bir toplaman lazım ama Sanem, şirkette senin uygun bulduğun sürece kalıp bekleyecek seni! Çünkü sen eğer onun yalanını affetme büyüklüğü gösterirsen bu yüce gönüllülüğün için kollarını açıp seni kucaklaması gerek, döndüğün vakit. Oldu… Yani hem karnın doyacak hem tepsi bölünmeyecek. Var mı başka arzun Paşa’m? Her seçim bir vazgeçiştir. Madem seçimini yaptın o zaman vazgeçmeyi de bileceksin. Kızın hayatına burnunu sokmayacaksın, oturup seni beklesin diye çocukça oyunlar icat etmeyeceksin, hele hele dönüp geldiğinde bıraktığın gibi seni bekliyor olması hayalini hiç kurmayacaksın. Eğer tercihin buysa o zaman fındık beyinli Polen’den ayrılmayacaktın, kuzum. Parmağını şıklattığında dünyanın neresinde olursan ol, yanında bitiyor nasılsa!

Sanem ve Can’ın birbirlerine yaptıkları, sonunda Cey Cey başta olmak üzere herkesi yıldırdı ve bir çözüm arayışına gittiler. Buldukları çözüm kâğıt üzerinde iyi de olsa pratikte karşılığı yok. Can ve Sanem’in sorunları konuşamamak değil, geri adım atamamak… Ne kadar romantik, ne kadar zorlayıcı, ne kadar dondurucu ortamlar hazırlarsanız hazırlayın gençler, bunu sağlayamadıkça sonuç almanız da mümkün değil. Peki nasıl geri atmaları sağlanır? Can’ın Sanem’i gerçekten kaybettiğine inanması lazım. Can’ın diyorum çünkü bu kez geri adım atması gereken o. Sanem, yaptığı hatayı kabullendi, telafi etmek de istedi ve kendince de çok çabaladı ama Can’ın egosu bunların hepsinin üstünü çizdi. Aslında içten içe biz, onun Sanem’i çoktan bağışladığını biliyoruz. Sadece bunu dile getirmeye hazır değil ancak Sanem’i gerçekten kaybettiğine inanırsa egosuna tekmeyi vurup düzgün bir adım atacak. Ben Yiğit’i bu nedenle önemsemiştim. Belki o kaybetme duygusunu uyandırır Can’da diye ama bu, henüz olmadı. Aslında kast ettiğim Sanem’i Yiğit’e kaptırma durumu yani sıradan bir kıskançlık dürtüsü değil. Sanem’in artık onsuz olmayı kabullendiğini hissetmesi lazım, Can’ın. Gerçi fazla hızlı gelişen ve o hızla doğru orantılı derinleşemeyen bir ilişkileri var onların. Belki de bu nedenle Can henüz “aydınlık yüzünü gören kadını” kaybetmenin ona neler yapacağının farkında değil. Can bu savaşı verirken benim gönlüm, yerinde kaya gibi duran ve Can’ı kazanmak adına tek bir adım bile atmayan bir Sanem görmek istiyor çünkü bence o, yapması gereken her şeyi yaptı. Kenara çekilip bekleyecek, beklemeli. Can’a “Kendime bir hayat kurmaya çalışıyorum!” derken ben onun çok içten olduğuna inandım ve gerçekten de kendine yeni bir hayat kurmalı. Can’ın peşinde, onu kaybetmekten çok korkan deli dolu kız değil, aksine Can’ın “Ya o hayatta bana yer yoksa…” diye panikleyip kendine gelmesine neden olacak bir kadın çıkarmalı, içinden. Sanem’in son ana kadar ayak diremesine de bu nedenle memnun oldum, ben.

Kurgunun bir süre daha böyle ilerleyeceği, belli. Yiğit’in baskıları artacak; Polen, o İngiltere’ye bir türlü gidemeyecek ve Can’la Sanem arasındaki gerginlik artacak. Bir noktada elbette bir kırılma gelecek ama o ana kadar komedisi artan bölümler göreceğiz fakat eskisinden bir farkla… Eskiden telaşlandığı ve kafası karıştığı için dağılan, sakarlaşan ve saçmalayan bir Sanem izlerdik. Artık daha stabil, sakarlığı azalmış bunun yerine iğneleyiciliği artmış bir kadın görüyoruz ki ben bunu daha çok seviyorum. Tam da bu nedenle Demet Özdemir’i bu hafta en çok şirkette Hüma ve Polen’in yanında Can’a haddini bildirirken sevdim. Çok doğru bir duruşla bir yandan Polen’le ince ince alay etti. Öte yandan Can’a gayet dozunda bir ayar verdi. Bakışları ile ağzından çıkanların örtüşmemesi, ağzı başka şeyler söylerken yüreğinden geçeni gözlerine dökmesi çok hoştu. Hele “İpte yürüyor deyin de tam olsun!” dediği anda yüzündeki ciddiyetle bana kocaman bir kahkaha attırdı. Çok doğal bir şirinliği var Demet Özdemir’in ve iğneleyici tavrını takındığında o şirinlik oyunculuğuna çok hoş bir nüans katıyor. Aynı detayı buzhane sahnesinde de gördüm ve morarmış dudaklarıyla Can’a sataşmasını büyük keyifle izledim.

Demet Özdemir ve Can Yaman’ın aralarındaki uyum ikili sahnelerini daima yükseltiyor. Bu sahnelerde sıklıkla doğaçlamaya gidildiği de diyalogların su gibi akıp gitmesinden belli. Birbirlerinin frekansını çok iyi yakaladıkları için sahneler, çok doğallaşıyor ve özellikle komedide hiç zorlanmadan çok enerjik bir hava yaratıyorlar Buzhane sahnesi de bunlardan biriydi, kanımca. Diyaloğun içine sıkıştırılmış cep telefonu şifresi gibi minicik detaylar, o doğaçlamanın ipuçlarını da veriyordu.

Hem komedisi hem duygusallığı çok iyi ayarlanmış, mekânın soğuğuna tezat sıcacık bir sahneydi, o ve ben Demet Özdemir’i de Can Yaman’ı da o sahnede çok beğendim. Ritmi çok güzel yakalayıp birbirlerine alan açarak çok keyifli bir sahne çıkardılar. Bu uyum bence Erkenci Kuş’un en büyük şansı. Doğru değerlendirildiği ve oyuncular bunu çok ustaca kullandıkları için de izleyici üstünde etkili oluyor.

Sevgili Can’ı duygusu yüksek sahnelerde izlemeyi çok sevdiğimi defalarca belirttim ama onun, bu diziyle ortaya oldukça net çıkan, bir de çok hoş bir komedi damarı var. Komedi oyunculuğu zordur. Gülünç olmadan güldürmek, abartmadan abartılı olmak gerekir. Can Yaman, karakterin komedi ve dram ayaklarını çok dozunda ayarlıyor. Komedi oynarken büyülttüğü oyunculuğu dramda minimalize ediyor. Konuşma tonunu değiştiriyor ve jestlerini kullanması bütünüyle farklılaşıyor. Yiğit’le sahnelerinde vurguyu genellikle el jestlerine yükleyip konuşma temposunu arttırmayı seçti, bu hafta. Öte yandan bir sahnesi vardı ki bu farkı çok net ortaya koydu. Polen’in evde ekibe yemek yaptığı sahnede, duvara yaslanmış kaçamak bakışlarla Sanem’i izleyen bir Can sundu bize. Kısacık, varla yok arası bir andı ama hoşlandığı kızı okul kapısında gören liseli genç tavrıyla biraz mahcup, biraz hayran ama çokça özlem dolu bir bakıştı o. Hüma’nın, Can’ı fotoğraf çekmesi için zorladığı ana kadar sürdü ve o andan sonra o duygusal adamı kasten yok etti. Yaptığı işten rahatsızlık duyan, “Bitse de gitsek” modunda, orada olup bitenleri saçma bulduğunu her hâliyle sezdiren bir Can Divit’e geçirdi, karakteri.

Sahne planlanırken “Sen duvara yaslanmış duruyorsun!” komutunu alıp orada aksesuar gibi durmak başka bir şey, o an sahneye belki de hiç hesaplanmamış, minicik ama çok özgün bir damga vurabilmek başka şey. İlki sıradan oyuncu, ikincisi yaptığı işe “Buraya ne ekleyebilirim, ben?” titizliğine sahip işini ciddiye alan insan tavrı. Kim ne derse desin, Can Yaman benim için her zaman sadece canlandıran değil, yaşatan bir oyuncu olacak. Emeklerine, yüreğine ve aklına sağlık Sevgili Can!

Yazan, yöneten, canlandıran ve set gerisinde yükün ağırını omuzlayan herkesin emeklerine sağlık.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

6 Comments

  1. Anonim 03/03/2019

    Polen'in gercekten kuantum fizigi yerine Londra da Moda isi ile ugrasmasi onun kisiligine durusuna daha yakisirdi herhalde. Ne yapiskan ne akilsiz bir kadin cizgisi var. sabah koru incilerini takip sirkete gelip kardesine hesap sormasi cok anlamsizdi. uzatmak icin tekrarlar bunlar! Huma, Polen tekrara dusen konular... Sanem ile Can in her sahnesi ayri bir keyif ozellikle Demet Ozdemir ve Can Yaman in dogal uyumlari ...sadece onun icin seyrediyorum. Osman' a da yazik olacak galiba... Gerci ben olsam Emre'nin ipiyle kuyuya inmem ama Leyla inecek gibi... Huma hanimi cildirmalar bekliyor

    1. Sinem ÖZCAN 03/03/2019

      O kadar haklısınız ki... Hele Osman konusunda. Baştan beri en büyük derdim o benim ama gidişat belli. İlginiz ve değerli yorumunuz için teşekkürler...

  2. Anonim 03/03/2019

    Bravo 👋👋👋👋

  3. Sinem 04/03/2019

    Yine büyük zevkle, bir solukta okudum. Harikasiniz. Karakter ve olayları (keşkeleri) sorgulayışınızdaki espiri ve ustaca inceliğe hayranım. Can Yaman`ın işinde titizliği ve ciddiyeti konusundaki fikirlerinize tamamı ile katılıyorum. Özellikle geçen bölümde dövüş sahnesinden çok etkilendim ve bence bir Can Yaman imzası oldu. Yorulmadan izlediğim bölüm yorumunuzla çok güzel tamamlandı. Tüm ekibin emeğine sağlık. („detaycı Sinem`i tek ayak üzerinde durmaya gönderdim“ sözünün içinde hissettim kendimi gülümseyerek… Adaşız ve yakın çevrem de bana detaycı sinemi biraz izine çıkarmamı önerirler(boşuna). Sizin ki gibi cezalandırma daha etkili bir yöntem olabilir.) Sizin de yüreğinize, düşüncelerinize ve emeğinize sağlık.

    1. Sinem ÖZCAN 04/03/2019

      Bu güzel yorum ve iltifatlarınız için çok teşekkür ederim. Aynı duygularda buluşmak benim için de çok keyifli. Sevgiler