Yazar: Şeyma BULUT

İnsanın mazisi bugününü şekillendirir, derler. İnsan işini, arkadaşlarını seçebiliyor da ne yazık ki ailesini seçemiyor. Ailenin geçmiş günahları çocuklarını bağlamaz, deriz ama hayat böyle değil. Ailemizle olan bağ sadece kan bağı değil. Bu yüzden onların yaptıkları bizleri etkiler ve hatta bazen öyle bir durum hasıl olur ki geleceğimizi bile şekillendirir. Orhan ve Leyla için de durum tam böyle. Ailelerinin günahlarını bugün baş koydukları yolda doğruyu yapma arzusuyla temizlemeye çalışıyorlar. Bunu başarabilirler mi? Aralarında bunca sır, maziden getirdikleri tonla ağırlık ve acılarla pek de kolay görünmüyor. Oğuz Atay’ın da dediği gibi “Geçmiş asla geçmezmiş, efendim. Hep bir köşede yerinden çıkmak için geceyi beklermiş.”

Orhan da Leyla da ağır tecrübelerle bugünlerinde ayakta kalmaya çalışan iki insan. Benzer bir kaderleri var. İkisi de hain babalarının ağır geçmişleri altında eziliyorlar; farklı yollarla doğrunun peşindeler. Orhan savcı kimliğini kullanarak çok tehlikeli bir dünyaya adım atarken Leyla da bir gazeteci olarak karanlıkta kalan her pisliği aydınlatmanın peşinde. Yöntemler ayrı, amaçlar aynı. Onlar bir şekilde birbirlerinin yanında olmayı da başarıyorlar. İki sevgili değiller ama iki iyi yoldaşlar şu anda. Çocukça toz pembe hayaller de kurmuyorlar. Yolun zor olduğunu, normal çiftler gibi balayına gidemeyeceklerini, sinemada çok sevdikleri bir filmi izlemeyeceklerinin farkındalar. Aşk zaten böyle basit ayrıntılara dayanmaz. Aynı yolda, dimdik ve yan yana yürüyebilmektir. Orhan ve Leyla da şimdilik bunu başarıyorlar. Peki nereye kadar? Orhan, Nuri’yi yok etmek için bu kadar kararlıyken Leyla da en azından annesini korumak için böylesine bir savaş verirken bir yerden sonra karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz bir gerçek. Orhan’ın zaten normal bir yapısı yok. Geçtiğimiz yazıda da demiştim bence onda bir sorun var. Nuri’nin ailesinin peşine sırf can yakmak için düştü; kardeşinin hesabını sormak, hatta belki de aynı acıyı Nuri’ye de yaşatmak için. Sebep ne bilmiyoruz tabii ki ama Nuri’nin zaafının ellerini tuttuğunu öğrendiğinde ne yapacak, işte orası tamamen bir muamma.

Orhan var gücüyle Nuri’nin geçmişini araştırırken aradığının tam önünde durduğunu bilmeden masumları yakacak adımlar atmaya başladı.”Ona bulaşan temiz kalamaz.” dedi. Peki, kendi ailesi nasıl temiz kaldı; nasıl masum kaldı bunu sorgulamayı da aklından geçirseydi keşke. Kendi babası da bir hain ve o bunu çok iyi biliyor. Nuri’yi öyle takıntı hâline getirdi ki kendisi yüzünden can veren hocasını gözü görmedi bile. İntikam ve beraberinde gelen nefret duygusu insana hatalar yaptırır. Bir gün Nuri’ye zarar verebileceği tek noktanın her gün gözlerine baktığı kadın olduğunu öğrendiğinde ne yapacağı benim için merak konusu. Orhan bunları yaparken tabii Nuri de boş durmadı. Orhan’ın geçmişini bildiğini belli etti ve durmazsa neler yapacağının gözdağını da net bir şekilde verdi. Bu iki adam arasında artık sonu gelmeyen bir savaş başladı fakat ikisi de bu oyunda birer parça sadece. Artık şehirde bir oyun kurucu daha var: Kerim Paşa. Bu adam anlatılana göre ne aile tanıyor ne hak ne hukuk. Kendisine yaklaşmaya çalışanı nasıl ezip geçtiğini de hocanın öldürülmesiyle net bir şekilde gördük.

Nuri konusundaki düşüncelerimi daha önce de söyledim. Asla saf kötü biri olduğunu düşünmüyorum. Orhan nasıl babasının izlerini temizlemek için koyu renk bir arabayla artık karanlık tarafa geçtiğini gösteriyorsa Nuri de beyaz arabasıyla eskiye olan özlemini belli ediyor bana kalırsa.  Geçmişinde ailesini terk etmek istememiş ancak bazı sebeplerden dolayı onları arkasında bırakmış biri o. 1952 yılında ne olduysa herkesi başka bir yere savurmuş ve o günlerde patlayan bombalar bugün yankılarını sürdürüyor. O gün yaşananlar, kaybedilenler ve kazanılanlar Nuri’nin bugününü yarattı. Saklananlar ise toprak altında kalmıştı ta ki biri gelip eşelemeye başlayana kadar. Nuri’nin sırlarını en yakınları bile bilmiyorken Orhan’ın peşine düşüp aynı şekilde karşılık vermesi pek de sürpriz olmadı.  Nuri’nin bir zamanlar Orhan’ın babasını satın almış olması, “geçmişi”nin ise şu anda Orhan’ın dizinin dibinde durması onlar için büyük bir sorun. İkisi de bu kadar büyük bir öfkeyle kılıçlarını kuşanmışken etraflarını da yakacaklarına şüphe yok. Size bir sır vereyim mi? Savaşlarda her zaman masumlar yara alır. Bu savaşın ilk kurbanı Zeynep’ti ve masumdu. İkinci kurbanın da masum olacağına ben adım kadar eminim çünkü savaş, iki kişi arasında başlar ancak asla iki kişi arasında kalmaz.

Orhan’ın başlattığı bu savaşta, Bünyamin’den sonra yanına kattığı isim Aydın oldu. Kurduğu planla düşmanlarını dört koldan sarmaya başladı. Düşmanının taktiğiyle saldırmak diye bir şey vardır. Sen ne kadar düzgün olursan ol, eğer karşındaki senin kadar düz değilse ellerini kirletmen gerekebilir. Orhan, zaaflarıyla saldıran düşmanlarını onların zaaflarıyla vuruyor. Bunlardan biri de Serdar. Düşmanları babasının kirli geçmişiyle onu ele geçirdiğini düşünse de Orhan da onların zaaflarını tek tek ele geçirme derdinde. Aile en büyük zaaftır. Kendisinin, Bünyamin’in tam da bu nedenle hâlâ zaafları var. Bu hikâyede zaafı olmayan tek insansa Aydın. Orhan’ın bu oyunda içeriye sokmak için onu seçmesi tesadüf değil. Zeynep’le birlikte hayata dair umutlarını yok etti. Kaybedecek bir şeyi kalmamış, korkuları olmayan insanlar tek odaklı olurlar. Endişe edecekleri, zarar görür mü diye korkacakları birileri olmaz onların. Orhan’ın kurduğu oyunun içerideki en önemli parçası oldu Aydın ve düşmanın inine gireceği için de yılanların tam ortasında kaldığını söyleyebiliriz.

Aydın bu oyundaki en güçlü kişilerden biri ve Gülce de maalesef kaybedeni olacak gibi duruyor. Zaaflardan bahsetmiştik ya, Gülce’nin büyük zaafları var. Ben sadece oğlu olduğunu düşünüyordum ancak şimdi de âşık olduğu biri daha çıktı ortaya. Bugüne kadar yaptığı her şeyi, belli ki bu adam için yapmış ve onun zarar görme ihtimali ortaya çıktığı anda Orhan’a sırtını döndü.  Dışarıdan konuşacak olsak çok rahatça Gülce’ye ağzımıza geleni sayabiliriz. Gülce gibi ömrünce kaçmış, zulüm görmüş biriyseniz zayıf olursunuz ve o, zayıf noktalarından dolayı şu anda ele geçirilmiş gibi duruyor ancak anlamadığım hâlâ neden Orhan’la birlikte ve daha da önemlisi, Orhan onu nasıl kabul etti? Burada tek düşünebileceğim şey şu: Orhan durumun farkında ve içerideki köstebeği kullandığı gibi onu da kullanacak. Yoksa onu korumak istese bile evinin içinde, annesinin dizinin dibinde tutar mı? Gülce şu anda açıktan iki tarafla da bağlantısı olan tek kişi ve oyunun mihenk taşlarından biri. Geçmişten günümüze taşınan bu savaşta ona düşen pay ne olur bilemeyiz ancak sonunun iyi bitmeyeceğini düşünüyorum. Çoğu zaman ilk feda edilenler her zaman köstebekler olur, Gülce ve hatta Rıfat’ın başına geleceklerin de farklı olacağını düşünmüyorum.

Final sahnesine geldiğimizde artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının mesajları net olarak verildi. Orhan, Nuri’nin geçmişine yaklaştıkça Leyla kaybedeceklerinin korkusuyla bir adım geri attı. Zaten öncesinde de Nuri’nin masum ailesinin yanında olacağını ve Orhan’ın karşısında duracağını söylemişti. O, bugüne kadar kahraman bir babanın oğluna baktığını düşünerek eziliyordu, Orhan karşısında. Elinde tuttuğu mektupta yazanları öğrendiğinde şartların eşit olduğunu görecek ve en azından daha dik duracaktır diye düşünüyorum. Ayrıca Orhan’ın yanında olmasının sebeplerinden biri de onun ellerinin kanlı olmamasıydı. O kanın, adını koyamadığı duygular beslediği adamın da elinde olduğunu öğrenecek mi? Öğrenirse neler yapar benim için merak konusu. Gerçeklerin her zaman ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır. Bu karanlık gerçeklerle sınanmadıkları sürece de aralarındaki çekime aşk demeyi reddediyorum maalesef ki.  İki insan her şeye rağmen yan yana durabiliyorsa orada duyguların gerçekliğinden bahsedebiliriz ancak. Evet, belki birbirlerine güveniyorlar, ilgileri çok yüksek ve birbirlerine destek oluyorlar. Sırlar bir bir ortaya döküldüğünde acılara, yaşanmışlıklara ve mazilerinin ağırlığına rağmen birlikte olmayı başarırlarsa işte o zaman aşk var, diyebilirim. Aksi hâlde duygular var olsa da bir geleceğin olması mümkün değil.

Kurşun, bu hafta bizleri bir sırrın ardından gelen yeni bir sır perdesiyle karşıladı. Hikâyenin işlenmesi ve ilerleyişi insanı içine çekerken söylemeden geçemeyeceğim bir konu da var maalesef. Dizideki reji sıkıntısı öyküye tam nüfuz etmemi engelliyor maalesef. Öncelikle bölümde müziğin sesi o kadar yüksek ki karakterleri duymakta fazlasıyla zorlanıyorum bazı sahnelerde. Ayrıca aralarda verilen 1970’lerin o puslu ve eski görüntülerinin ardından gelen canlı ve parlak sahneler de bütünlüğü bozuyor. Renkler ve sesler ciddi şekilde izleme seyrimi düşürüyor itiraf etmem gerekirse. Bu sorunların ilerleyen bölümlerde düzeleceğine inanıyorum.

Yazan, çeken, oynayan ve kamara arkasında büyük emekler veren tüm ekibin yüreğine sağlık. Yazıma Nazım Hikmet’in bu güzel dizeleriyle son veriyorum, hafta görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

İkimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğretebiliriz:
dövüşmeyi insanlarımız için
ve her gün biraz daha candan
biraz daha iyi
sevmeyi.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.