Yazar: Sinem ÖZCAN

Gülperi, haberini duyduğum ilk andan beri beklediğim sezon projelerinden biriydi. Gerek konusu gerek kaleme alanlar gerek castı nedeniyle en baştan radarıma girmişti. İlk tanıtımda umduğumu bulamasam da ikinci tanıtımdan itibaren merakla bekledim başlamasını.

İlk bölümün başına da çok hevesle oturdum. Bölümün ilk yarısında derdini ortaya koyan, çatışması iyi hesaplanmış, karakterleri ilgi çekici bir ilk bölüm izledim. Daha önce farklı versiyonlarını izlemiş olsak da “aile dram”ları yerli dizi izleyicisinin hep ilgisini çekmiştir. Nurgül Yeşilçay, beni daha tanıtımlarda ikna etmişti Gülperi’ye. Bölümü izlerken de kanım değişmedi. Kendi kültürüne çok yabancı bir aşiret geleneğinin ortasına düşen Egeli bir ailenin kızı, Gülperi. Genç yaşta kocasını kaybedip onun ailesiyle yaşamak zorunda kalmış, kayınbiraderini tacizine direnip hapse düşmüş bahtsız bir kadın. Bu kadarı bile karakteri dolu ve merak uyandırıcı yapacak zengin malzemeye sahip aslında. Ancak Gülperi’nin asıl dramı hapisten çıkıp çocuklarını alma mücadelesiyle başlıyor.

İkisi ergenlik çağında üç çocuk annesi yalnız bir kadın; karşısında aşiret reisi zorba bir kayınpeder, ondan nefret eden bir kayınvalide ve görümce, öte yandan hapiste kaldığı sürece annelerinden bilinçli olarak koparılmış ve uzaklaştırılmış üç çocukla mücadele etmek zorunda kalacak. Tek desteği de gençlik yıllarında kırık bir aşk öyküsü yaşadığı şimdinin çok başarılı avukatı Kadir… Kadir’in de hem geçmişten getirdiği hem de bugününü sallayan kendi aile dramları var ve belli ki gençlikte yarım kalan aşk, bugün yeniden alevlenecek.

Buraya kadar benim için her şey yolundaydı. Kurgu yeterince girift, açılmaya çok müsait ve yaratılan karakterler çok gerçek geldi bana. Ne var ki benim ilk sorunum dramını anladığım ve rahatça empati kurduğum Gülperi’nin duygu dünyasına girememek oldu. İlk bölümde hayat öyküsüne ağırlık verildiğini ve onu dramına ortak olmamız için bu öyküdeki önemli yerlerin altının çizilmeye çalışıldığını düşünerek bunu çok önemsemedim ama kararlı, inatçı ve güçlü bir kadın olarak çizilen Gülperi’nin evliliğinin “okula kaçmak yerine kocaya kaçma” noktasına bağlanmasını karakterle örtüştüremedim açıkçası yani ben Gülperi – Eyüp evliliğine de o evliliğin getirdiği güçlüklere sessizce katlanan Gülperi’ye de çok ikna olmadım.

16 yaşında, babaları kayıp, anneleri hapse düşmüş iki genç çok doğal olarak sorunlu olur. Her türlü etkiye açıktır. Hele de Yakup Taşkın ve ailesinin sunduğu maddi ve manevi bonkörlük o çocukları çok kolay etkiler. Buna hiç sözüm yok. Hayatlarında hiçbir sorun olmasa da 16 yaş, gençlerin kendileriyle ve hayatla kavgalı oldukları dönemdir. Bu dönemde duygular zaten karmakarışıktır. Bugün delice sevdiğinden yarın ölesiye nefret edebilir. Üstelik de yaşadıklarının suçunu birine atmaya çabalamak o dönemdeki bir genç için hayata tutunma yoludur. Yakup’un, Fatma‘nın hele hele onları anne şefkati sunan Kader’in doldurmaları, Hasan’ı da Bedriye’yi de anneye düşman eder. O yaştaki ve şartlardaki çocuklardan yetişkin mantığı beklemek mümkün değil ama benim orada da yine Gülperi’nin tavrıyla sorunum var. Açıkçası kayınpederine karşı müthiş bir mücadele gösteren kadının 16 yaşındaki iki çocuğa daha net bir duruş sergilemesini bekledim, ben. Sorunları zamana yaymak ve zamanla çözmek istemesini anlıyorum ancak galiba anne otoritesini ve anne gücünü hissettirecek daha kesin hamleler görmeye ihtiyacım vardı. Parkta, çocuklarının karşısında kaldırım kenarına çökmüş oturan Gülperi bende o netliği uyandırmadı.

Taşkın ailesi bütün fertleriyle bende çok daha “gerçek” duygusu uyandırdı. Sadece Güneydoğu’da bir aşirette değil, maalesef Türkiye’nin her yerinde sıklıkla karşılaştığımız bir zihniyet var, o ailede. Torunları evladının emaneti, soyunun devamı gören ve anneyi hiçe sayan dede anlayışı; gelinini baştan beri rakip kabul edip onu ezmeyi görev edinen “kaynana” mantığı, yeğenlerine annelik etmeyi anne olamamanın telafisi sayan hala duygusallığı, ağabeyinin karısını kendine “hak” sayan erkek şerefsizliği ne yazık ki farklı varyasyonlarına her gün her yerde şahit olduğumuz durumlar… Ağabeyinin karısına saldıran oğluna “Yengeni istediysen bunu söylersin geleneğe göre icabına bakılır.” diyen Yakup Taşkın’a “Hay size de sizin geleneğinize de …” diyecek kadar öfkelenmem de bunun tekil bir örnek olmamasından kaynaklanıyor. Yakup Taşkın, gücü ve kurnazlığıyla her yolu deneyip soyunun devamı saydığı ve topraklarının bekçiliğini ettirmeye kararlı olduğu özellikle de erkek torunlarını geri almak için her şeyi yapar, yapacaktır da… Bunun için reşit olmayan kız torununu bir akrabasına peşkeş çekmekte hiçbir sakınca görmedi zaten.

Son dönemlerde yerli dizilerde bu tür sosyolojik sorunlara vurgu yapılması yaygınlaştı. Aslında bu, bizde uzun zamandır eksikliği duyulan bir durumdu ve bu artış kişisel olarak beni çok mutlu ediyor. Etkili olur mu bilemem ama konuşulması ve gösterilmesi bile bir aşama. Bu açıdan da öykünün vermeye çalıştığı sosyal mesajlı çok yerinde buldum.

Avukat Kadir; geçmişiyle, bugünkü duruşuyla ve ailesiyle bana Gülperi’ye göre daha iyi tanımlanmış göründü. İlerleyen dönemlerde yaşanacak bir “yasak aşk” a sağlam bir zemin oluşturuluyor, anlaşılan. Bu sekansta en sevdiğim taraf “sorunlu bir eş” profili çizmek dışında Şeyma’nın neden sorunluğu olduğuna yapılan vurgu oldu. Böylelikle karakter sığ olmaktan kurtarılacak ve daha anlaşılır olacak gibi görünüyor.

“İpten adam alır” diye tanımlanan Avukat Kadir’in, Yakup Taşkın’ın tehditlerine karşı dimdik durması da “Ben bir Cumhuriyet kadınıyım!” vurgusu yapan hâkimin rüşvet ve tehdide boyun eğmeyişi de güzeldi ama kimse kusura bakmasın mahkeme sahnesini bana hiç ama hiç gerçekçi gelmedi. Bizim yargılama sistemimizde avukat “evrak derleyen” adamdır. Mahkeme de derlenen evraklar üzerinden yürür. Ne son dakika tanık çağırmalar ne karşı tarafın avukatını susturmak için “itiraz etmeler” vardır. Fazla Amerikanvari ve hayali bir sahne olmuş.

Hikâyenin ve karakterlerin bütün olumlu yanlarına, castın genelde doğru oluşturulmasına karşın ben kurulan dünyanın içine girmekte çok zorlandım. Bölümün ritmini de yanlış buldum. Gereksiz uzatmalar ve tam tersi uzatılması gereken yerlerin alelacele geçiştirilişi, öyküye kapılıp gitmemi engelledi. Çok daha dinamik, çok daha çarpıcı ve duygusuyla izleyiciyi alıp ekrana bağlayan bir bölüm beklemiştim.

İkinci bölümü çok da merakla beklediğim söylenemez ama yine de dizinin sürekli izleyicisi olup olmayacağımı şimdilik kestiremiyorum. Birkaç bölüm daha şans verip gidişata bakmak en doğrusu olacak, galiba.

Reyting yarışının giderek daha kıyasıya bir hâl almaya başladığı bu sezonda Gülperi’nin ayakta sağlam durabilmek adına çok daha dinamik, duygusu iyi verilmiş bir ikinci bölüme ihtiyacı var, bana sorarsanız.  Yolu açık, şansı bol olsun.

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.