Yazar: Ayça AKMAN

Kağıt Ev, derdi olan bir proje. Bazı kavramları sorgulamaya çalışmak, başka pencereden bakmak, seyircinin aklında soru işaretleri oluşturmayı denemek takdir edilesi bir çaba, hele hele anne babanın yanlış tartan vicdan ve adalet terazisiyse söz konusu olan.

Kağıt Ev CemreŞöyle bir yukarıdan bakınca gördüğüm, karşımızda kötü şeyler yapmak zorunda kalan iyi insanların öyküsü var ve acı bir ironi bu. Aslında cinayet gibi bir konuyu ele alış şekliyle acaba kara komediye göz mü kırpacak diye düşünmüştüm tanıtımları izlediğimde. Ne var ki iki saati aşkın sürenin sonunda Cihan ve Aylin’in yaşadıkları “ fırtına” sonrası sığındıkları liman, kederli bir gülümseme oluşturmak şöyle dursun ufaktan kanımı dondurdu benim, tabii ki bunda Helin Kandemir’in “ Cemre” sinin payını yadsıyamam. Öykü sondan başlayıp bir flashbackle otuz üç saat öncesine dönmeyi seçmiş. Bu benim hiç sorgulamadığım ancak dozu ayarlanmazsa sürprizi bozarak seyir zevkini etkileyebilecek bir seçim, nitekim öyle de oldu. Tanıtımı izleyen benim gibi meraklı seyirciler kurbanın “hizmetçinin kızı “ olduğunu en başta öğrendiler. Eee, Cemre’nin “Babamın sevgilisiydi, ben öldürdüm” itirafını da henüz girişte duyunca benim açımdan merak edilesi tek husus, Fırtınaları bahçelerine ceset gömme aşamasına getirecek ruh hâli oldu. Bu yüzden cinayetin işlendiği ana kadar her şeyin çok yavaş ilerlediğini ve sıkıldığımı, temponun ancak ikinci yarıda açıldığını ve anlatımın ilgimi çekmeye başladığını söylemek zorundayım. Keşke diyaloglar biraz daha çarpıcı ve atmosfer daha karanlık olsaydı diye düşünmeden de edemedim doğrusu, bu da içimde kalmasın.

Cemre, on altı yaşında sevimli, çıtı pıtı bir genç kız uzaktan gören biri için. Ancak ben, onun öldürürken İnci’ye sarf ettiği sözü ona aynen iade edeceğim: Melek yüzlü şeytan! Ve bunu ekrana çok iyi yansıtan Helin Kandemir’i tebrik etmek lazım şüphesiz, çok sevdim. İnsan psikolojisi el örgüsü gibidir arada bir ilmek kaçar da fark etmezsen hiç beklenmedik bir anda tamamı sökülür gider. Cemre’de de bir defo var, ne psikiyatristinin çözebildiği ne de anne ve babasının bulmaya çalıştığı ve bu kusur onu on altı yıl gibi kısacık bir zaman diliminde yemiş bitirmiş. Babacı olmak, babayı delicesine sahiplenmek ve çok sevmek, onu kaybetmekten korkmak sıradan bir insanı vahşice cinayet işlemeye sevk etmez. Cihan’ın da dediği gibi “Duygulardır insana cinayet işleten” tamam. Kıskançlık, öfke , sevgi… Ama hepsinin altında bir kompleks yatar ve Cemre’ninki henüz çok muğlak. Elbet, devamlı “Tatlı sana dokunuyor, fazla yeme!” uyarılarının altında öfke nöbetleriyle bir bağlantı var mı sorusunu da sordum lakin bu bile beni ikna etmez konumuz cinayet olunca. Ne yaşadı da kardeşini horlayacak, annesini yok sayacak noktaya geldi? Bilmiyoruz. Sırf canını acıtmak için “Babam kadar ünlü olamadığın için mi böylesin?” dediği annesinin ondan ümidi kestiğini düşünüyor ve ben Cemre’nin okulda da başarılı olduğunu düşünmüyorum. Henüz ortada bir şey yokken İnci’ye gösterdiği kaba ve aşağılayıcı tavrın altında da onun hukuk fakültesindeki başarısını kıskanmasının yattığını görmek zor değil. Ünlü olmak, herkes tarafından konuşulmak istemek ekranda boy gösteren babayı rol model alan bir evlat için garip sayılmaz amma madalyonu çevirip bakınca “Görün beni!” haykırışı olarak da okunabilir rahatlıkla. Cemre Fırtına büyük bir soğukkanlılıkla sorgulamadan kurbanın başını vura vura cinayet işledi ve şimdilik bundan zerre pişmanlık duymuyor! Çünkü arkasında dağ gibi iki insan var, Avukat Aylin Fırtına ve Ceza Hukuku Profesörü Cihan Fırtına! Anne baba değişmeden o da değişmeyecek ve bu değişimin çok sancılı olacağı şimdiden belli oldu.

Ebeveyn olmak öğretilecek bir şey değil ve herkes anne baba olmamalı diye düşünenlerdenim ben. Niyetleri ne kadar temiz olursa olsun Fırtına ailesi Cemre’de büyük bir hata yapmış. Baba sevgiye boğarak ve “hayır” demeyerek problemi örtmeye çalışmış, diğeri araya mesafe koymuş ve otoritesini kaybetmiş. İki normal kardeşin arasında büyür gider diye bakmışlar ama ters tepmiş. Aylin eğer “Ben nasıl bir çocuk doğurmuşum? “ diye ağlasaydı hiç yadırgamazdım. Fakat bir anne “ Ben nasıl bir çocuk yetiştirdim üzülmedi bile?” diye sinir krizi geçiriyorsa hatasını biliyordur ve kızını koruma içgüdüsünün altında kendi hatasının üstünü örtme, başkaları tarafından kınanma kaygısı vardır. Nitekim cinayet mahallini bozan, Cihan’ı zorlayan “Bir şey düşün, kızımızı kurtar, İnci gitti ama Cemre’yi kurtarabiliriz!” diye suç işlemesi için önünü açan da o oldu. Cemre de Aylin ve Cihan da benim için empati kurması zor karakterler. Evlat için hangi sınırlar zorlanır? Başkası yapsa onu içeri attıracak iki insan, söz konusu kızları olduğunda nasıl karanlık tarafa geçebilir? Burada inandırıcılık konusunda bazı çekincelerim var. Vicdanın terazisi doğru tartınca ne olacak? Artık üç suçlu var ailede. Ceset yoksa cinayet de yoktur ama nereye kadar? Aynı zamanda olay yeri inceleme uzmanı olan Cihan’ı İnci’nin cesedi üzerinde çalışırken görmek, kanıtları ortadan kaldırırken izlemek, İnci’nin annesi Gülsüm Hanım ailenin minik kızları Melisa’yı gözünden sakınırken onların Gülsüm’ün kızı İnci’yi gömmelerine şahit olmak, izleyici olarak benim için nereden bakarsam bakayım sinir bozucuydu. Buna en ucuz erkek tavlama taktiklerini yutup Azra’nın avucuna düşerek karısını aldatan Cihan’ın kifayetsizliği de eklenince gözümde hiçbir ağırlığı kalmadı o “Profesör” unvanının. Cemre, annesini aldattığından şüphelendiği babasının yanında, Aylin’e “Babam seni aldatsaydı onu boşar mıydın?” sorusunu sormakla büyük bir iyilik yaptı bana kalırsa. “ Boşamakla kalmam, öldürürüm, yok sakat bırakırım” cevabını küpe yapsın kulağına Cihan, benden söylemesi.

Azra, maalesef tiplemeden öteye geçemeyen psikolog ve televizyon programı sunucusu kimliğiyle benim her sahnede sinirlerimi zıplatan bir kadın profili çizdi ve bu hâliyle ikna edici olmaktan çok ama çok uzak. Psikolog olmak psikolojik sorunlardan muaf olmak değil ve onun da ciddi sorunları var gibi görünüyor. Azra’nın Cihan’a olan ilgisi, takıntı boyutunda. Hiç şüphem yok eğer reddedilirse aileye musallat olup başına çorap örmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacağına ki Cemre’ye oynayarak bunun ilk sinyallerini verdi. Hasbelkader cinayetle ilgili bir koku alıp peşine düşmesi ve şantaj malzemesi olarak kullanması da mümkün, çünkü hamurunda var!

İlahi adalet çarkı belki yavaş döner ama ince öğütür. Henüz farkında değiller ama Aylin ve Cihan, hem içerden hem dışardan ağır ağır kuşatılıyorlar. Cinayet masası şefi Bülent kolay bir lokma değil ve sezgilerim doğruysa Aylin’le bir geçmişleri var. Ailenin oğlu Mert, sevgilisi İnci’nin peşinde dedektif gibi iz sürecek belli ki evine gitmeyi bile göze aldığına göre. İnci’nin anne ve abisinin de Fırtına Ailesi’nden yardım isteyerek farkında olmaksızın vicdanlarına oynayacağı çok açık. Tabii bir de evin minik köpeği var! Ben olsam hiç hafife almazdım zira bayılırlar toprak eşelemeye 🙂

Kağıt Ev’ in dünyasının beni çok içine çektiğini söyleyemem ancak mekânları fena bulmadım. Çekim açılarında ve planlarda ekstra bir özen görmedim fakat gece çekimlerini daha çok sevdiğimi söylemeliyim. Müziklerde de bölüm içinde ayırt edici bir tını aradı kulaklarım ama bulamadım ne yazık ki. Castta gözüme çarpan bazı oturmamışlıklar vardı fakat geneli etkilemez kanaatindeyim. Pazartesi çok zor bir gün ve totali cezbeder mi konusu emin değilim. Yolu açık, şansı bol olsun.

Böyle zor bir zamanda yazan, yöneten, oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık…

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.