YAZAR: Ayça AKMAN

İster komedi olsunlar ister dram bir seyirci olarak projelerden beklentim duyguyu spontan olarak geçirmeleri yani güldürmek ya da duygulandırmak için aşırı efor sarfetmemeleri. Ancak o zaman hikaye doğallığını koruyor ve karşıya teklifsiz geçiyor.Kardeşlerim’in tanıtımlarını ilk izlediğimde de en büyük çekincem bu olmuştu benim.

Kadir Eren ve kardeşlerinin hikayesi bize sunulan adından da anlaşılacağı üzere. Ömer, Kadir, Asiye ve Emel tesadüfler ve talihsizlikler silsilesiyle art arda hem anne hem de babalarını kaybedince hayatın hiç görmedikleri yüzüyle tanışıyorlar, dizinin mottosu da bu noktada devreye giriyor: “Gerçek kardeşlik paylaşılan acıda başlar!” Benim derdim de zaten tam olarak bu acının işleniş şekliyle oldu ne yazık ki. İlk yarım saatte çatışmayı önümüze koyarak benden artı puan alan dizi, kalan yüz dakika boyunca tempoyu iyice yavaşlatarak sırtını sadece ajitasyona yaslayınca nefesimi kesti açıkcası. Öyküde yeni bir şey yok, seyrettiğimiz hiçbir şey yabancı değil bize, hayatın içinden. Hatta daha ağırları gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde neredeyse her gün! Dayı var işe yaramaz, teyze var Emel’i alıp yatılı okula vermekte beis görmüyor, amcanın kendisi var hükmü yok çünkü aralarında çocukları çatısının altına alacak, onlara yuva verecek bir “insan” yok. Cenazeler soğumadan borçlular kapıya diziliyor.Suçlular hem suçlu hem de “güçlü”. Olabilir, çokça üzerinde kalem oynatılabilir bir konunun.Ancak çocukların kayıplara verdikleri tepkiler, o gasilhane sekansları, “örtmeyin yüzünü annem nefes alamaz” lar, içinde “anne” geçen şarkılara boğulan sahneler, hikayede elle tutulur tek bir iyi insan görememek, bitmeyen talihsizlikler o kadar zorlama geldi ki bana o dünyadan da öyküden de istemsizce uzaklaştım,çok üzgünüm.

Veli- Hatice Eren çifti çocuklardan sonra dizinin yegane masumlarıydılar.Yoksul ama gururlu… Cahil fakat şefkatli, sevecen… İyiliksever, hak arayan… Hatice kötü bir tesadüfün ve beklenmedik bir kazanın, Veli karısının ölümü ardındaki gerçeklerin peşine düşmesinin kurbanı oldu. Kadir ve kardeşleri hissettikleri acının ağırlığıyla henüz ince ayrıntıların peşine takılıp bazı “ garip” rastlantıları ve üstü kapatılmak istenen gerçekleri sorgulayacak durumda değiller ama acı biraz soğuyunca akıl tekrar devreye girmeye başlayacaktır buna şüphe yok.

Akif Atakul gerekçelerine ikna olsam da asla empati kuramadığım saf bir kötü. O ve karısı Nebahat evlendiklerinde varlıklı değillermiş.Yokluğun da paranın da kıymetini bilen biri Akif ancak bu öyle bir kıymet bilmek ki zenginliğini ve mevkisini kaybetme korkusu ona iki pardon üç masum insanın hayatını gözünü kırpmadan harcattı. Başka bir deyişle o her kapıyı açan para bu kez cehennemin kapılarını araladı.Kaza yapan arabada şöförünü ve Hatice’yi ölüme terk etmekte bir sakınca görmezken, gerçekleri itiraf ettiği Veli’yi inşaattan aşağı itmekte bir an bile tereddüt göstermedi. Fazla derine inmeden bakınca her iki cinayet de anlık gelişmiş tepkiler olarak görülebilir ancak işin aslı çok farklı! Akif’in nüvesi kötü! Eşini ortağının karısı Susan’la aldatmasını koydum cebe, o adı sürekli yolsuzluk ve rüşvet iddialarına karışmış, işçileri sigortasız çalıştıran, kanunların arkasından dolanmayı alışkanlık haline getirmiş, Suzan’ın deyişiyle gerçekten “ kalpsiz” bir karakter. Aslında onun gibi bir adamın Kenan’la ortaklık kurmuş olmasına şaşırmadım zira duygusuzluk konusunda yarışırlar. Kaza haberini dinleyen Kenan’ın sadece şirket itibarını düşünerek ölümleri es geçtiği bir iki cümlesi bana tek bir şey söyletti: “Birbirinizden bulun!”  Hissiyatım o ki öyle de olacak. Akif tanıklardan kurtulduğunu düşünse de yalanı saklamak zordur çünkü yalan yalanı çağırır ve bunca yalan bir arada pek de rahat durmazlar. Ayrıca Suzan bu ikilinin zayıf karnı, Akif’in aksine onun vicdanı var ve onları rahat bırakacak gibi görünmüyor.

Annelerinin elinden çıkmış sütlaça son kez kaşık batıran dört kardeşin masadaki sessiz acısı sanırım açık ara en beğendiğim sahneydi. Orada Kadir’in 19 yaşında bir reşit olarak“ Bundan sonra anneniz de babanız da benim “ demesi hiçbir soruna çözüm olmadığı gibi işleri daha da karmasık hale getirdi. Liseden terk, elinde diploması da hayat tecrübesi de olmayan bir abi Kadir. Buna kuru gururu da eklenince son kertede bir kümese muhtaç hale geldiler. “Gurur karın doyurmaz” dememişler boşuna. Ha, kendisini tokatlayan tamirciye “Eyvallah” dememesine değil itirazım. Onları evinde barındırmak istemeyen Şengül Yenge’sinin tuzağına düşüp guruna yenilmiş olmasına. Bazı haklar söke söke alınmak ister,ne yazık ki Kadir henüz bu olgunluğa erişmiş değil. Kaldı ki yaşadıkları acı o kadar ağır ki aklın şimdilik devre dışı kalmış olmasını da yadırgamıyorum. Şöyle bir baktığımda Kadir’in önünde iki yol olduğunu görüyorum. İsmet ona inşaatta iş bulursa ve o işçilerin sigortalarının ödenmediğini bunun da polisten saklandığını öğrenirse buradan yürüyüp patronları babası üzerinden sıkıştırmak isteyebilir. Yahut ameliyathane önünde sorduğu “Annemin Akif’in arabasında ne işi vardı?” sorusuna geri döner ve Akif’i taciz etmeye başlar.Yalnız tüm bunları yapabilmesi için Asiye ,Ömer ve Emel’i gözü arkada kalmayacak şekilde toparlaması gerek ki para olmadan bir çırpıda bu barınma meselesini çözmesi zor görünüyor.

Gelelim çocukların Orhan Amca’ları ve Şengül Yenge’lerine… Çok net söylüyorum bir an ikisini de enselerinden tutup kapının önüne koymak istedim! Orhan’ın ezikliği beni benden aldı, ona can veren Cüneyt Mete’yi tebrik etmek lazım.Diğer yandan Şengül bana fazla tipleme geldi ki bunu kırmanın tek yolu biraz daha derinleşmek ve karakterin tepkilerini bir tık küçültmek. Şengül öyle bir kadın ki ne “dur”u var ne “sus”u. Vicdan pek civarına uğramamş ve söz konusu bir parça fedakarlık olduğunda tırnaklarını çıkarıveriyor. Onun sevginin ve merhametin ne demek olduğunu bildiğinden bile emin değilim çünkü burada üvey anne klişesini mumla arattı. Asiye’ye okul yerine gündelikçiliği layık görmesi, çocukların eve para getirmesini beklemesi, yedikleri bir lokmaya gözünü dikmesi bir yanda para kazanmak için parmağını bile oynatmadan hazır yemeye alışmış bir kadın olması diğer yanda… Emel’i bile doktora yarım yamalak gösterip kendisinden başka hiç kimseyi odağına almayan bu kadının da benim lügatımdaki karşılığı “ kötü”. Onun mezarlıkta Suzan ve Nebahat’e nasıl yaklaştığını gördüğümde o taraftan gelebilecek herhangi bir teklife de baliklama atlayacağını hissettim.Orhan’a da söyleyecek çok şey var ama… Karısı Şengül’ün kredi kartı borcunu ödemiş rahmetli erkek kardeşi, bu yüzden üç aylık kirasını verememiş ve dört yeğen bu yüzden kapı önüne konuyor! İnsanın biraz yüzü kızarır yahu! Karısının evi terkederim blöfünü yemediğine ama böylesinin işine geldiğine şüphem yok. Ne diyeyim “Yaşattıklarını yaşamadan ölmesinler!”

Akif’in kızı Melisa karşı cephedeki gençler arasında şimdilik insanlığını ve empati duygusunu kaybetmemiş tek karakter olarak görünüyor. Onun Hatice’ye olan sevgisi ve bağlılığı, Ömer’lle ilişkisi yakaladığı itirafları ve ipuçlarını öksüz ve yetim kardeşlerle paylaşmaya iterse hiç şaşırmam.

Dizinin kurduğu dünyayı, mekan seçimlerini beğendim. Kurgu ve flashback kullanımı da benden geçer not aldı. Ne var ki havadan çekimlerin fazlalığı hoşuma gitmedi ve izleyiciyi sahneden soğuttuğunu düşündüm tabii amaçlanan buysa söyleyecek bir şey yok. Castta da genel olarak hiçbir olmamışlık yoktu. Daha önce belirttiğim gibi hikayenin işlenişiyle ilgili ciddi sıkıntılarım var ve bu da benim dizinin kurduğu evrenin içinde kalmamı çok zorlaştırdı. Şarkıların duyguyu desteklemek yerine duygu oluşturmak için kullanılmasını sevmedim.Günün sonunda alıcısı olduğum bir hikaye değil bu ancak castı ve hikayeyi kendisine yakın bulan Total seyircisinin ilgi göstereceği kanaatindeyim. Yolu açık şansı bol olsun.

Böyle zor bir zamanda  yazan, yöneten oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık…

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.