YAZAR : Şeyma BULUT

Kadere inanıyor musunuz? Her şeyin önceden belirlendiğine, yaşayacaklarımızın bir yerlerde yazılı olduğu anlayışını kabul ediyor musunuz? Ben etmiyorum. Bugüne kadar da asla kaderci biri olmadım. Tam tersine insanın kendi kaderini tayin ettiğine inanıyorum. Bunun yolu da yaptıkları seçimler. Hayatımız, yaptığımız tercihler doğrultusunda biçimlenir.

Geçtiğimiz hafta Cam Tavanlar’a Leyla’nın ne seçim yapacağı sorusuyla veda etmiştim. Aşkı ya da huzuru, duygularını ya da mantığını tercih edecekti. İskender, ona huzurlu ve güvenli bir alanda nefes alma imkânı verebilirdi ama Leyla, bu seçimiyle asla mutlu olamazdı. Mantığı ona başka şeyler söylese de kalbi, ruhu tek bir insana ait. Rahmetli anneannem “Bir yuvaya kalbinde bir ateşle girersen hem kendini hem de içindekileri yakarsın!” derdi. Ben buna çok inanıyorum. Mantık üzerine kurulu ilişkiler, ancak tarafların başkasına karşı yanan bir ateşi olmadığı sürece insana huzur verebilir. Aksi hâlde insan, sadece kendisini değil karşısındakini de sonu gelmez bir mutsuzluğa sürükler. Leyla da bunu görmüş olacak ki daha yolun çok başında İskender’e “Biz olamayız, yapamam!” diyerek o arabadan indi. Onu ilk tanıdığım günden itibaren aldığı en doğru kararlardan biriydi. Tamam belki koşa koşa Cem’e gitmedi ama çocukluk yıllarından bu yana sürekli kendi güvenli alanında kalan bir kadın olarak ilk kez o alandan kendi isteğiyle ve yanmayı göze alarak çıktı.

Leyla’nın bu hareketi ilk bakışta “Aman canım, sevdiği insanı seçti, ne olmuş?” gibi görünse de aslında öyle değil. Leyla gibi içine kapanık, duygularını kabul etmekte zorlanan, üzülmekten deli gibi korkan bir insan için bu, çok büyük bir adım. Aynı zamanda artık içine sığındığı kabuktan çıkmaya başladığının da en bariz göstergesi. Aslında ben buna sadece ilişki olarak da bakmıyorum. İlk adımı atmasını aşk sağlamış olsa da bir noktadan sonra, bunu tüm hayatına entegre edebileceğine inanıyorum. Ondaki en büyük eksikliği cesaret olarak görüyor; bir türlü gereken adımları atamıyor, kendini kabullenemiyor diye hayıflanıyordum ya işte, tam istediğim noktaya geldi.

Aşk insanı değiştirir. Leyla da bu aşkla eskisinden daha farklı, daha cesur olma yolundaki ilk adımı attı ve kendi isteğiyle “Filmin devamını izleyelim mi?” diyerek Cem’le arasındaki mesafeyi kapatıp onu hayatına kabul etmiş oldu. Leyla’nın attığı bu adıma en az Cem kadar ben de şaşırdım aslında. İskender’i tercih etmediğini söyleyip geri çekilir sanıyordum ama öyle olmadı. Basbayağı Cem’in karşısına dikildi ve birlikte yanalım, dedi.

Geçtiğimiz haftalarda artık bu ilişki için adım atması gereken tarafın Leyla olduğunu söylemiştim. Cem, yine kendi gitseydi aklında hep bir soru işareti olacaktı. Karşısındaki kadını tercih yapmaya zorlayan taraf olacaktı. Zaten bu yüzden Leyla o arabaya bindiği andan itibaren kendini tamamen geri çekti ve içinde Leyla’yı bitirmeye çalıştı. Karşıdan bakıldığında İskender gibi mücadele etmesi rahatlıkla beklenebilirdi ama bu, Cem’i tam anlamıyla da mutlu etmezdi. Bunu anlayabilmek için Cem’in o buzhanede anlattıklarını hatırlamakta fayda görüyorum.

Cem Tuzcu’nun hikâyesi aslında bana çok tanıdık geliyor. Kadın, zengin adamla evlenmek için bebeğini koz olarak kullanır, adam da evlenmeye mecbur kalır. Dünyaya gelen çocuk sadece bir araçtır, amaca giden yolda kullanılan bir yöntemdir. İşte o bebek, Cem’den başkası değil. O, aşkla bezeli bir evliliğin meyvesi değil, annesinin sınıf atlamak için kullandığı bir proje, babasının da mecburiyeti olmuş. Yani Cem daha kendi ailesinin bile tercihi olmamış bir insan. İlk kez bir insan, ona kendi isteğiyle gelsin istedi. Cemal’le konuşurken “Beni tercih etmesini bekledim!” derken aslında bu bir isyandı. Sadece âşık olduğu kadının gitmesine değil, gerçekten sevilmeyişine de bir isyandı, bu.

Cem, Leyla’nın hayatına girdiği andan itibaren ona bir ganimet muamelesi yapıp kendini saçma sapan bir mücadele içine sokmadı. Kararı Leyla’ya bıraktı ve köşesine çekildi. Yani İskender gibi, Leyla yanına gelince karşısındakine zafer gülümseyişiyle bakmadı çünkü ortada gerçek bir aşk varsa orada zafer, galibiyet olmaz. Olduğu zaman da adı, aşk olmaz. Bu sebeple Cem’in bu hareketini çok doğru ve takdir edilesi buluyorum. Özellikle erkek gibi doğası rekabete, mücadeleye çok açık bir cinsin bu şekilde davranması dizide dahi olsa bana umut verdi, ne yalan söyleyeyim. Umarım ikisi de attıkları bu adımın arkasında dururlar ve ben de aşkın gücüne yeniden inanmaya başlayabilirim.

Cem ve Leyla birbirlerine adım atmış olsalar da ne yazık ki sorunlar henüz bitmiş değil. Özellikle de Suna’nın geçmişten çıkıp gelen bir hayalet gibi yeniden ilişkilerinin üzerine karabasan gibi çökmesini düşünecek olursak durum daha da karışık hâle geldi. Seneler önce Suna’nın Cem’in hayatındaki insan olması, Leyla’nın ilk görüşte âşık olduğu adamdan ayrılma kararı almasına sebep olmuştu ve şimdi yeniden aynı noktalar. Leyla yine tam kalbini açtığı anda karşısında Suna’yı gördü. Ancak ben biraz karıştım o konuda. Yani ortada çok hastalıklı bir durum var bence.

İlk bakışta da anlaşılacağı üzere Suna çok normal bir insan görüntüsü vermiyor. Cem (bence Leyla’dan önce) Suna’yı sevmediği için ondan ayrılmaya karar vermiş ama anladığım kadarıyla, Suna öyle hemen ayrılığı kabul eden kadınlardan değil. “Sensiz ölürüm ben!” diyen, âşık olmaktan çok takıntı hâline getirdiği adamı, hayatında tutmak için her şeyi yapacak bir insana benzettim. Yıllar önce Cem onu sevmediğini söyleyerek çıkmış gitmiş hayatından, yalvarsa da ikna edememiş ve yıllar sonra arabasıyla adım adım takip edip ve sonunda karşısına çıkarak “Bak, hayatında kimse yok; sen de hâlâ beni seviyorsun!” bakışıyla karşısına dikildi.

Hadi diyelim ki yeniden şansını denemekti niyeti, Cem iş için ayrıldıktan sonra hesap soracak bir edayla neden Leyla’nın karşısına dikildi? Bunlar bana kendini bilen, gururlu bir kadının yapacağı hareketler gibi gelmiyor açıkçası. Gelecek bölümlerde ne olur bilmiyorum ama Suna’nın geri gelişi birçok taşı yerinden oynatacağa benziyor. Bekleyip göreceğiz.

Leyla ve Cem sekiz sene önce geldikleri noktadalar şimdi. Her şey aynı, sadece zaman ve mekân farklı. Burada Leyla’nın nasıl bir tavır alacağı çok önemli. Ya yeniden önünde durana inanacak ya da sevdiği insana güvenecek. Yani ya zincirlerini kırarak cennet bahçesini seçecek ya da yalnızlığın cehennemine geri dönecek, tercih onun!

Yazımı bitirmeden önce bahsetmek istediğim bir konu daha var : Haldun Toraman.

Cam Tavanlar dizisi başladığı günden bu yana Cem ve Leyla üzerinden kadın ve erkek ilişkilerini anlatırken yarattığı tiplemelerle de toplumdaki bir grup insanı ekrana taşıdı. Bunlardan en dikkat çekeni de şüphesiz ki Haldun.

Ben aslında bu adamı çok yakından tanıyorum. Eril egosuyla kadına zerrece değer vermeyen, her şeyi güç ve prestij zanneden, maddi gücüyle insanları ekarte edebileceğini sanıp güçlü olmaya çalışırken aslında bu güçle içindeki ezik, özgüvensiz adamı saklamaya çalışan biri, o. Hemen her kadının hayatının bir döneminde maruz kaldığı bir erkek tipi. Mesela Leyla’yı yenmek istiyor ve bunun sebebi olarak da prestijini bahane ediyor ama gerçek çok başka. Onun derdi Leyla değil, kaybetmek. Hele de bir kadına kaybetmek. Onun asla tahammül edemediği gerçek bu. Bunun olmaması için de her türlü şeyi yapacak kadar da tehlikeli biri ama kaybedecek. Ne yaparsa yapsın bu yolun sonunda onun için bir zafer yok. Savaşları cesurlar kazanır. İçten pazarlıklı ve arkadan dolaşarak hainlikle insanları yok etmeye çalışan herkes, bir gün yok olmaya mahkûmdur.

Haldun sadece iş hayatında değil, özel hayatında da aynı şekilde davranıyor. Senelerce ona hayat arkadaşı olan, kahrını çeken, her derdinde yanında olan karısını parasıyla elinde tutabileceğini sandı. Leyla’nın ardından İnci de hayatındaki canavardan kaçtı. Ben ne yazık ki İnci’yi de gayet iyi tanıyorum. Hayatını tamamıyla kocasına entegre etmiş, kendisi için değil kocası için yaşamış bir kadın o. Süreyya’yla konuşurken “Bana ait hiç bir şey yok, ben yokum!” demesiyle bu gerçeği artık anlamış gibi görünüyor. Size bir sır vereyim mi? Bu hayatta hiç bir zaman geç kalınmaz. Hatanın neresinden dönülürse kârdır.

İnci de artık kendini bulabilmek için ilk adımı attı ve çok da iyi yaptı.

Haldun Toraman’ın karşısında bundan böyle onu yenmek için hazırda bekleyen bir kadınlar ordusu var.

Cam Tavanlar‘da artık saflar belirlenmeye başladı. Bu bir grup kadın, ya bunca yıllık düzeni bozacaklar ya da sisteme karşı kaybedecekler. Neler olacağını hep birlikte göreceğiz…

Bu haftalık da benden bu kadar.

Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin!

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.