Yazar: Ayşe KUTLUHAN

Şeref Dağıstanlı’nın ölümüyle bir devir kapandı ve bir başka devir açıldı. İktidar, babadan oğula geçti ve Şeref’ten boşalan koltuğa Bora Dağıstanlı oturdu. Tam olarak oturdu da denmez aslında. Oturması için Berham Adıvar’dan icazet alması gerektiğini, bizimle beraber Bora da öğrenmiş oldu. Geçen bölümde gazeteye verdiği koca bir sayfa vefat ilanıyla dikkatimizi çekmişti, Berham Adıvar. Ne yalan söyleyeyim adını gördüğümde “İnşallah geliyor gönlümün efendisi!” diye sevinmedim değil. Zira elimizde kötü kan olarak bize sunulmuş iki karakterimiz var: Bora Dağıstanlı ve Rıfat Bilgin. Bora, salon beyefendisi görünümünün yanında takıntılı ve psikopat bir karakter olarak bize gösterilse de, sahaya attığı cesurca adımın ardından kurduğu ilk oyunda yeniliverince ben de bir eksisi olmuş oldu. Babasını öldürerek oyuna büyük başlayan Bora, zaafını altınında ezildi maalesef. Öfkeyle kalkan zararla otururmuş. Kuzgun’un, Bora’nın boşluğunu fırsat bulup çıplak eline temas etmesi, onun öfkeyle önünü ardını düşünmeden anlık kararlar vermesine sebep oldu. Bu da ona hata getirdi. Rıfat’sa Dila’ya olan zaafı yüzünden zaten Kuzgun’a karşı bir sıfır yenik başladı, bu savaşa. Bu yüzden Bora ve Rıfat’ın dışında bu hikâyede iyi ya da kötü dimağımı zorlayacak daha güçlü ve daha planlı bir karakter görmek isterim açıkçası.

Tepedeki isim, Berham Adıvar; zannımca kimsenin yüzünü görmediği, soyadı gibi adı var, kendi yok bir karakter. İçeri girecek olan kişiye o, icazet veriyor ve verilen icazeti Terzi Derviş’e bildiriyor. Terzi, icazet alan kişiye takım elbise dikiyorsa kişi, içeri girebiliyor. Tam bu noktada ben, birinci bölüme bir yolculuk yapıp geldim, kendi zihnimde. Terzi’nin babasının mezarının başında bulduğu Kuzgun, terzi sayesinde gerçek kimliğine yeniden kavuşan Kuzgun ve yine terzinin takım elbise diktiği Kuzgun var elimizde.  Kuzgun, Terzi’nin kapısından içeri girdiğinde  ‘’Otobüs yolculuğu zordur. Hele de sekiz saati geçti miydi… ‘’ dediydi Terzi, ona ilk önce. Sonra ‘’Neredeydin bunca zaman, Kuzgun?’’ değil de ‘’Neden döndün?’’ diye bir soru yöneltmişti Kuzgun’a. Bu da demek oluyor ki Terzi, Kuzgun’un nereden, neyle ve kaç saatte geldiğini net biliyordu. O arada ikilinin arasında geçen konuşmayı bir hatırlayacak olursak;  ‘’Sen bir terzisin! Bir terzi ne yapabilir benim için?’’ diyen Kuzgun’a, ‘’ Sana bir takım dikerim.’’ diyerek cevap vermişti, Terzi Derviş. Şimdi, bütün bunları tekrar düşündüğümde şayet takım elbise icazetse Kuzgun’a da Rıfat’ın yanına girmesi için Berham Adıvar tarafından icazet verilmiş olabilir diye düşündüm, ben. Bu da bende Berham Adıvar gizeminin daha da büyümesine sebep oluyor. İstemsizce karaktere daha da fazla anlam yüklüyorum. Olaya bu çerçevede bakarsak aslında Terzi Derviş’in, Kuzgun’un yirmi yıldır nerede, ne yaptığını takipte olduğunu ve Berham Adıvar’ın, Kuzgun’un bu savaşın içine girmesini istediğini düşünebiliriz.

Kuzgun’un içindeki ateş dörde bölünmüş bir vaziyette: Rıfat, Dila, Bora ve ailesi. Rıfat’ın güvenini kazanırken har içinde biten gonca güle minnet de eylemedi, Kuzgun. İlk bölümde de dediği gibi, yoluna çıkacak olan herkesi intikamı uğruna ezip geçmeye hazırken Dila’yı da bu yolda kullanmaktan hiç kaçınmadı. Zaman zaman ona yönelik duyguları depreşse de şu anda bunu dizginleyebilecek potansiyeli mevcut. Dila’ya karşı bir set çekip onun duygularını kullanarak oyununa dâhil etmesi, buna en büyük örnek sanırım.  Kuzgun’un, Şeref’i öldürdüğü silahı Dila’ya verip ‘’Boynum kıldan ince, sana karşı.’’ diyerek, kaderini -sözde- ona teslim etmesi, Dila’nın aklıyla kalbi arasındaki gelgitleri için oynadığı sağlam bir kumardı. Kuzgun, bu kumarı kaybederse özgürlüğünü kaybedebilir belki ancak kazanırsa bu intikam yolunda Dila’nın en büyük zaafı olacaktır. Onun, Dila’yı geçmişinin en masum anısı olarak görmesine rağmen onu bu şekilde kullanmasını onaylamıyorum elbette ama  Dila’yı intikamı için kullanmaktan kaçınmayan Kuzgun’un, aslında paketi oraya koyanın o olduğu öğrendiğinde yapacaklarından korkar oldum, açıkçası. Zira her şeyi unutursun; çektiğin acıyı, yalnızlığı, aldığın yaraları fakat bir terk edilmişliği unutamazsın, bir de ihaneti.

Kuzgun, ailesini bu cendereden uzak tutmaya çalışırken Bora’nın kadrajına düşman kategorisinden giriş yapmış oldu. Tek tabancayım diyen Kuzgun’un tetiğine Bora’nın dokunması ve zaaflarını sınaması, onu Küçük Kuzgun ve annesiyle birlikte geçmişe doğru götürdü. Bora’nın onda yarattığı masum bir insanın zarar görme ihtimalinden doğan bir korku değildi. Yeniden kaybetme korkusuydu. Annesi, Kuzgun için böğrüne oturan bir acı oldu, her zaman. Söz konusu yok saydığı ailesinin hayatı olduğunda canının ne kadar yandığını, Kumru’ya kulaklarını tıkarken de musalla taşında uyuyakaldığında gözünün kenarından akan bir damla yaşla da çok net bir şekilde hissettirdi bize, Kuzgun. Çocuk yüreği annesini affettiğini haykırırken çocuk adam yüreği hâlâ direniyordu. Biz, her şeye rağmen ailesinin Kuzgun’un zaafı olduğunu tahmin ediyorduk zaten ancak bu bölüm, Bora sayesinde bunu daha net görmüş olduk. Annesine ve kardeşlerine yardım edemeyişinin onda yarattığı çaresizliği de en derinden hissettik. Sonuç olarak Kuzgun, zekâsı ve Terzi’nin bilgeliği sayesinde doğru yerde yaptığı, doğru hamlesiyle Bora’yı oyun dışı bırakmayı başardı. ‘’Herkesin bir kalbi vardır.’’ diyen Bora, Kuzgun’un kalbini onun ellerine vermek isterken kendininkini plana katmadı ya da sokak serserisi olarak gördüğü Kuzgun’u hafife aldı. Karşısında hırsına yenik düşen Ali gibi bir vasıfsızı görünce Kuzgun da olsa olsa Ali’den hallicedir diye düşündü, muhtemelen. İtiraf etmeliyim ki Bora’nın kurduğu oyun, Kuzgun’un zaafını ölçmek için yapılmış iyi bir plandı. Fakat zamansız ve düşünmeden kurulan oyunun sahibinin ayağına dolanabileceğini hesaba katmadı, Bora. Kuzgun’a olan öfkesi, mantığının önüne geçmiş olacak ki kendi sahasında gol yedi. Kuzgun, bir; Bora, sıfır…

Kuzgun dizisi, bu sezon en çok beklediğim projelerin başında yer alırken aynı zamanda beni en çok hüsrana uğratan işlerden de biri oldu diyebilirim. Tanıtımlarında bize sunduğu profile aykırı bir karakter seyretmek, kimseyi memnun etmemiştir muhtemelen. İlk bölüm seyirciye lanse edilen, zeki ve planlı Kuzgun’dan diğer bölümlerde hiçbir esinti görmememiz bir yana, kayıp bir karakterle karşı karşıyayız şu anda. Babasının intikamını almak umuduyla ayakta kalmış ancak hiçbir şekilde bir plan, program yapmamış, zekâsına dayanarak anlık planlarla kendini en tepeye taşımaya çalışan bir kimlikten öte değil, Kuzgun. İstanbul’a gelmeden önce nasıl bir hayata ya da nasıl bir kişiliğe sahip olduğuna yönelik ufak tefek kırıntılar dışında genel olarak pek bir bilgimiz yok. Tablo buyken benim için Kuzgun, tamamen belirsizlikler içinde çırpınan bir karakterden ibaret. Hedefi, düşmanlarını aşağı çekip kendisini en zirveye taşımak ancak bunu nasıl yapacağına dair elle tutulur, keskin bir planı mevcut değil. ‘’Yeniden doğmam, yirmi yılımı aldı.’’ cümlesine karşılık bu Kuzgun, bana oldukça yetersiz geldi; ilk beş bölüm için. Yeniden doğmakla bahsettikleri şey, gerçek kimliğini kaybeden Akça Görgün’ün, yeniden eski kimliğine kavuşup Yusuf Cebeci’nin oğlu, Kuzgun Cebeci olması değilse şayet. Zekâsına söyleyecek pek lafım yok. Allah için, anlık da olsa oyununu o kadar müthiş kuruyor ki ağzımız açık kalıyor. Yeter ki öfkesini ve zaaflarını kontrol etmeyi başarabilsin ve uzun vadeli planlar yapabilsin.

‘’Al birini, vur ötekine.’’ diyor insan Kuzgun ve Dila karakterlerini anlamaya çalışırken maalesef. Gözde büyütülmüş fakat işleve gelince içi boş bırakılmış kimlikler diyebilirim. Her geçen bölümde bir ânı diğer anına uymayan ve oldukça tutarsız bir karakterle karşılaştıkça “Nerede o intikam alacaksın, aldırtmam!” diyen kararlı kadın diye sormadan edemiyor insan, Dila için. Ortaya bir iddia atıyorsan altını da doldurmak gerekir diye düşünüyorum. Bir gün posta koyuyor, Kuzgun’a; ertesi gün çocukluk anıları depreşip sürprizler hazırlıyor, ona. Bir gün çalışanımsın diyor; ertesi gün aşkını ilan ediyor. Geçmişinden bir parça gördüğü adama aşkı karşılıksız çıkınca da önüne bir set çekebiliyor. E hani, Kuzgun senin geçmişinden kalan en masum parçaydı! Aşk yoksa arkadaşlık da mı yok, Dila Bilgin? Hadi, söz konusu Kuzgun olunca mantıkla duygusallık çarpışıyor ve ortaya saçma sapan görüntüler çıkıyor diyelim. Buna az da olsa anlam verebilirim ya Şeref’in öldürenin Kuzgun olduğunu öğrenen Dila’nın yaşadığı o gelgit ne kadar akla mantığa sığıyor? Gerçekten, yirmi yılını sokakta geçirmiş ve defalarca cezaevine girip çıkmış bir adamın temiz kalabilmesine ihtimal verdi mi, Dila? Şayet ben Dila olsam Şeref hastanedeyken ulaşmaya çalışıp da ulaşamadığım Kuzgun’u bir düşününce Şeref’i vuranın o olabilme ihtimalini bir ölçüp tartardım. Neticede intikam için dönmediğini savunsa da bunu yapması için sebepleri mevcut.  Bunu koysak kenara, hayatını elinden aldığın bir Kuzgun varken ortada, onu cinayetten dolayı ihbar etmek yerine ben, ilk önce ondan çaldığım hayatı sorgulardım. Adalet duygun bu kadar keskinse önceliğin babanın karanlık işlerini sermek olsun ortaya, ey yurdum avukatı! Ben anladım, sendeki ne aşk ne meşk! Sende ki saplantıyla karışık garip bir vicdan duygusu. O da bana geçmedi.

Elle tutulur bir bölüm olmasa da bu bölüm geçen iki bölüme oranla biraz daha toplanmış hikâye. Aradaki o boşluklar bir nebze de olsun doldurulmuştu. Füsun’un, Meryem’e anlattıklarıyla Kuzgun’un geçmişine ait aklımıza takılı olan birkaç soru netlik kazanmış olsa da ortada mantığa aykırı bir şeyler hâlâ kol geziyor, maalesef. İkinci bölümde Kuzgun kaybolduğunda böbreğinin çalındığı gerçeğiyle yüzleşmiştik. Polis sorgusundan geçen Kuzgun’un sokaklarda hayat mücadelesi verdiğini bilmemizden olsa gerek, neden çocuk yetimhaneye yerleşmedi diye sorgularken bu bölüm, Füsun sayesinde Kuzgun’un yetimhaneye verildiğini ve orada Akça ismini aldığını öğrendik. Yetimhaneye yerleştirilen Kuzgun’un, defalarca hapishaneye girip çıkmasına pek anlam veremedim açıkçası. Orada bir boşluk var, doldurulması gereken. Yetimhaneden kaçtı mı? Kaçtıysa ne yaptı? Ki kaçsa bile reşit olmadığı takdirde hapishaneden çıktığında tekrar yetimhaneye teslim edilmez mi bu çocuk? Bunun dışında Füsun’un ‘’Ben doğmamıştım daha…  Abimle Kuzgun hapishanede tanıştı.’’ dediği o dönem yaşları aşağı yukarı kaçtı, Kuzgun ve Kesik’in? Kuzgun taş çatlasın o sahnede on üç yaşındaydı. Sekiz yaşında kaybolan Kuzgun, yirmi sene sonra geri dönüyorsa şu an yirmi sekiz yaşında demektir. Eee, bir matematiksel hesaplama yapacak olursak Kuzgun ve Füsun arasında on üç yaş var görünüyor. Füsun’un şu anda on beş yaşında olması gerek bilmem farkında mısınız, sevgili senaristler! Geçmiş zaman flashbacklerine tarih koymanız daha mantıklı olacak gibi geldi, bana. Yine de siz bilirsiniz; inandırıcılık seviyesi bu şekilde yerle yeksan. Çok fazla matematik yaptım biliyorum. Bölüm yeteri kadar beynimizi yakmışken hem de.

Nereden bakarsan bak, bir olmamışlık mevcut ortada Kuzgun dizisine dair. Söz konusu işin ucunda Barış Arduç olduğundandır belki de bu olmamışlık beni üzüyor, ister istemez. ‘’Biri gider, biri gelir.’’ diyemiyorum. Umarım güzel şeyler seyrederiz.

Bölümün yıldızları hiç şüphesiz ki Barış Arduç, Ahsen Eroğlu, Metehan Parıltı ve Hatice Aslan, benim için. Kumru’nun abisinin kapısına dayandığı sahnedeki haykırışı bana o kadar geçti ki abisinin onda yarattığı hayal kırıklığını sonsuz hissettim.  Kuzgun’un o çığlıklara kulak tıkayışıysa benim kırılma noktam oldu. Kalbi ile mantığı arasındaki sıkışmış bir Kuzgun ancak bu kadar hissedilirdi. Seyretmeye doyamadıkların vardır bir de. Sen izlersin o şiir gibi akar. O da hiç kuşkusuz ki Hatice Aslan’dı.  Ben onun Kuzgun karşısındaki çaresizliğini, her sahnesinde yüreğimde hissediyorum. Küçük Kuzgun’un kocaman oyunculuğuna söyleyecek kelime bulamıyorum bile. Muhteşemsin, Metehan Parıltı. Sen tam bir çocuk adamsın. Emeklerinize sağlık.

Kuzgun’la Bora’nın yüzleşmesi ve Dila’nın elindeki delillerle savcılığa gitmesiyle kapadık bölümü. Bora ve Kuzgun savaşı başlamış bulunmakta. Hoş geldin soğuk savaş! Dila’nın son hamlesine yönelik pek bir şey söylemek istemiyorum zira Kuzgun, hayatını Dila’nın ellerine bırakıp seyre durdu. Dila’nın, Kuzgun’a ağacın altında ‘’Senin karanlığının suçlusu benim’’ dedikten sonra ona yeniden ihanet edeceğine pek bir ihtimal vermiyorum. Bu konuda içim rahat. Orada Dila’nın hem babasını hem Kuzgun’u kurtaracağı bir ters köşe var. Savcı karşısındaki o üzgün tavrı da adaleti yanıltmak zorunda olduğundan olsa gerek. Üzülme Dila’cığım, bu ilk değil. Son da olmayacaktır.

Genel Notlarım:

  • Terzi Derviş amcanın, on sekiz yaşında doğum gününde ölen oğlu, boşuna dile getirilmedi diye düşünüyorum. Belki kapanmamış bir hesap mevcut ortada belki de öldü sanılan ancak hayatta olan bir evlat. Her şey bekler oldum. Ha! On sekiz yaşında ölen oğlu, kaç sene önce öldü, boşandığı karısı kimdi, bunlar da muamma. Altının boş olduğunu düşünmüyorum.
  • Kuzgun, Kumru ve Kartal sahnelerinin müptelası oldum diyebilirim. Kuzgun’un kız kardeşine taktığı sevimli lakaplar cabası. Umarım ilerleyen bölümlerde üçüne yönelik daha fazla sahne görürüz.
  • Önümüzdeki bölüm en çok merak ettiğim sahne  Kuzgun, Meryem karşılaşması sanırım. Yanlarında kardeşleri de olsa fena olmaz.
  • Terzi karşısındaki Bora Dağıstanlı’ya gülmedim dersem, külliyen yalan olur. En keyif aldığım sahnelerden biriydi. Bora Dağıstanlı da olsan bir garip terziyi beklemek zorundasın.
  • Kuzgun’un Bora’nın çıplak elini tutmasının ardından elini tuz ruhuyla yıkamasında kaldım sanırım. Bu basit bir titizlik meselesi değil, bence ve altında yatan ciddi bir travma var diye düşünüyorum. Adamın gözünden ateş fışkırıyordu.
  • Küçük Dila’nın, Kuzgun kaybolduktan sonra yaşadığı travmalar iç acıtıcı olsa da bana pek geçmedi, açıkçası. Sekiz yaşındaki bir çocuğun yaşadığı suçluluk duygusuyla sokak sokak çocukluk arkadaşını araması, bu da yetmezmiş gibi Kuzgun’u sorduğu her sokak çocuğuna kıyafetlerini çıkartıp vermesi, pek gerçekçi gelmedi bana. Bizim, bize verilen yaşla ve o yaştaki çocukla ilgili çizilen profille ilgili sorunumuz var. Sekiz yaşında kaybolan ve sokaklarda hayat mücadelesi veren Kuzgun’un yaşayabileceği sıra dışı olayları anlarım ancak şah damarına Dila adını vermesini anlayamam. Sekiz yaşında çocukluk arkadaşı kaybolan Dila’nın üzüntüsünü anlarım ama onun yaşadığı öne sürülen bu büyük suçluluk travmasını anlayamam. Sekiz yaşındaki çocuğa ne anlatırsan, ne öğretirsen onu bilir.
  • Dizinin tek tutarlı karakteri sanırım bizim Antonio Ali. En azından hep nefret ediyor Kuzgun’dan ve hep gereksiz hırslı. Nur topu gibi bir paravan şirket doğuyor Ali’ciğim. Ağa babası da Kuzgun olacak.
  • Bölüm sonunda ekrana aval aval bakarken buldum kendimi. O da ne? Bölüm yarım kalmış resmen. Kuzgun’un kurduğu oyuna yönelik bir flashback verilmesi gerekirdi diye düşünüyorum sonda.

Bölümde emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.

Sevgiyle kalın.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.