YAZAR:Ayça AKMAN

Tim&B yapım imzalı Maraşlı, haberleri düşmeye başladığı andan itibaren merak ettiğim bir projeydi. Bu ilgimin altında yatan Ethem Özışık faktörünü ve bana sıcak gelen castın çekiciliğini de yadsıyamam. İki saati aşkın bir süre sıkmadan kendisini izleten hikâyeye inanmış olarak kalksam da ekran başından, bir “ama” da geldi zihnime oturdu doğrusu.

Maraşlı, pardon “Kahramanmaraşlı” Celal Kün’ün öyküsüne ortak oluyoruz biz seyirciler. Emekli bir özel kuvvetler askeri olan Celal, kızı Zeliş’le mutlu bir doğum günü geçirmeyi hayal ederken konser alanını basan silahlı adamlar tüm planları altüst ediyor ve umutlarına kan bulaşıyor. Köşesine çekilmeyi seçerek bir sahaf dükkânına sığınan Maraşlı, hayatını kızına adamışken hiç beklemediği bir anda ünlü işadamı Aziz Türel’in kızı Mahur’un hayatını kurtaran “alaturka” kahraman pozisyonuna yükseliyor, böylece de hikâye düğümlerini atıp açılmaya başlıyor. Katmanlı bir öykü var karşımızda, ilk yarım saatte derdini ortaya koyup izleyiciyi sıkmayan, karakterlere boğmayan… Bunu sevdim, ancak kurgudaki zaman karmaşası beni bir miktar afallattı. Bir flashbackle açıldı dizi, ardından bir yıl sonrasına geldik. O bir yıl sonrası tam olarak bugüne mi işaret ediyordu yoksa başka bir tarihe mi ben anlayamadım zira istihbaratın sorgu sahnelerini zihnimde bir zaman dilimine oturtamadım ki bu bence ciddi bir handikap. Hâl böyle olunca çarşı biraz karıştı benim açımdan. El yordamıyla ilerleyeyim bari dediğimde ulaştığım sonuç şu: Celal tesadüf eseri Mahur’u kurtarana kadar devrede istihbarat yoktu muhtemelen. Onlar bir şekilde çok sonra iletişim kurup peşine düştüler; Maraşlı, Türel logosuyla elindeki plakayı birleştirince de işbirliği ardından geldi. Ama o soru hâlâ kucağımda duruyor: Ne zaman?

Ethem Özışık’ın kalemi, sağlam kurar hikâyelerini aslında, belli bir standartın altına düşmez hiç. İlerleyen bölümlerde bu karmaşanın da düzeleceğini umut ediyor ufak tefek hataların da gözden kaçmamasını diliyorum. Mesela bir silahın kaç el ateş edebileceğini hesap etmek o kadar zor olmasa gerek yahut muhitteki iki aylık yeni sahaf Celal’in adını bile esnaf zor öğrenmişken adresini nasıl bildiler de Mahur’a söylediler diye sorgulamak zorunda kalmayalım. Polis aksının ayakları da yere biraz daha sağlam basar ileriki bölümlerde inşallah. Sıradan bir mağdur ve failin ifadesine emniyet müdürü gelir mi? Meslektaşıyla yaptığı telefon konuşmasını açık eder mi, bir müdür? “Bir cinayet gördüm, fotoğrafını çektim” diyen bir mağdur varken polisin o hafıza kartının peşine düştüğüne dair bir işaret verilmez mi? Ne diyeyim, düşman hepsinden zeki çıktı, tebrik etmek lazım!

Celal çok sağlam yazılmış, derin bir karakter. Onun derdine ikna olup empati kurmak çok kolay oldu. Yaraları var, bazısı kabuk tutmuş bazısı hala kanayan… O kendisini dumanı tüten patlamaya hazır bir volkan gibi nitelediğinde hangimiz inanmadık ki? Kızı beş yaşındayken eşinden ayrılmış üstüne bir de kızının velayetini almış bir adam var karşımızda. Bu, eski eşine dair soru işaretleri oluştursa da zihnimde onları ötelediğimde kızına çok düşkün bir baba figürü çıkıyor ortaya. Zamanla o babalık duygusunu da alabilirsek harika olacak çünkü Celal herhalde askerliğin sert doğasının, şahit olduğu ölümlerin törpülediği duygularını henüz yerine koyamamış anlaşılan. Maraşlı; sormadan söylemeyen, sessiz, içe dönük bir karakter, gücünü de buradan alıyor. Burak Deniz’in gayet hoş kullandığı o yerel aksanla ağzından çıkan birkaç kelimeyle sınırlı, yorumları da cevapları da. O zihnindekileri kayda almayı, başka bir insanla paylaşmaya yeğ tutmuş. Mahur’la ilk karşılaşmasında sorulan adresi söylememesini bu yüzden ne kadar doğal karşıladıysam hemen ardından gelen geri adımı bir o kadar şaşırtıcı buldum böyle bir karakter için. Ama çok da şaşırmamak lazım aslında, neticede “Mahur güzel isim!” Celal, Türel holdingle kiralık katilin evinde bulduğu plakayı birleştirdiğinde biz de Savaş’ın ardında aileden biri olduğunu öğrendik. Maraşlı, iki ayrı dünyaya iki ayrı kapıdan girdi. Birisi Türel ailesi, diğeriyse istihbarat. Bir kapının anahtarı Mahur, diğerinin anahtarıysa  fotoğrafların olduğu hafıza kartı. Bu dünyaların, hayatında kaplayacağı yer sadece kendisi için değil kızı için de büyük bir değişimin habercisi. Üstelik onun “Mahur” bestesi henüz çalmaya başlamadı bile!

Mahur’la tanışmamız ümit vericiydi. Onu zengin ve şımarık kız kalıbının dışında görmek, aile şirketini elinin tersiyle itip fotoğrafçılık hayalinin peşinden gittiğini ve başarısını ödülle taçlandırdığını öğrenmek, çatışma ortasında kaldıklarında olgunluğuna ve itidaline şahit olmak… Sonra ne oldu? O kız gitti, yerine canı pahasına kendisini korumaya çalışan bir yabancıya şımarıklık yapan, babasına “Rezil olacağım” diye diklenen klişe ve oldukça sığ bir karakter geldi ki bu benim için büyük hayal kırıklığı oldu. Mahur, henüz Celal’in onu korumak uğruna yaralanıp hastanede yattığını bilmiyor, tıpkı Savaş’ın babasını arayıp tehdit ettiğini bilmediği gibi. Ha, bunları öğrenmesi onda bir farklılık yaratır mı, teşekkür için Celal’e aldığı papatyaların öylesine fırlatılmasına mı hıncı bilmiyorum ama annesini kansere kurban vermiş, güne onun sesiyle başlayan yaralı bir kız çocuğundan daha derinlikli sıradışı bir karakter beklerdim ben, olmadı olamadı. En yakınını kaybetmiş bir insan, kaybetme korkusu nedir bilir, bilmesi gerekir. Babasını bu gözle görememiş olmasını da hiç gençliğine veremeyeceğim kusura bakılmasın. Kaldı ki Celal, onu bir değil iki kere kurtardı ve ben can borcunun üzerinde borç tanımam, insan biraz burnunu indirir, boynunu büker! Nihayetinde Mahur, adına yüklenmiş anlamın hakkını verecek gibi görünmedi bana şimdilik amma Maraşlı onun hakkından gelecektir, buna hiç şüphe yok!

Derinlikli bir ana karakterden daha iyi olan şey, karşısında onun kadar derin sağlam bir kötü adam olmasıdır diye düşünmüşümdür hep. Saygın Soysal’ın hayat verdiği Savaş bu kıstasları fazlasıyla karşılayacak gibi görünüyor. Onun gün ışığına korunmasız çıkmasını engelleyen hastalığıyla pekişmiş karanlık taraf göndermesini sevdim. O, karanlık tarafta yalnız değil, ardında başkaları var ve Türel holdingle dolaylı olarak bağlantılı belli ki. Kendi âleminde bile hakkını yedirmeyen Savaş’ın fotoğrafların peşine düşmesinden daha doğal bir şey yoktu, polise ve Mahur’a selam olsun! Maraşlı’yı da eliyle koymuş gibi bulmasını yadırgamadım. Sanırım Savaş ve Celal’in karşılıklı sahnesi açık ara en beğendiğim yer oldu benim. Birbirini tartan iki düşman… Maraşlı’nın gücünü kavrayan ve gören Savaş… Kendini tertemiz ortaya koyan Maraşlı… Bayıldım!  Bu konuşmayı takip eden “Kızı vurun!” emri zihnimde birçok ışığı açıp açıp kapadı. Türel ailesinin göz bebeğini öldürmeye – hele de onlar için çalışırken-  cüret edemeyeceğini düşünerek diyorum ki Maraşlı’nın onu kurtaracağından emin sağlam bir gözdağı vermek istedi ve bunu da fazlasıyla başardı Savaş. Onun gibi oldukça kurnaz ve kıvrak zekâlı bir adamı; ancak ondan daha zeki sıradışı bir insan yönetebilir diyor, Türel ailesinde böyle kaç kişi var ki zaten diye de ekleyerek sessizliğime çekiliyorum.

Mahur’un iki abisi birbirine taban tabana zıt iki karakter. İlhan, parlak çocuk, şirket yönetimini yüklenmiş, halinden hiç de şikayetçi değil. Ama bir söz vardır, bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim! Ozan’ı en yakın dostu bellemişse kendisine, ben şöyle bir durur düşünür, soru işaretimi de koyarım. Gelelim nihilist ve alkolik abi Necati’ye… Onu izlerken aklımda hep “Olağan Şüpheliler” in Keyser Söze‘si dolanıp durdu. En köşede, en silik, en zararsız, en gözden ırak… Hayatın anlamsızlığına âşık…İnsanlıktan top yekun nefret eden… Öleceğini bilen insanoğlunun hayat gailesine takık… Zehir gibi bir beyin… Ben ondan büyük sürpriz bekliyorum, evrene mesajımdır!

İki kadın karakterle tanıştık bu bölüm. Birisi Mahur diğeri de Aziz Bey’in ikinci eşi Firuzan. Ben güçlü, farklı kadınlar görmeyi seviyor ve istiyorum. Şimdilik ne Mahur ne de Firuzan bu beklentimi karşılıyor. Firuzan’ın Aziz’le parası için evlendiği aşikâr. Maraşlı’yı gördüğü andan itibaren radarına alıp çevresinde dolanmasınaysa hiç yorum yapmayacağım. Necati’nin söylediği gibi sadece basit ve avam mı mesele, yoksa Firuzan’ın da derin bağları gizli hesapları mı var zaman gösterecek.

Maraşlı kendisine bir dünya kurmaya çalışmış başımla beraber fakat beni çeken hiçbir olağanüstülük yoktu bu evrende, karakterler dışında. Bu nedenle de dünyasına ikna olduğumu söyleyemeyeceğim. Rejide de sıkıntılarım var ve ekstra bir özen görmedim çekim açılarında. Aksiyon sahnelerinde aşırı sallanan kamera, sahnelerdeki renk seçimi benden geçer not almadı maalesef. Ayrıca Maraşlı gibi iddialı bir yerel karakteriniz varsa jenerikte de bölüm içinde de yerel tınılara yaslanan çarpıcı bir müzik duymak ister seyirci tıpkı benim gibi. Müziğin bütünleyici gücü göz ardı edilmiş ne yazık ki. Yine de her şeye rağmen, merak uyandırıcı bir hikâyesi var projenin ve ben bir süre takipçisi olurum. Zor bir günde yola çıkmış olsa da öyküye ve casta inanan seyircinin takip edeceği kanaatindeyim. Yolu açık şansı bol olsun.

Yazan, yöneten, oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık…

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.