YAZAR:Ayça AKMAN

Masumiyet; ne kadar lekesiz bir kelime, ne kadar saf ve temiz… Ama işte bazen masum değiliz hiçbirimiz. Dizinin tanıtımlarını izlediğimde aklıma gelen ilk şeydi bu. Bu hissiyatla, göz alıcı castın gücünü de koyunca derdi olan hikayenin üzerine beklentilerimi pek de aşağıda tuttuğumu söyleyemeyeceğim.

Sevgili Duygu Asena yıllar yıllar önce  Kadının Adı Yok  romanında ne kadar açık haykırmıştı isyanını karakterinin ağzından: “… Çünkü ezmek, öldürmek isterler! Kadınız biz, ezik olmalıyız! Güçsüz olmalıyız, onlara uymalıyız. Uymazsak, kırarlar, döverler, biçerler… Kadınız…” Bu kitabı bir dizide görmek eski bir dostla ansızın köşe başında karşılaşmaktan farksızdı benim için, yüzüme buruk bir tebessüm yayıldı. Evladının bu kitabı okumasını isteyen Bahar’ın da dediği gibi bu kült roman eski olabilir ama derdi maalesef hiç eskimedi.İsimler değişir; Ela olur, Bahar olur ancak odak hep aynıdır: Kadın!Bu yüzden daraltmak istemiyorum çerçeveyi ve kadına şiddet meselesini birçok yönden ele almaya soyunmuş bir öykü görmeyi içtenlikle diliyorum.

Bu hikayede bir tarafta masumlar var diğer tarafta suçlular. Çoğul kullanıyorum çünkü görmezden gelmek ve suçlunun yanında yer almak da suçu işlemekten farksız benim nezdimde. Ela 19 yaşına girmekte olan çiçeği burnunda genç bir kız. Kalbinin kapılarını açtığı insan neredeyse babası yaşında nişanlı bir adam olunca, ilk aşkı tüm isyanlarına rağmen ne kendisine mutluluk getiriyor ne de ailesine. Annesi Bahar’ın tüm çırpınmalarına rağmen, pastasının mumlarını üfleyip dilek tutarak yeni yaşına girmesi gerekirken, Ela bebeğini doğurmayı planladığı o çok “saygıdeğer” sevgilisi tarafından ölümüne darp edilerek yol kenarına bir “çöp” gibi atılıyor, öykü de burada başlıyor. Olay günüyle açılıp altı ay öncesine dönen akış, tahminlerimin aksine seri bir şekilde olup biteni toparladı ve rejinin flashbacklerle oynayarak yakaladığı tempoyu çok sevdim. Bu, sonunda ne olacağını bilmemize rağmen hem merak unsurunu hem de tansiyonu diri tutan bir yaklaşım olmuş. Gerçi ortalarda biraz ağırlaştı anlatım ama yine de sıkılmadan sona ulaştık. Ağır bir konu var karşımızda ve dramı ajite etmeden vermek çok da kolay bir iş değil. Bu yüzden şiddet sahnesinin verilme şeklini takdir ettiğimi ve gösterilmemiş olmasının bir seyirci olarak bende daha fazla etki bıraktığını söylemeliyim.Umarım şiddeti dibine kadar sömüren kimi yaklaşımlara örnek olur da ekran dilini kullanmanın onlarca yolu olduğunu hatırlatır bir kez daha Masumiyet.

Babası Timur’un ihanetine şans eseri kulak misafiri olan Ela, kendi kendine “ Ben senden daha iyi bir adamla evleneceğim, annem gibi olmayacağım!” sözü verirken başına gelecekleri tahmin edebilir miydi? Sanmam. Yaşın verdiği tüm pervasızlık, heyecan, toyluk ve saflıkla gördüğü tüm işaretleri yok sayarak atıldı sonu belirsiz mecaraya Ela. İlk aşkın kalbinde hissettirdiği fırtına bu kadar kuvvetli olunca, uğultudan kulakları duymadı tüm o ikazları. Çocukluk arkadaşı Umut bile gördü gerçekleri ama anlatamadı. Burçak engel olamadı. Bahar söz geçiremedi. Olgunluk bize muhakeme ve sağ duyu kazandırıyor buna rağmen hata yapabiliyoruz.Ancak Ela yaşında manipülasyona açık, duyguları aklına egemen, kırmızı çizgileri kendisini savunmaya yetmeyen bir genç kızın isyan edip burnunun dikine gitmesi çok da alışılmadık bir durum değil. Bu yüzden onunla empati kurmak zor olmadı benim için fakat o saflığın derecesi ara sıra saç baş yoldurdu inkar edemem.Bu arada isyan demişken, karakterin her duyguyu fazla yüksek verdiğini ve bunun kimi zaman bir seyirci olarak bana yorucu geldiğini eklemezsem içimde kalır. Ela’nın içinde yaşadığı aileyi sık sık sorguladım. Babasının annesini her fırsatta aşağılamasına şahit olmuş bir çocuk kendi cinsini kafasında nasıl konumlandırır, çizdiği ideal erkek modeli nasıl olur? Ve anne olmak için bu acele neden? İlk aşkın tek cevap olduğunu düşünmüyorum. Henüz gelişmemiş bir karakter, kendini başka şeylerle tanımlama ihtiyacı koşulsuz sırtını dayayabileceği güçlü bir anne baba figürünün yokluğu o insanlıktan yoksun, tüm saf duygularını sonuna kadar istismar eden adamın, İlker’in kollarına itti onu. Şimdi soru bundan sonra ne olacak? Ela’nın büyük bir içsel hesaplaşmaya ve değişime gideceğinden şüphe duymuyorum ama umarım hatayı kendinde arama gafletine düşmez ve şiddetin mazereti olmadığını en kısa zamanda kabullenir.

Bahar’ın kızı karşısındaki çaresizliği oldukça yaralayıcıydı ve Deniz Çakır’ın ustalıkla verdiği acıyı da çırpınışları da içimde hissettim, yüreğine sağlık. İlginç bir karakter Bahar. Liseden mezun olduktan sonra Ela’ya hamile kalınca üniversite düşünememiş. O bu hamileliği mutlu bir olay olarak görse de nelere malolduğunu bilmek bir seyirci olarak benim kalbimi burkmuşken Bahar’ın içinde ne fırtınalar koptuğunu anlayabiliyorum. Ne var ki onun Timur’un aşağılamalarına, ezmesine niye sessiz kaldığını kavramam zor. Pastacılık yapıyor Bahar. Ve az çok bir şeyler kazanıyor, tamamıyla koca parasına muhtaç değil. Kaldı ki psikolojik şiddetten dava açsa hiçbir hakimin reddedeceğini sanmam ve temiz bir nafaka da alır ki bu Timur’un en korktuğu şey. “Kariyer planlarını bana,kurabiye tarifini annene soracaksın “ diyen, “lise mezunu pasta gurusu” diyerek karısını aşağıladığını düşünen bu kifayetsiz adamın bir de üzerine karısını aldattığını görünce sinirlerim zıpladı benim. Bahar kanımca alışkanlık haline gelmiş bir çaresizlik yaşıyor ve kendi öz saygısının yüksek olduğunu da düşünmüyorum. Varlığını sadece annelik üzerinden tanımlayan bir kadın o ve bu mutlu olması için maalesef yeterli değil. Onun tecrübesi Ela’nın içine düştüğü tehlikeyi en başında görebildi ancak tek başına engel olmaya gücü yetmedi. Zaten kızının başarılarını “babasının kızı” diyerek sahiplenen amma en küçük hatasında “ senin kızın” diyerek işin içinden sıyrılan, kızı komada yatarken karısının şikayetini geri alması için uğraşacağını söyleyen sözde bir babadan da ne yardım beklenebilir ki? Bahar’ın işi zor, çok zor. Önce kendi gücünü ve öz güvenini kazanacak, sonra Ilgaz ailesine kafa tutacak, Ela’nın başını yere eğdirmeyecek, suçludan hesap soracak, sağlam duracak geri adım atmayacak. Ama nasıl? Ilgaz’ ların şirketinde çalışan o kocayla, yanlış yönlendiren sözde dostu Yelda’yla, hem fiziksel hem psikolojik travma geçirmiş Ela’yla ve oğlu İlker’i korumaya kararlı bir anneyle ne şartlarda mücadele edecek, daha doğrusu mücadele edebilecek mi? Bu da hikayenin düğümü.

İlker Ilgaz o kadar tanıdık, o kadar bildik öyle sürprizsiz bir erkek modeli ki bu kızcağız tüm bu yalanları nasıl görmez noktasına geliyor seyirci ama nafile.35 yaşın ve yaşanmışlıkların tüm tecrübesiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynadı Ela’yla İlker! Ve ben Serkay Tütüncü’nün her sahneyi dozunda vurguyla oynamasına bayıldım, ellerine sağlık. İlker istediğini aldı yetmedi, elinde tutarken sevgilim dediği kızı, kendi şartlarına uydurmaya çalıştı. İrem’le evlilik hazırlıkları son hız sürerken zerre saygı duymadığı küçük oyuncağını kaybetmemek için her türlü yola başvurdu. Onu pahalı hediyelere boğdu, sustu , gözlemledi ta ki hamilelik olayı patlayana kadar.İlker ne İrem’i ne de Ela’yı seven bir karakter. Onun sevmeyi bildiğinden bile emin değilim ve daha kötüsü bir karakteri olduğundan bile şüpheliyim çünkü kendisini soyadıyla ve zenginliğiyle tanımlayan bir insandan bahsediyoruz. Bu ikisini alsak elinden geride kof bir kabuk kalır. Ben onun şiddette ulaştığı seviyeyi ve soğukkanlılığı gördüğümde bunun ilk ve tek vakası olduğuna inanmakta zorlanıyorum tabii elde henüz hiçbir done yok. Cenazesine çiçek göndermeyi teklif ederek onu ölmeden mezara sokan İlker; Ela’yı kullandı, ezdi, o olup biteni herkese açık etmekle tehdit edince de onu öldürmek istedi fakat başarısız oldu. Ela’nın son sözleri akıldan çıkacak gibi değil: “ Ben hayallerimi, hayatımı,kalbimi kaybettim; sen neyi kaybettin?”Hiçbir kayba tahammülü ve karşısındaki insanlara saygısı olmayan, sadece aile içinde son derece ezik bu adamın bu işten sıyrılıp sıyrılamayacağı ailesinin tavrına bağlı. Elde kuvvetli delil var: Kanlı gömlek. Ve Bahar’ın şikayeti… Bir şekilde para ve nüfuz kullanmaya kalksalar bile kamu davası açılır ve peşi bırakılmaz. Yaptıklarından pişmanlık duymayan bu adam yaptıklarının bedelini ödemeden ne Bahar’ın içi soğuyacak ne de bizim. Ama bunun bugünden yarına olmasını da beklemiyorum malum senaryo matematiği!

İlk bölüm pek az sahnede buluştuk Harun Orhun’la ama göründüğü her sahneyi dolduran Mehmet Aslantuğ’u çok özlemişiz. Onun temennisine katılmayacak anne baba düşünemiyorum: “Allah evlatlarımızı iyi insanlarla karşılaştırsın!” O da evladı İrem’i her şeyden öte tutup, düğün arifesinde bile kararını tekrar gözden geçirmesini isteyerek İlker’i onaylamadığı hissettirdi. İrem’in psikolojik olarak pek de sağlıklı olmadığı belli. Tüm bunlara rağmen babanın neden bu kadar geri planda kalıp her şeyi akışına bıraktığını zaman gösterecek.

Artık ortada bir savaş var. Masumlarla suçluların savaşı ve cepheler belirginleşiyor. Ben olayı televizyondan izlerken “ Hangi ruh hastası yaptı bunu? “ diyerek tepki koyan İlker’in ablasının gerçeği öğrenince göstereceği tavrı merak ediyorum mesela. Sonra,Yelda’nın hiç yüzü kızaracak mı? Timur ruhsuzluğunu hangi seviyeye taşıyacak? Ve Harun Orhun kimin tarafını tutacak?

Masumiyet’in kurduğu evrene inandım ben, atmosferi beni içine çekti. Kurguyu ve çekim açılarındaki özeni de sevdim. Müzikler de tatmin ediciydi. Castta da küçük bir aksaklık hariç hiç problem görmedim. Bu haliyle beklentimi karşıladığını söyleyebilirim. Eldeki konu çok hassas ve tatmin edici bir derinliğe ulaşmasını dilerim. Günün sonunda ağır drama yaslandığı için daimi takipçisi olacağım bir proje değil ama castı ve hikayeyi sahiplenen AB izleyicisi ilgi gösterir kanaatindeyim.

Böyle zor bir zamanda yazan, yöneten, oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.