YAZAR: Şeyma BULUT

Ben bazı konularda çok hayalperest bir insanım. Daha doğrusu umutlu diyeyim, öylesi daha doğru olur. Mesela hep mutlu sonlara inanırım. Bir sürü dert, tasa çekilecek; insanlar sınanacak ama sonunda herkes mutlu olacak diye düşünmek istiyorum. Hayat zaten zor, bu inançla yaşamaya çalışıyorum. Belki de bu yüzden yazılarımı hep aynı sonla bitiriyorum: Mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin!

Ben Sefirin Kızı başladığından beri hep bir mucize bekledim. Nare ve Sancar ne yaşarsa yaşasın sonunda mutlu olacaklar, Gediz içindekinin aşk değil hayranlık olduğuna karar verecek ve sağdıcının yanında dimdik durmaya devam edecek, Melek yıllar sonra kavuştuğu ailesiyle hep kahkahalarla yaşayacak. “Amma romantikmişsin be yazar hanım!” dediğinizi duyuyorum ama ne yapayım huyum bu. Pek de öyle olmadı tabii. Aynı hayat gibiydi. Ben ne hayal kurarsam kurayım karşıma çıkan tablo bambaşka oldu. Nare gitti, Gediz öldü; Sancar yandı, kül oldu. Hayat bitti denilen yerde başlar anlayışına ben de çok karşı değilim ama nasıl başlar? İşte onu hiç bilmiyorum. Hele de arka arkaya hayatındaki çok önemli iki insanı kaybeden Sancar nasıl devam edecek?

Sancar aslında bu haftaya tam da beklediğim gibi başladı. Öfkeli ve sertti ama bir yanı da tütmeye devam ediyordu. İlk bakışta “Arkadaşım, bu kız sana mutsuz mektup yazmaz; otur, bir düşün!” diye düşünsem de geçmişinde yaşadığı cehenneme yeniden düşen bir adamın sakince oturup acı çekmesini de beklemiyordum tabii ki. Hele hele mantıklı düşünmesi falan pek de mümkün değildi ama bir yanı da biliyor. “Ben Nare’yi koruyamadım!” derken aslında içten içe onun içine düştüğü çıkmaz yüzünden gittiğini hissediyor ve tam da bu noktada kendine kızıyor aslında. Nare’ye bir söz vermişti: “Seni hep koruyacağım!” demişti. Sancar Efe sözünün eri, yiğit bir adamdır. Bir de verdiği bu sözü, tüm ömrünü adadığı kadına vermişti ve tutamadı. Bunun onlarca sebebi var ama en önemli sebebi ne biliyor musunuz: Kavga! Sancar’ın kendiyle olan kavgası, öfkesi bitmedi ki yanı başında çakallar tarafından parçalanan sevgilisini görebilsin. Nare, geriye doğru adımlar atmaya başladığında Sancar geçmişteki günahının bedeli diye düşündü ve söz konusu Nare olunca da mantığı onu hep yanlış yönlendirdi. Geldiğimiz noktada tıpkı dokuz sene önceki gibi en büyük hesaplaşmasını kendiyle yaşayan ama bir yanda da sevdiklerini mutlu etmek için çırpındıkça çırpınan bir adam var. Geçen sefer kendi mutlu olmasa da ailesini ayakta tutmayı başaran Sancar, bu sefer başarabilecek mi izleyip göreceğiz.

Sancar bölünmüş vaziyette. Bir yanda kendi yangınını söndürmeye çalışırken diğer yanda küçük kızını mutlu etmek için uğraşıyor. Annesiz kalan Melek’in şimdi her zamankinden çok ihtiyacı var, babasına ve Sancar da kızı kendisi gibi mutsuz olmasın diye dünyayı yerinden oynatabilecek durumda. Belki fizik kurallarını altüst edecek bir şey yapmadı ama mazide ona, diri diri gömüldüğü mezar olan kulübeyi yeniden inşa etti. Oraya her gittiğinde, kulübenin ardındaki tepeye her baktığında kavrulsa da sevdasının ateşi kendini en çok orada belli etse de önemli değildi. Melek orada olmak istemişti ve gerisi sadece teferruattı. Kızının yüzündeki tek bir gülümseme için ne yaptıysa yaptı ama sanki hayat ona bir oyun daha oynamak üzere. Bilemiyorum ama çok endişeliyim.

Sancar, Melek’in etrafında dönüyor onu mutlu etmeye çalışıyor ama küçük kızının ciddi bir sıkıntısı var. Melek’in dökülen saçları bana olabilecek en kötü senaryoları yazdırsa da şimdilik bunların hepsini aklımdan kovdum. Stresten oluyor dedim ve kapattım konuyu. Annesinin ona kurduğu yeni dünyasında oyuncaklarıyla oynamasını, Elvan’la, Zehra’yla mutlu olmasını izleyip kendimi yeniden umutlandırdım ve yine umuyorum ki bu sefer çakılmam.

Sancar yine eski günlerdeki gibi. Her şeyi kalbine gömdü ve  ailesinin mutluluğu için elinden geleni yapıyor. Bu sadece Melek’le de sınırlı değil ayrıca. Kızının isteklerini yerine getirirken yanı başında kardeşinin aşkıyla yanıp tutuşan Kavruk’u da es geçemedi.

Ah Kavruk, ah! Bu hikâyede belki de Sancar’dan sonra en fazla yanan kişi. Bir kıza âşık oldu, kendini ona layık görmedi, her zaman uzaktan baktı ve kalbinin en güzel köşesinde sakladı onu. Bu sevda açığa çıktığında da tavırlarında gram sapma olmadı. Aşkından yandı ama yakmadı, delirdi ama delirtmedi. Sevginin en asili, belki de ondaki. Sancar da bunu görmüş olacak ki daha fazla yanmasın diye ısrar ediyor. Seviyorsan ben razıyım diyor ama Kavruk’un da aynı Sancar gibi durumu. Kendini, Zehra’ya layık görmüyor ki evet ben de istiyorum desin. Ahh bir anlayabilseler bir görebilseler. Aşk, sevgi gibi duyguların statü, zenginlik falan tanımadığını. Gönülde başlayan bu duyguları aslında biz maddeleştiriyoruz. Halbuki dünya tarihine baksak hep bu tip, çoğu da güzel biten hikâyeler, destanlar görebileceğiz ama bakmıyoruz, inanmıyoruz. Kavruk, umarım yanı başında yaşanan olaylardan artık ders çıkarır da Zehra’nın elini tutmaya cesaret eder yoksa onun da sonu Sancar’dan farklı olmayacak.

Sefirin Kızı başladığından beri aşkın her bünyede farklı farklı nasıl cereyan ettiğine şahit oldum. Sancar başka, Kavruk başka, Gediz bambaşka ama sanırım kendine en büyük zararı verenlerin başında Gediz geliyordu. Zarardan kastım asla yanmak, üzülmek falan değil, Gediz bildiğiniz gibi çok ağır saçmaladı. Sancar’a dediği gibi: “Ben sana ne yaptım ya?” noktasından bayağı bayağı uzağız. Gediz’in geldiği nokta hepimizce malum ama onun  serüvenine şöyle bir yakından bakmak istiyorum.

Gediz Işıklı! Aslında onun son bir senesini ikiye ayırmak lazım: Menekşe’nin hamileliği öncesi ve sonrası. O olayın öncesinde benim de onunla bir sorunum yoktu ve hatta yer yer de hak veriyordum. Kızmayın ama aşk gibi bir duygu kapıyı çaldığında ev sahibinden izin almaz, çat diye girer içeri. Bir güzel baş köşeye kurulur sonra da seni yönetmeye başlar ama Gediz de böyle olmadı. Başta çok direndi, mücadele etti ve asla tek bir adım bile atmadı. Nare’nin en yakın arkadaşı olarak yanında oldu, ona yardım etti, onu korudu, kolladı ama asla hayaller kurmadı. Sağdıcına olan sadakatinden, verdiği sözden dolayı hep bir adım geride durdu. Bunlar aslında herkesin gördüğü şeylerdi ama Gediz’in adım atmamasının çok önemli bir sebebi daha vardı: Destana, onların aşklarına, saygı duyuyordu. Geçmişte yaşananları öğrendiğinden beri arkadaşına kızgın olsa da asla ihanet etmemişti ta ki o güne kadar. Sancar’ın yeniden baba olacağını, boşanmaktan vazgeçtiğini öğrendiği anda gemilerini yaktı. Sevdaya olan saygısını, sözüne olan bağlılığını yitirdi. Asla savunmuyorum, bunun altını özenle çizeyim. Hele hele o kocaman egosu tüm benliğini ele geçirdiğinde yeri geldiğinde Nare’ye de zarar verecek duruma kadar geldi. Büyük bir ego, kıskançlık ve aşk bir bataklık gibi onu her geçen gün daha da dibe çekti. Kesinlikle yaptıklarını tasvip etmiyorum ve hâlâ kızgınım. Ama o da böyle bir insandı işte. Sinirlendiğinde tüm şehri ateşe verip karşısında oturup kahve içebilecek rahatlığa sahipti ki biz bunu gerek Kahraman’la olan ortaklığında gerekse Sahra’yla olan işbirliğinde ayan beyan gördük.

Gediz, yaktı yıktı belki ama işte içine düştüğü bu aşk çıkmazı onun her anlamda sonu oldu. Ben açıkçası ondaki aşkı sevmiyorum çünkü güzellikten çok felaketlere sebep oldu. Son sözü Nare’ydi ama buna da romantik bakmıyorum. O telefon gelmeseydi Gediz o kazayı yapmayacaktı, belki de hâlâ hayatta olacaktı. İşte bu yüzden diyorum ya bu aşk onun sonu oldu ama gidemedi, öylece arafta kaldı. Nefes alıyordu ama gözleri kapalıydı, konuşamıyordu. O tek bir ana kadar: Sancar onu affedene kadar.

Gediz son zamanlarda büyük sancılar içerisindeydi. En büyük sancısı da Nare’ydi. Onun öylece tek bir kelime bile etmeden gidişi ona çok koydu. Güven, ona bileti verdiğinde işte dedim, gidiyor. Aslında gitse şaşırmazdım ama beklediğimin aksine bunu yapmadı. Ben Gediz’e yaptıklarından dolayı çok sinirliydim ama sanırım o herkesten daha çok kızgındı kendisine. Affedilmek istiyordu ve zaten bu yüzden çıktı Sancar’ın karşısına. Son kez dostuna kendisini anlatmak istedi. Ona ihanet etmediğini, isteyerek evlenmediğini söylemek istedi ki Sancar git dediğinde “Ha şöyle…” den başka da bir şey çıkmadı ağzından. Gediz hatalarının ağırlığıyla öyle bir cenderede kaldı ki ne gidebildi ne kalabildi ne yaşayabildi ne de ölebildi ta ki dostu onu affedene kadar. Sancar eline o bilyeleri verdiğinde artık gitme vaktiydi. Gediz, bana göre Nare yüzünden girdiği cendereden, Sancar’ın affıyla çıktı ve dönülmez diyara gitti.

Demeden geçemeyeceğim. Işıklı Ailesi’ni elinin tersiyle iten Efeoğulları’nın son yaptıkları gerçekten takdire şayandı. Sancar’ın dostunu her şeye rağmen affetmesi, Halise’nin eski dostunun elinden sıkı sıkı tutması içimde çok güzel bir yere dokundu. O sahnelerin tamamını gözyaşları içerisinde izledim. Bence hayatta kalsaydı da aynısı olurdu. Sancar bir kere affettim demişti, sözünden dönmezdi. Ama vakitleri bu kadarmış. Sağdıçlık belki bu dünyada tamam ama daha güzel bir dünyada yeniden ruhları buluşabilir, kim bilir?

Açıkçası son haftalarda beni çok zorlasa da en başından bu yana Gediz, bana çok keyif veren bir karakterdi. Onu izlemek, yolculuğuna tanık olmak çok güzeldi. Hem Gediz’e hem de ona başarıyla hayat veren, Gediz’i sevmemize aracı olan, ona ruhunu akıtan Uraz Kaygılaroğlu’na emekleri için çok teşekkür ediyorum ve bundan sonraki işlerinde de başarılar diliyorum. Eyvallah…

Yazımı bitirmeden önce tabii ki yeni hikâyemizin ilk kahramanıyla yaptığımız merhabalaşmadan bahsetmeden olmaz. Sancar kendisine mezar olan kulübede korkmuş ve ürkmüş bir kadınla karşılaştı. Elindeki yüzükten kızımızın evli olduğu ve korkak tavrından bir şeylerden kaçtığı algısı uyandı bende ama tabii sadece tahmin bunlar. Bu arada benim ufacık bir rahatsızlığım oldu, onu da müsaadenizle sizlerle paylaşmak istiyorum: Bu yeni hikâyenin o kulübede başlamasını çok yadırgadım. Şimdi evet her şey bitti, denilen yerde başlayabilir ama Sancar henüz bitti demedi. O hâlâ geceleri uyuyamayan, gözünü her kapattığında Nare’yi gören ve bir köşeden çıkıp gelecekmiş hissiyle yaşayan bir adam. Orada başka bir kadınla karşılaşmasını biraz garipsedim açıkçası. Ama yine de yapacak bir şey yok, umarım yeni kurulan çatışma eskisinden de güçlü olur da biz de ilk zamanlardaki gibi keyifle izleriz diziyi.

Sefirin Kızı’nda üst üste yaşanan değişiklikler beni afalattı, alışmam da zaman alacak gibi görünüyor. Ama her şeye rağmen Tuba Büyüküstün’e hoş geldin diyor ve başarılar diliyorum. Gizemli kadın olarak girdiği dizide, nelere sebep olacak ve hikâyeyi nasıl yönlendirecek benim için merak konusu. Özellikle de geçtiğimiz yıllarda Engin Akyürek’le olan başarılı partnerliğini de düşünecek olursak umudum var, senaristlerin kalemleri bizi nereye götürecek, bu yol nereye çıkacak merakla bekliyor olacağım.

Bu haftalık benden bu kadar arkadaşlar. Hikâyenin ilk kısmı tamamlandı ve ben özellikle Yahya’yı daha rahat bir zamana bırakıyorum. Daha konuşacak çok şeyimiz var ama kendisini et çengeline çekersem beni mazur görün, şimdiden bildireyim.

Yazıma burada son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere.

Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.