YAZAR:Şeyma BULUT

Her güzel şeyin bir miadı vardır. Ben, her zaman iyi ve güzel şeylerin bir gün biteceğini düşünürüm mesela çok sevdiğiniz bir çikolata markası düşünün; tadı enfes, yedikçe yiyesi gelir insanın değil mi? Bu lezzeti verebilmek mühim ancak devamlılığını sağlamak daha mühimdir. O noktada sıkıntılar başladığında da işler değişir. Üreten firma, içindeki malzeme aynı olsa bile artık, o âşık olduğunuz lezzet yoktur. Sonrasında o ürüne karşı olan ilginiz giderek azalmaya başlar. Şimdi ben bunları neden mi anlatıyorum?  Sefirin Kızı, benim izlemeye doyamadığım bir destanın, tek başına kendi ayakları üzerinde duran güçlü bir kadının öyküsüydü. Bu hafta ekran karşısından kalktığımdaysa aklımda tek bir soru vardı: “Ben ne izliyorum?”  Ne hissettiğimi de soracak olursanız koca bir hayal kırıklığı. Çikolatanın malzemeleri gibi her şey aynı görünüyor ama değil. Bir şeyler değişti ve ben o tadı kaybetmeye başladım.  Hele de bu hafta üstüne basa basa durdukları sevda, dostluk gibi kavramlar o kadar dar bir pencereye sıkıştırıldı ki ya bu kavramları ben bilmiyorum ya da işler sarpa sarıyor.

Öncelikle Nare ile başlamak istiyorum çünkü beni bu hafta tam anlamıyla yere çakan oydu. Neler neler diyesim var, bir noktada haddimi de aşmak istemiyorum ama söylemezsem de olmaz. Bugüne kadar biz Nare’yi nasıl biliyorduk? Sevdasını kalbine gömmüş, kızı için nefes alan ve onun mutluluğu için yaşamaya devam eden bir anne. Kendi ağzından da bunu defalarca duyduk. Peki, ne oldu Melek’in mutlu olma meselesine, atmosfere mi karıştı? Zaten Nare’nin bu hafta önceliği de kızı değildi. Bir Gediz bir Sancar derken dostluğu kurtarmanın peşindeydi. Evet aileleri topladı, onlara ortaklığın bitmemesi için yollar gösterdi de eeee sonra? Şimdi bana kızmayın ama bölüm boyunca Nare’nin Melek’in çok önemsediği huzuru için yaptığı tek bir şeyi gösterir misiniz? Mesela kızına İsviçre’ye gitmek istiyor musun diye sordu mu? Melek babasıyla hayaller kurarken onu götürmek istemesinin GERÇEK sebebi kızı mı, kendisi mi?  İtiraz seslerini buradan duyabildiğim için demek istediğimi biraz açayım müsaadenizle. Nare bu gitme kararını ne zaman aldı? Menekşe’nin hamile olduğunu öğrendiğinde ve haklıydı. Kızının psikolojisini düşündü, böyle bir durumla karşılaşmasını istemedi ve götürmeye karar verdi. Hatırlarsanız ben de sonuna kadar hak vermiştim kendisine. Şimdiyse durum farklı. Melek gitmek, babasından ayrılmak istemiyor ve bunu her hareketiyle belli ediyor. Nare,  kızına rağmen bu kararda diretiyor ve en büyük bahanesi olarak da sağdıçları gösteriyor ama bu mesele ortaya çıkmadan önce de Nare Hanımefendi’nin aldığı karar Melek’e rağmen gitme yönündeydi. Bu da bana kızıyla mutlu hayat isteğinden çok, Sancar’ın evliliğinden uzak bir hayat dileği gibi geldi.  Hele hele asla affetmem dediği adamın odasından Menekşe çıkınca dalıp hesap sorması da oldukça hatalıydı. Kusura bakmayın ama benim tanıdığım kadın bunu yapmazdı. Sevdasının düğününü basmayan, gerdek gecesini öğrenince sessizliğini koruyan, kızının mutluluğunu her şeyin ötesinde tutan kadın bu hareketlerin hiç birini yapmazdı. Ya da ben Nare’yi gözümde fazla büyüttüm. Başka bir açıklaması da yok maalesef.

Sancar Efe’ye gelecek olursak da yukarıda dediklerimin daha fazlasını söyleyebilirim. Şimdi şunu belirtmek isterim ki benim onun sevgisiyle ya da aşkıyla ilgili bir şüphem yok fakat her eylemine de çok âşık, öfkesinden bütün bunlar, savunmasını da yapamam. Geçen bölüm, “akıl sağlığı yerinde” raporu için sessizliğimi korumuştum. Nare orada kalsın diye tehdit etti ama bunu ileriye götürmez diye düşünmüştüm fakat öyle olmadı. Ben de bunu artık anlayışla karşılayamıyorum, ne yazık ki. Daha 2 hafta önce Gediz’e “Nare’ye âşık olduğunu söyleme, bu onun canını çok yakar.” diyen adama ne oldu? Gediz’in itirafı can yakıyor ancak Nare’nin seneler önce kendisi yüzünden yaşadıklarının kanıtı niteliğindeki bir belge acıtmıyor, öyle mi? Günlük meselesine girmiyorum bile. Nare’nin geldiği durumun baş mimarlarından olarak onun canını en çok yakacak şekilde hamle yapmak, kızının annesini en zayıf yerinden vurmak hiçbir şekilde mantığıma sığmıyor benim. İnsan en çok sevdiğine öfkelenir ama sevdiğinin canını yakmak üzereyken de bir durur düşünür. Daha önce teknede onun için ölüme yürüdü, evet; fakat orada vazgeçtiği kendi canıydı, sonrasında da düşüneceği, katlanacağı bir acı yoktu bu yüzden gözünü bile kırpmadı. Sancar’ın bu yönünü hep konuştum ben ama kusura bakmayın asıl mesele sevdiğin için yaşarken acılara katlanmaktır. Sancar’sa bu acılara katlanmak yerine şu anda yine ihanete uğradığını iddia ederek, zalim olmaya başladı. Ben bu haftaya kadar artık değişti diye düşünürken şimdi bir bakıyorum ki değişen tek şey sadece Nare’ye ismiyle hitap etmesi. Aksi hâlde o belgeyi kullanmayı aklından bile geçirmezdi.

Hele o ahırdaki konuşmayı ağzım açık izledim. Nare’ye bir zamanlar Gediz’le ayağa kalktığını, yaralarını dostuyla sardığını ve o gidince Gediz de olmayınca ayağa kalkamayacağını söyledi. Pardon??? Duyduklarıma inanamadım. Karşısındaki kadın, kucağında bebekle sekiz sene ateşler içinde yanarken kendisinin dostuyla ayağa kalktığını ve yalnız kalmak istemediğini mi söyledi? Tamam, dostunu kaybetmek ciğerini deşmiştir elbette ama burada dost acısından çok, ben tek başıma nasıl hayatla başa çıkarım konuşması yaptı. O zaman bildiğimiz, gördüğümüz güçlü Sancar, aslında o kadar da güçlü değil mi yani? Ondan asla ama asla beklemediğim bir hareketti . Daha önce Elvan, Nare ve ailesi için kendinden vazgeçen adamla bu hafta karşıma çıkan ben ne yaparım, diye gezen adam aynı değildi ne yazık ki.  Belki Nare gitmesin diye bunları söylediği düşünülebilir ama defalarca söyleyip sonuç alamadığı bir şeyi tekrar etmek vazgeçirmeye çalışmak olmuyor, acındırmak oluyor. Keşke bunları anlatacağına fiilî olarak bir şeyler yapsaydı bu, daha çok hoşuma giderdi. Bu saatten sonra çok bir önemi var mı? Pek sanmıyorum.  Çok kızacaksınız biliyorum elbette fakat duygum bu.

Nare ve Sancar bu hafta birbirlerine uçuşup durdular. Aralarındaki mesafe adım adım kapanırken bu ikisi bu hâle nasıl ulaştı onu da anlamlandıramadım. Şimdi çok âşıklar, sevdalılar, yanmışlar falan da bunlar, ilk bölümden beri dumanları üstlerinde geziyorlar zaten. Aralarındaki asıl sorunlar çözülmemiş, Nare’nin acısı bir an olsun  hafiflememiş, Sancar hatalarının birini bile telafi edememiş ama neredeyse dudak dudağa geleceklerdi. Sancar, bağıra çağıra sevdasını yere göğe ilan etti de sonra? Nare’nin gitmemesi için ne yaptı? Kızının velayetini almaya çalışmak dışında ne gibi bir adım attı? Belli ki sevdiği kadını geri istiyor. Nare’ye “Benim sevdam başkasına yâr olamaz desene.” diyor. Kendisi dedi de ne oldu? Bazı hataların telafisi olmaz belki ama üzerine daha güzel anılar konularak hafifletilebilir. Sancar bunu yapabilirdi. Nare ilk geldiğinde sana ev açarım, bakarım demişti. Pekâlâ Menekşe’ye de bunu yapabilirdi. İkisini aynı evde tutmayabilir, gerçekten sevdiği kadın için adımlar atabilirdi ama henüz bunu yapmadı. Yapar mı? Bunu o zaman konuşuruz.

Bu arada söylemezsem içimde kalır vallahi. Sancar’ın Menekşe’ye kâğıt üstünde evliyiz, dediği sahnede çayı öyle bir püskürttüm ki tüm perdelerim battı. Sancar’a biri benim yerime kâğıt üstünde evlilikte eşlerin birlikte olamayacağını anlatsın. Yoksa ben ekrandan içeri girip anlatmak zorunda kalacağım. Menekşe’yle birlikte olduğu gün, o evlilik kabul etse de etmese de gerçeğe dönüştü. Bu kadar basit.

Şimdi yahu yazar hanım hiç mi bir şeyi beğenmedin dediğinizi duyar gibiyim. Bir tek Gediz ve Nare arasındaki konuşma hoşuma gitti. O da aşk, meşk meselelerinden değil. Bu sahneyle ben Gediz’i anladığım gibi Nare’nin de amacını görmüş oldum. Öncelikle dostlukla ilgili Nare’nin pek bir şey bilmediğini düşünüyorum. Bir insana dostum diyorsanız aldığı karara saygı duyup kenara çekilmezsiniz. Onun uçurumdan kendini atmasını da izlemezsiniz. Aşk meselesini bir kenara koyacak olursak Gediz’in Nare’nin canı yanmasın diye söylediği sözler gayet doğru. “Bak kızım üzüleceksin, bu yaptığın doğru değil!” dedi. Kendimi onun yerine koyunca ben de aynısını yapardım. Nare’yse bunu yargılamak olarak algıladı. Evet kimsenin onu yargılamaya hakkı yok ancak dostum dediği insan, bir konuya aylardır üstüne basa basa değiniyorsa bir düşünmesi lazımdı. Gediz’e çok kızgın, dostluğu kurtarmak için her şeyi yapacağını da belli etti ama bu sefer de kendiyle çelişti. Karşısındakine yapma dediği şeyi bizzat kendi yaptı.

Ayrıca Gediz yaptığının gayet farkında. Onun da canı yanıyor, bitti, oh be rahatladım demedi ki.  Kendi vicdan azabıyla devam ediyor çünkü Sancar’a ne kadar kızsa da onun güvenini kaybetmek ona ağır geldi. Yine de hâlâ önemli olan Nare olduğu için onu affetmeyeceğini söyledi ve o konuda da bence yanlış yaptı. Kendisini hatalı olarak görüyorsa zarar gören de başkası olduğuna göre Gediz, affetme makamında değil. Âşık olduğu için suçlamıyorum ama ona yapılan bir şey yok, kız zaten ondan böyle bir şey talep etmiyor, affetmem demek de nedir yahu?

Ortaklığın bitme meselesine gelince ters köşeye bir güzel yatmışım ama ne yazık ki bunu da hatalı buluyorum. Kahraman tehlikesi olduğu gibi dururken ikisinin de böyle bir hata yapmasını aklım, mantığım pek almadı benim. Evet ben yanıldım ancak “Hay ya, ben bunu nasıl düşünemedim?” noktasında da değilim.

Benim şu anda dizide izlerken kafamı allak bullak etmeyen bir tek Kahraman var. Gerçek bir hasım. Bir kötüden beklediğim zekâ, kıvraklık ve güçlü amaç onda mevcut. Onun aynı bu şekilde devam etmesi de en büyük arzum. Umuyorum yani.

Gelelimmmm şu velayet davası meselesine. Şimdi, bizim ülke açısından mesele iyi araştırılmış ancak burada tek husus yerel mahkemeler değil. Öncelikle evet, çocuğun velayetini alan taraf yurt dışına çıkarabilir ancak tek mesele Türkiye yasaları olmaz. İsviçre Hükumeti vize verebilmek için eğer mahkeme velayeti kaybeden tarafa, çocuğu görme hususunda yasak koymamışsa muvafakatname istiyor.  Olmadığı sürece de vermiyor vizeyi. Ayrıca Sancar çocuğumu göremeyeceğim derse de Melek için yurt dışı yasağı aldırabilir.

Bir de şu var ki bir psikologun ifadesi akıl sağlığının yerinde olduğunu kanıtlamaya yetmez. Bunun için heyet raporu aldırılması gerekiyor. Üzgünüm ama böylesine bir dizide bu tip hatalar çok yakışıksızdı.

Bu hafta biraz içimi dökmek istedim sizlere. Mantığım zorlanınca artık ben de susmak istemedim çünkü Sefirin Kızı ilk sezonda açtığı her konuyu mantık çerçevesi ve çıkış noktasına bağlı kalarak ilerletiyordu. Bu sezon, ne oldu bilmiyorum, ama eski tadını alamıyorum.

Haftaya görüşmek üzere. Sevgiyle kalın.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.