YAZAR:Şeyma BULUT

İçinde yaşadığımız dünyanın yazılı olmayan kuralları var. Bir kitaptan okuyamadığımız ya da internetten açıp bakamadığımız için hayatı tanıdıkça o kaideleri öğrenir ve ona göre hareket ederiz. Kimsenin adına konuşmuyorum elbette sadece hayatın karmaşasının içerisinde koşturup dururken belli davranışların yaşayarak öğrenildiğini düşünüyorum. Hatta bazen kendimiz yapamayınca başkasından görüp “Bak, ben de böyle davranırsam daha iyi olabilir.” diye taklit bile edebiliriz. Her şey için geçerli mi bu durum? Hayır. Tek bir konu var ki o taklit edilemez, insan içinde o ışığı görmeden onu yapamaz: Cesaret. Ben hayatta taklit edilemeyecek ve insanı koşulsuz olarak başarıya götürecek etmenlerin başında cesareti rahatlıkla söyleyebilirim. Bahsettiğim gözünü karartarak her şeyi riske atarak yapılan eylemler değil. Cesurca ve akıllıca atılan adımlardan bahsediyorum. Yani Leyla’da asla görmediğimiz ve görmeye dair umudumun da gitgide azalmaya başladığı bir durumdan söz ediyorum. İlk başta onun hakkında, “Cesur bir kadın” diye düşünmüştüm ama çok yanılmışım. Leyla içinde yaşadığı dünyanın ne yazık ki ona dayatılan gerçeklerini kabul etmiş ve susarak, köşesine çekilerek, kenarda köşede erkek gibi davranıp göze batmadan başarılı olabileceğine kendisini inandırmış bir kadın. Bu da bende büyük hayal kırıklığı yarattı.

Leyla Yüksel’le tanıştığımda akıllı, zeki ve sakince işini halleden kıvrak zekâlı bir kadınla karşılaştığımı düşünmüş ve çok heyecanlanmıştım. Bugün geldiğim noktadaysa karşımda düşündüğümün aksine cesareti olmayan, kolay manipüle edilebilen ve olayları birbirine bağlamayı bile beceremeyen bir kadın var. Açıkçası ilk bölümde Cemal gazeteciye başardığını söylemese net yorumum şu olurdu: Bu kadın hiçbir şeyi beceremez. Ne yazık ki Leyla haftalardır hata üstüne hata yapıyor ve birileri ona gerçeği anlatsa bile inatla görmeyi reddediyor. Bu hafta diziyi izlerken ekranın içine girip kafasını zorla gerçeğe döndürüp “Bak, işte bak! Gör artık!” diye çığlık çığlığa bağırasım geldi.

Burada sadece Leyla’nın hatalarını konuşsak sabaha kadar sürer ama ben, önemli ve aslında onu bu duruma sürükleyen birkaç meseleden bahsetmek istiyorum. Leyla’nın cesaretsizliği ilk bölümden beri üstünde durduğum bir mesele. Leyla işiyle ilgili hususlarda aşırı korkak davranıyor. Hâlâ onun ayağına dolanan, etrafını sinsice saran Haldun Toraman gerçeğini bir türlü görmek istemiyor ki ben artık net bir şekilde eminim: Leyla ondan çok korkuyor. Üstüne giderse onun gücünün altında ezilmekten özellikle deli gibi çekindiğini gözlerimle gördüm. Adam karşısına çıktı; kendi kurduğu restoranlara bir katkısı olmadığını, ev hanımlığı yapması gerektiğini, bu işi tek başına götüremeyeceğini söyledi ve Leyla karşısında sessizce sanki hâlâ patronuymuş gibi dinledi, dinledi ve onun sözlerine inanarak ortamı terk etti. Açık konuşmak gerekirse Leyla böyle davranmaya devam ettiği sürece, bize başta verilen büyük başarıyı mucize ve şansla elde ettiğini düşünmeye başlayacağım.

Bu hafta Cam Tavanlar’ı izlerken aklımda tek bir soru vardı? Bu kadın, neden bu kadar korkuyor? Sanırım önce bunu irdelemek lazım. Leyla, erkeklerin güçlü olduğu bir dünyada kadın olarak başarılı olmaya çalışan, zafere ulaşmak için de dar alanda kısa paslaşmalarla anı kurtarmaya çalışan bir kadın. Büyük resmi görmekte zorluk çekiyor çünkü aslında başarılı olmaya çalışırken kimseyi yenmek gibi bir düşüncesi yok. Ben bir zamanlar bir iş kurdum, yine yaparım, kimseye karışmam, kimse de bana karışmasın düşüncesine kapılmış gidiyor. Bu hâli devam ederse bu yolun sonu karanlık üstelik bu yolculukta her tarafı yara bere içinde kalacak ve sistemin içinde yok olup gidecek. Peki bunun önüne nasıl geçer? Cevabı aslında bir kırmızı elbisede yatıyor. O elbiseyi giymek istemedi, fazla kadınsı buldu. Süreyya ona nedenini sorduğundaysa ben smokin tercih ederim derken çok daha fazlasını söylüyordu. Leyla ne yazık ki bir kadın olarak başarılı olacağına, kadınca büyük işler yapacağına inanmıyor. Önce buna inanması şart. O erkek egemenliğini kabul etmiş. Bu sebeple maskülen davranışlar içerisine girmiş, kadınlığını saklayarak yani olduğu kişiyi reddederek var olan dünyanın ona dayattığı erkek egemenliğini kabul ederek başarılı olmak için çırpınıp duruyor. Hep diyorum ya, düşmanını tanımıyor, görmüyor diye. Leyla daha kendisini kabul etmiyor ki karşısındaki sırtlanlar ordusunun farkına varsın da savaşmaya başlayabilsin. İlk olarak da kendi varlığını yani KADIN olduğunu ve bunun saklanacak bir şey olmadığını öğrenmek zorunda. Ruhuna uygun olarak yolunu çizmesi gerektiğini kabul edip başarıya giden yolda adımlarını atabilir.

“Ben bu evrenin oyununu bozarım!” demekle iş bitmez. Önce görmesi ve anlaması lazım. Peki, bu nasıl olur? Bunun üzerine epey bir düşündüm ben. Aslında çözüm çok basit: Sorgulamaya başlayacak. Laf peşinde koşmayı bırakıp olayların peşinden gidecek. Yani işin özünde, cesaretli olacak.

Leyla aslında sorgulayan bir kadın ama yanlış yerlerde dolaşıyor. İnsanlar hakkındaki önyargısını ve onlara bakış açısını olaylara yansıtması lazım. Kendi içinde sürekli olarak insanları sorgulayıp karar vermek yerine, başına gelenlerin nasıl olduğunu araştırması gerekirdi. En basit örneği, cemiyet dergisinde çıkan haberdi. O yayını kimin yaptırdığının peşine bile düşmedi, arkadaş! Başına sürekli olarak bir şeyler geliyor ama o nedense bunların nasıl gerçekleştiğini bile araştırmıyor. Gülten ona gelip Haldun’un tedarikçi meselesindeki rolünü anlatınca bile sağlam bir hareket görmedim. Çocukluğundan beri uyguladığı bu davranış şekli artık işe yaramıyor bunu görmesi lazım. Cesaretini toplayacak ve üstüne oynanan “gerçek” oyunu görecek başka çaresi yok. Aksi takdirde ne işinde başarıya ulaşabilir ne de kendisine yarattığı suni rakip olan ve aslında çok âşık olduğu Cem’le hayal ettiği gibi bir mutluluk yaşayabilir.

Leyla, özel hayatında da iki erkek arasında kaldı. Bir yanda Cem, diğer yanda İskender. Düne kadar sadece bir arkadaş olan İskender, Şinasi’nin “Seni mutlu edene gidebilirsin” sözünün ardından ilişki yaşanabilecek aday hâline geldi. İşin özüne bakacak olursak Leyla’nın sıcak ve soğuk olarak tanımladığı bu iki erkek, kendi içinde bulunduğu durumu da temsil ediyor.

Leyla, Cem’e karşı yoğun duygular besliyor ve ne yazık ki hislerinden korkuyor. Cem’in sürekli olarak “Yanmaktan mı korkuyorsun?” sorusu çok doğru bir tespit. Leyla, Cem’e kapılıp giderse sonrasında üzülmekten, kırılmaktan, yanmaktan korkuyor. Diğer yanda İskender, ona sığınacak bir liman, serin bir yer gibi gelmeye başladı. İnsan kendisini sevenle mutlu olmasına olur da bence bunun tek bir şartı var. İçinde başkasına karşı beslediği bir aşkı, yangını yoksa sevmediği ama sevildiği ilişkide mesut olabilir. Aksi durumda hem kendini hem de onu çok seven insanı üzer. Umarım bunca hatanın üstüne bir de İskender’e evet diyerek yanlışı yanlışla düzeltmeye kalkmaz. Çünkü İskender’in ona olan hisleri Cem’in hislerinin sokağından bile geçmiyor.

İskender ve Cem arasındaki soğuk savaş, İskender’in Cem ve Leyla dansını görmesiyle birlikte resmen başladı. Daha doğrusu büyük şefimiz için başladı, Cem henüz bu savaşta bir taraf değil ve bence asla olmayacak. Aşkta rekabet olmaz anlayışına sahip olan Cem, sevdiği kadına da geldiği günden beri ganimet muamelesi yapmıyor. “Leyla kararını versin!” diyor. Bence doğru olan da bu. Bir kadın için iki erkeğin savaşı, kadını sanki bir altın gibi ödül statüsüne sokmaktan başka bir şey değil. İskender ağzıyla bu savaşı kazanacağını defalarca söyledi. Açıkçası ben onun zaten Leyla’ya aman aman bir duygusu olduğunu da düşünmüyorum. Sen bunca yıl sus, ağzını bile açma, kızın işi ellerinden alınırken ağzına kilit vur, Haldun ağzına geleni sayarken iş durumunu düşünerek sessizliğini koru sonra da çık, ben seviyorum. Şurada bir yerde külah olacaktı, durun getiriyorum hemen.

İskender’in aksine Cem, Leyla’yı çok daha fazla önemsiyor. Kurulun Gala Gecesi’nde yaptıklarının ardından tüm faturayı kendine kesti. Leyla ona ne kadar kötü davransa da kalbine onunla ilgili hırs tohumları ekmedi. Dedesiyle dertleşirken “Ben bunun olacağını nasıl görmedim, sırtlanların arasına attım onu!” diye diye kendini yedi. Halbuki daha bir gün önce yıllardır âşık olduğu insanın kendisini sevmediğine oldukça emindi. Kendini çok kolay rahatlatabilirdi ama yapmadı. Burada ufak bir parantez açmak gerekirse Leyla da Cem’e yaptıkları için hafiften bir vicdan azabı duymaya başlamadı dersem yanlış olur daaa hâlâ hatayı telafi hususunda tek bir hareketi yok. Cem en azından kendini açıklamak istedi ama Leyla da böyle bir şeyi ne yazık ki göremedim.

Cem kendi iç dünyasında sevdiği kadına haksızlık yapmadı. Mesela Haldun ne zaman ağzını açacak olsa Leyla’yla arasında sarsılmaz bir duvar gibi duran ve ona karşı hamlelerin önünü kesen bir adamla karşılaşıyor. Cem’in tek hatası, Leyla’nın içine girdiği dar boğazdan onu kurtarmaya çalışmak oldu ama ben bunu çok masum görüyorum. Cem bu hareketi sevgisinden yaptı; Leyla ise ona acıdığı için, ona muhtaç olması için yaptığını düşündü ki şaşırmadım. Leyla, Cem’den gelen bir yardımı şimdilik kabul edemez zira karşısındaki insanı kendisinden fazlasıyla üstün görüyor. Cem’in onun içindeki bu fırtınayı görerek hareket etmesi lazım ama o da söz konusu Leyla olunca çok mantıklı davranmıyor, ne yazık ki. Peki karşılıklı olarak mantıkları tatile çıkan Leyla ve Cem bu noktadan sonra ne yapacaklar?

Leyla son sahnede İskender’le birlikte gitmeye karar verdi ancak ben hâlâ en azından burada bir hata yapmayacağına inanmak istiyorum. Onun, İskender’e evet demesi, gelecekte yakalayacağı mutluluğu elleriyle çöpe atması demek bence. Aşksa bu kadar basit değil. Hayatına alacağı insan, sadece ona bir omuz olmamalı bence. Strese girdiğinde onu görmeli, yanında olmadığında da dimdik her koşulda arkasında duracak cesarete sahip olmalı diye düşünüyorum. Sevgi ve aşk hususunda benim gözümde Cem, büyük şeften yüzlerce adım ileride; bunu Leyla da görürse ne mutlu ona, ne diyeyim ki…

Yazımı bitirmeden önce bir sitemim var. Kadının gücünü anlatan bir dizide üzülerek söylüyorum ki güçlü kadın hâlâ göremiyorum ben. Leyla’ya ne güçlü ne de cesur diyebiliyorum. Açıkçası ben çok daha farklı hayal etmiştim. En basitinden şu dergi meselesinde Leyla’nın da karşı atak geliştirmesi, bir televizyon programına çıkıp erkeklerin onu nasıl yok etmeye çalıştığını anlatmasını beklerdim. Küçük ekibi dışında haklılığını tüm dünyaya haykırmasını ve gerçek anlamda Haldun Toraman’a “Hodri meydan, savaş istiyorsan alacaksın!” demesini beklemiştim. Şimdilik bunun olacağına dair inancım eksilerde. Bekleyip göreceğiz!

Bu haftalık da benden bu kadar, emek veren herkesin yüreğine sağlık.
Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin!

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.