YAZAR : Şeyma BULUT

Bu hafta Kanunsuz Topraklar’dan ne anladın, sana ne anlattı deseler tek bir cümle söylerim: İnsan bazen ne kadar istese de gerçeklerle yüzleşmekten kaçınabilir. Özellikle bu hakikatler ailemizi ilgilendiriyorsa insan daha da korkak davranabiliyor. Kim kolayca “Evet benim babam/annem suçlu!” diyebilir ki? Bunun için çok sağlam bir irade ve güç lazım diye düşünüyorum. Gülfem de bu yaşına kadar babasıyla ilgili bir şeylerin hep farkındaydı ama bir türlü görmek istemedi. Belki reddetti belki de görmezden geldi bilmiyorum ama Behice gibi “Babam her zaman haklı!” inancında olmadığına da eminim. Gülfem, bölüm boyunca küçük Elif’in ölümünde babasını ikna edemediği için kendini de suçladı, bu suçluluk duygusu da onu ömrünce kaçtığı hakikatlerle yüzleşmek zorunda bırakı: Malik Paşazade acımasız ve zalim bir insandı!

Gülfem babasının zalim tarafıyla öyle ağır bir şekilde yüzleşti ki bugüne kadar inandığı her şey birden tepesine yıkıldı. Bu yüzleşme bir şoke olma durumu değil de “Biliyordum ama yine de yalan olmasını dilemiştim!” bakışıydı. Gülfem babasının başına gelenlerin ardından Davut’un peşine düşse de Fatma Ana’nın evladını ve kocasını, babası yüzünden kaybettiğini öğrenmesiyle bugüne kadar bilip de reddettiği o gerçekle acı bir şekilde yüzleşti. Babası kendisi ve parasından başka bir şeye değer vermeyen, insan hayatını hiçe sayan, sırf yapabiliyor diye insanlara zulmeden bir canavarmış. Bunu anlamasıyla da birdenbire Davut ve ailesi için çırpınmaya başladı. Halbuki aman rahatım bozulmasın da diyebilirdi ancak hareketleri tam tersineydi, hem de hiç ihtiyacı olmamasına rağmen.

Paşazadelerin büyük kızı, herkesin gözbebeği olarak hayatını yaşarken Davut’u zifiri karanlıkta gördü ve babasının kanatlarının altındayken bizzat babasının, insanların karanlığının sebebi olduğunu fark etti. Küçük Elif’in de ölmesiyle artık Malik’in arkasında duran, her dediğine evet diyen Gülfem Paşazade gitti yerine Malik’in yıktığı hayatları biraz olsun onarmak isteyen bir kadın geldi. Üst üste yaşadığı olaylar Gülfem’in içinde yıllardır sakladığı kadını da su yüzüne çıkardı. Paşazade kızı Gülfem, aslında içten içe oldukça merhametli, başkalarının acısına sessiz kalmayan, feryatlarına kulak tıkamayacak kadar vicdan sahibi bir insan ki jandarmadaki ifadesinde hem Davut’un gözlerinin içine bakamadı hem de babasını vurduğunu söylemedi. Bu Gülfem’ce bir özür niteliği taşısa da Davut için yeterli değil.

Davut çok kısa sürede çok büyük acıları üst üste yaşamış bir adam. Önce babasını, sonra çalışma arkadaşlarını ardından da Elif’ini kaybetti. Tüm bu olanlar Davut için ağırken bir de annesinin kendisini feda etmeye kalkması onu içinden çıkamayacağı bir duruma soktu. Annesini kurtarmak için her şeyi yapmaya hazır olmasına rağmen Malik’in ondan istediği şeyler karşısında iyiden iyiye yıkıldı. Tabi bu kadar olayı üst üste yaşayan bir insan, iyiyle kötüyü, gerçekle doğruyu ayıramayacak hâle gelir. Davut’ın Malik’e de ailesine de bakış açısı çok net. Kendisi gibi emeğiyle çalışıp çabalayanlar ölürken Malik gibi onların emeğini kullanıp zengin olanlar sırça köşklerinde keyif sürüyorlar. Davut için hayatın tek gerçeği bu ama ne yazık ki sığ bir bakış açısı. Halbuki emekçilerin içinde nasıl Murtaza gibi kötüler varsa kötü diye yargıladığı sınıfın içinde de iyiler olabilir ama dediğim gibi Davut bunu görecek durumda değil. Daha doğrusu değildi, Gülfem karşısına çıkıp da konuşana kadar. Mezarlıktaki yüzleşmede Gülfem, babasının kızı olmadığını, onları önemsediğini, merhametini Davut’a ispat etmiş oldu.

Gülfem’in merhametli olduğunu gördüm çok da sevdim ama cesur olduğunu, kendini bu kadar beğenmiş birinin kız kardeşi için kendini eşkıyalara atacak kadar cesur ve fedakâr biri olabileceğini asla tahayyül edemezdim. Yeşilçamvari bulduğum bu dizide yine tırnağı kırılsa ağlayacak, kendini dünyanın merkezi sanan bir kadın beklerken, annelik rolünü Behice’ye bırakmışken ondan böylesine bir hareket gördüğümde aklıma tek bir şey geldi : Gülfem gösterdiği gibi sadece kendisi için yaşayan biri değil. İçinde bir yerlerde isyankâr, insanlara yardım etmek isteyen, merhametli bir kadın saklanıyormuş ve Davut o kadını kolundan tuttuğu gibi dışarı çıkardı. Ben bu sebeple Davut ve Gülfem arasında başlayan bu ilişkiye klişe bir tavırla “En büyük aşklar, nefretle başlar!” olarak bakmıyorum. Davut, Gülfem’e ona dayatılan, olması beklenen kadın değil gerçekten istediği kadın olma hususunda ilham oldu.

Bu noktadan sonra Gülfem de Davut’a herkesin aynı olmadığını, her zenginin sadece parayı düşünmediğini öğretecek. Zaten babasının dediğini yapmaması için onu uyarmaya gitmesi, jandarmadaki ifadesi, Davut’un önceden gözüne bile bakmak istemediği kadının gözlerinin içine bakmasını sağladı. Davut şimdilik bu kadından uzak durmak için bahaneler üretse de yakında Paşazadelerin diğer bir cesur kadınıyla daha tanışınca iyiden iyiye fikri değişecektir. Bir değil iki iyi insan, Davut’un da bakış açısını  değiştirmesine sebep olabilir diye düşünüyorum ve zaten Davut da o çizgide dolaşıp durdu. Bir tarafı inanmak isterken diğer yanı hep savunmada ama ben, inanmayı tercih edeceğini düşünüyorum. Bana kalırsa Davut’un fikri son anda değişti zaten. Gülfem’in kardeşi için kendisini feda etmesi, onun gözündeki bencil, şımarık kız imajını da tamamen yok edecektir. Gülfem’in onu uyarması, ona destek olmasını acımaya yorabilirdi ama bu olayla karşısındakinin sevdikleri için neleri göze alabileceğini de görmüş oldu. Davut’un Gülfem’in sadece ilhamı değil kahramanı olması ikili arasındaki ilişkiyi başka bir boyuta taşırken en azından dışarıya karşı Malik’in doğrudan bu adama bir şey yapmasını bir süre engelleyecektir. Ne de olsa imaj her şeydir değil mi?

Şimdi söylemezsem içime dert olacak ama demem de lazım. Arkadaşlar Malik gerçek mi? Yani bir insan neden bu kadar kötü olur? Para hırsı demeyin bana sakın, asla inanmam. Başka, daha sağlam bir sebep lazım. Masallarda bile kötü insanların çok sağlam sebepleri olur. Ben Malik’te bunu göremiyorum. Annesi mi sevmedi? Babası her gün dövdü mü? Neden yahu! Ne oldu da bu adam bu kadar kötü oldu? Yavuz’un neden kötü olmak istediğini anladım. Yıllardır ezilen bir adam, gücü yok, parası yok bunları elde etmek için elini çamurun içine soktu ama Malik’in neden kötü olduğunu biri bana açıklasın artık, yoksa ben ona cehennem zebanisi diyeceğim.

Malik’ten tiksindiğim en önemli sahne de fabrika için kızını sattığı andı. Resmen Gülfem pazarlık masasına çıktı ve bedeli biçildi. Ondan sonra kızı kaçırıldı diye ağlarken ben içimden kesin fabrikaya üzülüyor dedim. Asla inanamadım. Umarım ilerleyen bölümlerde Malik’in neden böyle olduğunu senaryoda ikna edici bir şekilde görebilirim.

Kanunsuz Topraklar bu hafta daha derli topluydu ama bir eksik var. Senaryonun dili özellikle kırmızı alarm veriyor. Ambulansın ülkeye ne zaman girdiğini araştırmak bu kadar zor olmamalı diye düşünüyorum. Dönem dizilerinin en önemli özelliği kurgunun geçtiği dönemi de her şeyiyle yansıtması ama Kanunsuz Topraklar bu hususta biraz özensiz davranıyor ve bu da hikâyenin atmosferine inanmamı zor hâle getiriyor. Umuyorum ilerleyen zamanlarda bu tip hataları görmeyiz.

Davut ve Gülfem’in yolları zalim bir adamın gölgesinde kesişti. Yavaş yavaş birbirlerinin hayatına karışan iki insanın aşk da perdeye çıktığında nasıl bir savaş verecekleri, benim bu dizide en sabırsızlıkla beklediğim konu.

Bu haftalık da benden bu kadar. Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.