YAZAR : Ayça AKMAN

Komada geçen kırk altı günü, kırk dokuz günün yanına koydum. Ardından tıpkı istihbarat sorgusundaki gibi  “Baştan aldım!” Yetmedi, orada kaybolan Maraş aksanının yanıbaşına, aynı bölüm üç ayrı karakterin ağzından çıkan  “başka biri olmak” göndermesini yerleştirdim: Celal Mahur ve Necati’den duyduğum  ve “olmadığımız kişi gibi davranıyoruz, maskeler takıyoruz”  anlamını çıkardığım cümleleri zihnimin potasında eritip yazan kalemlere selam olsun dedikten sonra tüm bu uyaranlarla alarma geçmiş beyin hücrelerimin önüme koyduğu soruya mutlu bir şaşkınlıkla bakakaldım: Maraşlı aslında sen kimsin?

Şaşırmak en sevdiğim şey, gafil avlanmak, tahmin edememek de öyle… Seyrederken düşünmeyi seviyorum, sanırım Maraşlı bu yüzden tavladı beni. Hâlâ, İlk Durak’ta üzerinde durduğum sorgulamanın zamanı meselesi benim için muğlak ama artık hissiyatım o ki istihbarat, sadece fotoğraflar için takılmadı emekli askerin peşine, çok daha derin başka bir amaç var taleplerinin gerisinde. Maraşlı’nın intikam isteği ellerini kolayladı yalnızca. Onların gerçek niyetlerini açık edip etmediklerinden emin değilim ama Celal – tabii ismi gerçekten buysa – çok önemli bir bilgiyi kendisine sakladı: Türel havacılık ile konser saldırısını birbirine bağlayan amblemi! İşte benim asıl beynimi karıncalandıran soru da buraya devreye giriyor. Bu bağlantıdan habersiz olan yahut habersizmiş gibi görünen istihbarat aslında neyin peşinde! Öyle ya, birine işbirliği teklif etmeye karar veriyor; ona sil baştan hayat kurguluyor, ezberletiyor, ilmek ilmek yeni bir insan dokuma zahmetine giriyorlarsa emeğin karşılığına değecek bir amaç olmalı! Tabii ben bir seyirci olarak her şeyi yanlış anlayıp uçlarından tuttuğumu sandığım ipleri birbirine dolayıp kördüğüm yapmadıysam!

Maraşlı’nın bize anlattıklarının ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu ciddi şüphe duyuyor ve şimdilik elimdeki iki sağlam veriye tutunuyorum. Evet, kızı saldırıda yaralandı ve Celal bunun hesabını sormak istiyor ve yine evet, o çok iyi eğitilmiş, donanımlı bir asker! Bu iki saptama dışında her şey ve herkes benim için sorgulamaya açık. İnsanların içinde, insanlardan bir insan mı Maraşlı, herkes gibi görünen ama nihayetinde kendisi olan? Bilmiyorum, emin olamıyorum… Onun karakterini anlamaya çalışırken de ondan duyduklarım, gördüklerim tek  kılavuzum, inansam da inanmasam da…

Acıdan geçmiş bir hayat şarkısı var Celal Kün’ün, her haraketinde ince notalarını duymaya çalıştığım ve beni ufak ufak farklı noktalardan vuran… Acılar yarıştırılamaz elbet ve hiç kimsenin taşıyabileceği yük, eş değildir birbirine. Şöyle uzaktan bakıyorum; bir yanda onlarca arkadaşını ölümün kucağında görmüş, kendisi de ölümün kıyısından defalarca dönmüş, komada kalmış, kızı boyundan büyük bir silahla vurulup lal olmuş emekli bir asker, diğer yanda annesinin ölümüyle başa çıkamamış, suçluluk duygusuyla kıvranan, büyüyememiş “Ben de acılar çektim” diyerek ilgi dilenen bir genç kadın… Kadere yok hükmümüz, ne var ki önümüze konanla nasıl başa çıkacağımız kişisel bir tercihtir. Maraşlı’nın da dediği gibi acıyı yaşamanın da bir raconu var ve onun penceresinden Mahur’un seçtiği yol, racona ters!

Celal “Deli deliyi dakikada bulur” derken hem kendi deliliğinin hem de Mahur’un deli cesaretinin hakkını teslim etti kendince ama benim Mahur’la, sıcak başlayıp hızla soğuyan bir ilişkim var; o yüzden henüz onun yaptıklarını cahil cüretiyle şımarıklık arasındaki skalada değerlendirebiliyorum. Anne kaybı ağırdır, hele de içinde son kez görememenin, yanında olamamanın ağır duygusal yükü varsa. Ancak Mahur’da bu bir tık ileri gitmiş. Babası böyle bir kaybın ardından eve bir “cici anne“ getirince dengeler bozulmuş. Psikolojik destek girmiş araya, yok olmayan o acı gömülmüş. Lakin yüzeye çok yakın ve her fırsatta dışarı çıkmaya meyilli. Bir özel koruma adı üstünde “ özel” alanını işgal edince nefesi kesildi Mahur’un. Onu anlayabiliyorum ama iş hak vermeye gelince orada dururum. Can borcu bu, ötesi yok! Eğer o beğenmediği kaba saba adam olmasaydı “rezil” olacağı bir hayatı bile olmayacaktı. Rezil olmak, Maraşlı’nın da deyişiyle ölü olmaktan iyi ama Mahur’un bunu anlaması için daha zaman var. Gün gelecek, “Araba kapısını açsana, ne bakıyorsun?” direktifini de yutacak, utanıp rezil olmaya da alışacak, sesinin volümünü ayarlamayı da bilecek, acıyla başa çıkmanın kendini kaybetmekten başka yolları olduğunu da görecek! Hepsinden önemlisi karşısındakinin de bir insan olduğunu hatırlayacak elbet. Ha, bununla kastım kan görünce merhamet damarı kabarıp pansuman yapmak değil onu bir netleyeyim! Allahtan pek az konuşsa da lafın altında kalan bir adam değil Celal ve bölüm boyunca hiçbir ukalalığı cevapsız bırakmadı ki onun verdiği her karşılıkta içimin yağlarının yavaş yavaş eridiğini, yüzüme hınzır bir gülümseme yerleştiğini saklayamam. Ters yolda Maraşlı’ya kendince meydan okuyan Mahur Hanım, hafıza kartını herkesten habersiz değiştirip Savaş’ı polise ihbar ederken de “Benim tersim fenadır!” mesajı vermeye mi çalıştı, bilemiyorum ama onun bu hamlesinin bedelini sadece kendisi değil Savaş’ın hedefe oturttuğu Maraşlı da ödeyecek. İşin özü “Bayan” siz hem korumanızdan hem de Savaş’tan aynı anda kurtulduğunuzu düşünedurun, sürpriz sürpriz… Hikâye daha yeni başlıyor!

Maraşlı, ah Maraşlı… Senin ağzından çıkmasaydı o “ Bayan!” hitabı bunu söyleyeni ilk dakikada silerdim defterden, ama işte… O kadar belli ki  utangaçlık perdesi ardındaki o mesafe ve öyle spontan öyle içten ki, bağlandı elim kolum. Tabii üzerine konan vurgularla ara sıra amacından şaştığı da oluyor. O yüzden araya birkaç Mahur Hanım da sıkıştırsa fena olmaz, diyorum zira fazla tekrara girince insan bir nem kapıyor:)) Uzun zamandır aksiyon -dram türünde Celal kadar beni etkileyen bir karakterle tanışmamıştım. Bir amacı var evet, ama ruhsuz değil asla. Hatta bazen onun bir asker için fazla duygusal olduğunu hissediyorum ancak işinin ehli, hiç müdanası yok. Dostu da iyi tartıyor düşmanı da! Savaş’la ilk karşılaşmalarındaki “Ben doluyum arkadaş” la başlayan rest çekişi nasıl unutulur? Biz canı istedi soğan kırdı zannederken o arka planda düşmanı paketliyor, ampul patlasa silaha sarılıyor belki – mesleki deformasyon- amma düşman asla gözünden kaçmıyor. Sormadan söylemiyor, malum hamlıktır. Görevinin sınırları belli, uşak da olmuyor dert ortağı da… Canı pek, gözü kara… “Ne kabalığımı gördünüz, bayan?” dediğinde empatimize tavan yaptırıyor. Nefret zahmetli bir duygu onun için, kızını vuran adam bile ondan nefret edecek kadar yaşamıyor! Nerede nasıl davranacağını çok iyi biliyor; bir insanın canını korumaksa hadise, kalabalığın içinde silaha sarılmakta bir sakınca yok fakat  iş dışında ikna yöntemleri çok daha, nasıl demeli, yaratıcı! Onun en büyük sınavı sabır; kızının ağzından bir kez daha duymayı umduğu “Baba” sözü için yaşıyor ve sabrediyor; eksik olmasın, Mahur da sık sık sınıyor bu yönünü, Allah Maraşlı’ya kolaylık versin!

Mahur ikinci kez saldırıya uğradığını, ölüm tehditleri aldığını bilmediği için belki ya da en az Maraşlı kadar gözü kara olduğu için yahut gerçekten cahil cüretiyle Savaş’ı polise verdi ve Savaş muhatap olarak onu değil Maraşlı’yı seçti. Düşman bu mücadelede bir sıfır önde çünkü içerde köstebeği var, aileden biri! Elma ağacındaki elmalardan birisi belki de daha fazlası çürük. Sağlam olanlara zarar vermeden çürükler nasıl ayıklanır onu düşünmek de Maraşlı’nın işi, istihbarat da el atarsa bir zahmet! Celal Kün, her daim tetikte her daim hazır olmak zorunda. Ne var ki Mahur her şeyden bihaberken sonsuza dek koruyamaz onu. Celal, Savaş’ın “Afganistan” vurgusuyla köstebeğin ailede olduğundan emin oldu ve hiç düşünmeden Mahur’la paylaştı. Bundan sonra  önünde uzanan “ Yılların kaybolup kaybolmayacağını”  da Maraşlı’nın onu korumak için neleri göze alacağını da bayan”ın yapacağı seçimler belirleyecek, ben de koltuğuma keyifle kurulup tadını çıkaracağım. Hoş geldin Maraşlı, ömrün uzun, hikâyen sağlam, yolun açık olsun! Pazartesi günü görüşmek üzere…

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.