Yazar: Şehriban Simay DEMİR

Bazen, her şey kadere göre ilerliyorsa ben ve iradem bunun neresindeyiz diye düşünüyorum. Zaten yaşamam gerekenleri yaşıyorsam yaptıklarımdan neden sorumlu oluyorum o zaman diye sorgulamadan duramıyorum. Sonra kaderin gerçek anlamıyla baş başa kalıyorum ve anlıyorum:  “Verdiğimiz kararlar kaderimizi belirlemekte.” Peki ya kişiden bağımsız ama onu doğrudan etkileyen kararlar ve ona göre yaşamak zorunda olanlar? Onlar bunun neresinde? Örneğin Zeynep, ona dayatılan hayatı yaşamak zorunda kalan bir insan. Yaşamıyla ilgili çoğu seçimi ya annesi yaptı ya da onun vicdanına oynayıp yönlendirdi yıllarca. Bu yüzden değil mi en ufak müdahaleye dahi tahammülsüzlüğü?

Zeynep, kendi yaşadığı hayatı seçmedi. Annesinin yazmaya başladığı kaderi değiştirmek için uğraşıp durdu. Ne Nermin’e verilmeyi ne de o hayatın getirilerini istedi. Bu yüzden vicdan azabıyla büyüdü, sürekli arada kaldığı için savrulup durdu, istemediği halde evlendi, zorbalığa maruz kaldı, yıprandı. Yine de tüm yaşadıklarına rağmen direndi “Düzenim bozulmasın, âşık olduğum adamla aram açılmasın.” diye oturup göz yummadı ona yapılanlara. “Kaderimdir” deyip susmadı sesini çıkardı ve annesi gibi olmamak için mücadele etti. Fakat bu hayatı yaşarken bir yandan da çok fazla hata yaptı; geçmişte yaşadıkları, olumsuz olarak geleceğine ve karakterine sirayet etti .

Onun da kardeşlerinin de yaşadığı çoğu şey annelerinin tercihiydi, evet. Sakine, Bayramsız bir hayatı hiç düşünmedi, çocukları söz konusu olduğunda bile “Aman başımda bir erkek olsun” zihniyetiyle hareket etti sürekli. Sonunda bir çocuğu evden kaçtı, diğeri bakımsızlıktan, yetersiz beslenmekten öldü ve en küçüğü de ona hasret yaşadı yıllarca. Bunların hepsini ona şiddet uygulayan, kazandığı üç kuruş parayı bile içkiye veren bir adam için, onunla olan düzeni bozulmasın diye yaşadı. Sakine hiçbir zaman zavallı olmadı, sadece çaresiz görünmekten ve o çaresizliğe sığınmaktan zevk aldı ve bahane olarak kullandı hepsi bu. Şimdi onun tercihlerinin bedelini hâlâ çocukları ödüyor. Zeynep’in yaşadıkları malum ve Gülbin, o küçücük yaşıyla tüm bunları kaldıramamış ve evini terk etmek zorunda kalmış bir kadın.

Gülbin; yaşadığı evden, babasının zulmünden, onun çektirdiklerinden kaçmayı tercih etmiş fakat ne yaşamış olursa olsun kardeşlerini o zalim babayla zavallı dediği annenin ellerine bırakıp gitmeyi seçmiş geçmişte. Şimdi “Beni merak etmediler, aramadılar, öldü mü, kaldı mı diye sormadılar?” diye hesap sormak istiyor ama kendi kararlarının sonuçlarını Zeynep’e dayatması zalimce. Doğduğu ev yaşanmaz bir yerdi belki kabul ediyorum, Bayram’a katlanmak imkânsızdı, yaşadıkları hayat herkesin kaldırabileceği türden bir hayat değildi ve o daha on beş yaşında küçücük bir çocuktu, hepsini anlayabiliyorum. Fakat kendi seçtiği yolda yürümüşken bunun bedelini yirmi yıl sonra geri gelip kendi yaşayamadığı evde yalnız bıraktığı, terk ettiği kız kardeşine ödetmek istemesini anlayamıyorum ve sunduğu sebeplerin hiçbirini ikna edici bulamıyorum, kusuruma bakmayın. Annesine sitemine hak verebilirim belki ama Zeynep’i onu aramadığı için suçlaması, kıskanması “Benim hayatımı yaşıyor” demesini asla haklı bulamıyorum. Sanki Meltem ve Ekrem’le anlaştığı için kendini inandırmaya çabalıyormuş ve bunları bahane olarak kullanıyormuş gibi…

Bu trajik hikâyenin en büyük kaybedeni, Zeynep. Bu yüzden onun tüm yaşadıklarından çıkardığı ilk ders, ne olursa olsun Barış’ı kaybetmemesi gerektiği oldu. Barış’ı sevdiğini söylüyor ve artık onunla bir hayat kurmak istiyor. “Ben artık bizim kıymetimizi çok iyi biliyorum ve kaybetmeyeceğim onu.” diyecek kadar da kararlı bu konuda. Ama bu kadar kesin konuşsa da ben hâlâ onun Barış’a olan aşkından emin değilim çünkü Zeynep’in söyledikleri yaptıklarıyla örtüşmüyor ve söylediklerinin inandırıcılığını yitirmesine sebep oluyor. O, çok küçük bir zaman diliminde çok büyük yaralar aldı. Çok büyük travmaları var ve bunların üstesinden tek başına gelemez. Hâlâ sağlıklı düşünebilecek bir durumda değil. Daha önceden de söylediğim gibi bu ilişki, Barış mücadele ettiği için ayakta kaldı bu güne kadar. Zeynep’in hiçbir katkısı, emeği olmadı. “Belki de yolda yan yana yürümek için el ele tutuşmaya gerek yoktur.” diyecek kadar vazgeçebiliyor bir anda ondan. Bu ilişki için fedakârlık yapan, anlayış gösteren taraf hep Barış oldu. İşte bu yüzden Zeynep ona müdahale etmeyen, her an yanında olup destek olan ve ona âşık Barış’la birlikte olmak istiyor. Şu an Barış’ı  sevdiğini söylüyor  ama Zeynep’in hayatındaki  en ufak bir sıkıntıda ilişkileri yine sarsılacak çünkü bu hâlâ Zeynep’in duygu durumuna bağlı; Zeynep’in psikolojisi iyiyse Barış’la araları da iyi, aksi taktirde yeniden onu hayatının dışına itip, aralarına kalın duvarlar örüp, Barış’ı yine dışarıda bırakacaktır. Bu yüzden Barış’a acıyorum  açıkçası; Zeynep’in bir yakın bir uzak hâlleri, tutarsız davranışları Barış’ın istediği ilişki durumundan çok uzak. Dahası Zeynep, şu an Barış’ı kaybetmemek için istiyor evlenmeyi, ona âşık olduğu için değil. Onu hayatına yoldaş olması için değil yaralarına merhem olsun diye istiyor yanında ve bu, Barış’a yapılabilecek en büyük kötülük.

Barış’ın bu ilişkideki rolü malum ve bu onu çok yıpratıyor. Zeynep’in Nesrin’e söyledikleriyle gerçekler bir daha çarptı Barış’ın yüzüne. O Zeynep’le ilişkisi için Zeynep’e rağmen çok mücadele etti. Kendinden ödün verdi, bazen karamsarlığa kapılıp “Her şey boşuna” diyecek duruma geldi ama hiçbir zaman pes edip Zeynep’ten  sevgisini de desteğini de esirgemedi. Bu mücadelesinin sonunda Zeynep’e ondan açık açık yardım isteyebileceği kadar da güven verdi. Peki, ya Barış  bu birlikteliğe ve Zeynep’e gözü kapalı güvenebilir mi? Ben söyleyeyim, hayır. Yukarıda da değindiğimiz gibi Zeynep bu güveni sağlayacak hiçbir şey yapmadı. İşte bu yüzden Zeynep’in Nesrin’e söyledikleri için aşkından şüphe etmesi olası. Barış duyduklarının ne kadarını ilişkilerine yansıtır bilmesek de sanırım artık Zeynep’in “Tüm engelleri kaldıracağım” dediği yerdeyiz. Belki de Zeynep’in artık sevgisi için çabalayıp konfor alanının dışına çıkma zamanıdır. Ancak bu şekilde sadece karşı taraftan beklemeyerek kendisi de emek vererek sevmeyi öğrenebilir diye umut ediyorum ve ancak bu sayede Barış’ta tam bir güven oluşturabilir.

Barış, Zeynep’e kısmen güvense de etrafındakilere karşı temkini elden bırakmayan ve iş hayatı konusunda Zeynep’ten çok daha tecrübeli biri; bu yüzden Tarık’ın hareketleri istemsizce onun radarına giriyor. Zeynep fark etmese de o, Tarık’taki tuhaflıkları tek tek görmeye başladı. Önce sahteliği sonra fotoğraf olayı şüphelerini derinleştirdi. Tarık’ın kendisine attığı adımlardan şüphelenen Nermin de kuşkularını dillendirirse işler daha da kolaylaşır fikrindeyim. Bakalım Barış onun gerçek kimliğini nasıl çözecek?

Hayat herkes için bir şekilde devam ederken Nuh için durdu sanki. Olanları düşünmemek için kendini işe verdi adeta. Yaşadıkları çok ağır bu yüzden devam etmek için restoranı amaç edindi kendine. Kardeşini kaybetmiş olmanın verdiği acı, bir yanda sevdiği kadının tercihi olamadığı gerçeği, öte yanda artık sesini kimseye duyuramayacağı endişesi onun sessizliğe bürünüp iyiymiş gibi davranmasına neden oluyor. Gülüyor, biri bir şey sorunca konuşuyor ama daldığı ilk anda aklına gelen tek şey yine Cemile ve onun gidişi oluyor. Bu yüzden sohbetlerinin en keyifli yerinde bile daralıyor bir anda. Yaşamı şu an alt üst olmuş durumda ama hayat bu, ileride ne olacağı tamamen muamma.

Evet, hayat değişiyor ve bu değişim her zaman kötü olmayabilir. Sabretmek, beklemek ve görmek gerek.

Haftaya görüşmek üzere.

 

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.