YAZAR:Şeyma BULUT

Bu hafta dizinin başından kalktığımda aklımda tek bir kavram vardı : Sevgi! Dizideki direniş ve savaş beni çok etkilese de Türkiye’nin son 70 yılının özeti bu zaten. Bir yanda sömürenler, diğer yanda sömürülenler ve onlar da inatla bir kahramanın çıkıp kendilerini kurtarmasını bekliyorlar. Bu hususta diyecek pek bir şey yok! “Davut’a güveniyoruz, o bizi bu çukurdan çıkarır.” demek yerine, hep birlikte çıkalım, birlikten kuvvet doğar denmediği sürece de bu düzen böyle gider. Bu yüzden benim diziyi izlerken sorguladığım kavram sevgi oldu.

Sevginin insanın ruhunun tamamlayıcısı olduğunu düşünürüm ben. Sevgisiz büyüyen insanlara  içten içe acırım. Gülfem’e de bu hafta fazlasıyla üzüldüğümü söylemezsem olmaz. Annesini bilmiyoruz ama ne babası ne kardeşi karşılık beklemeden sevmiş onu. Fikriye’yi saymazsak saf bir şekilde ona değer veren kimsenin olmadığını düşünüyorum. Gülfem’e uzaktan bakınca insan; şımarık, içi boş, sığ bir kadından başka bir şey görmüyor olsa da yaklaştıkça tüm bunların büyük bir boşluğu doldurmak için yapıldığını ve  kendini bir şekilde kabul ettirmek istemekten başka bir şey olmadığını net olarak görebiliyorum.

Gülfem Paşazade, tüm bölüm boyunca Davut ve diğer işçiler için kendini paraladı. Bunu sadece basitçe minnet ve merhamet kavramlarıyla açıklamamak lazım diye düşünüyorum. Orada çok daha başka bir şey vardı : Gülfem’in gözündeki perde kalktı. Neredeyse tecavüze uğramak üzereyken bir anda yaşadığı kâbus ona çok acı bir gerçeği gösterdi : Gerçekten onu seven kimsenin olmadığını. Belki sadece Fikriye bu konunun istisnası olabilir ama ne babası ne Behice ne de diğerleri Gülfem’i onun istediği şekilde seviyorlar. Babası, dağa kaçırılan kızı için sırf kendi kirli geçmişi ortaya çıkmasın diye jandarmayı aramadı; Yavuz evlenmek istediği kadın için patronunun ağzına baktı; Behice, Fikriye’nin yarısı kadar bile korkmadı. Halbuki baktığında hepsi çok seviyor değil mi? Yavuz evlenmek istiyor; diğeri babası, biri de kardeşi ama hepsinin bir beklentisi var. Onları alamadığı zaman da Behice de Malik de en acımasız yüzünü Gülfem’e göstermekten kaçınmazken Yavuz da hâlâ Malik’in servetine nasıl ortak olurum diye debelenip durdu. Gülfem, aslında tüm bunları biliyordu ama başına gelen felaket yüzünden artık göz ardı edemez hale geldi; üstüne üstlük Davut’un da kendisinin hayatını kurtarmanın karşılığında ondan bir şey kabul etmemesi, Davut’u Gülfem’in gönlünde daha önce kimsenin erişemediği bir yere koydu.

Gülfem, maddi anlamda Davut’tan üstün olsa da bana soracak olursanız asıl şanslı olan Davut. Onun hayatı gerçek. Her şeyi bir yana bırakacak olursak Davut’un ailesine baktığınızda bu durumu net bir şekilde okuyabiliyoruz. Onu çok seven, onun için yeri geldiğinde kendini feda eden bir annesi, gözünün içine bakan kardeşleri var. Gülfem’e bakın bir de neredeyse tecavüze uğruyordu, hayatı kararıyordu ama bu ihtimal bile Malik’in kendini düşünmesinin önüne geçmedi. Gülfem de bunları gördüğü için sevgisiz, soğuk ailesi için değil, bu sıcacık ve birbirine tutunan insanlar için çaba göstermeye başladı.

Davut ve ailesi Gülfem’in hayatında çok büyük bir eksiği kapatmaya başladı. Özellikle de Fatma Ana! Gülfem’in ilk bölümden beri annesiyle ilgili bir sorunu var ve gerçek sevgiyi bilmemesinin sebebi de burada yatıyor. Ben onun karşılıksız sevgiyi tatmadığını düşünüyorum. Anne sevgisi bilmediğinden Fatma Ana’yla kopmaz denebilecek bir bağ oluştu aralarında. Onda aynı anda sevgi, merhamet ve şefkati görüyor ve Fatma Ana’yla özel bir ilişki kurdu ancak bu ilişki, şimdilik sadece onunla kurabilecek gibi duruyor. Davut hâlâ ve hâlâ karşısındaki kadının gerçekten çabaladığını, kendisine değer verdiğini göremedi. Ehh, tarihler değişse de sanırım erkeklerin bazı özellikleri baki kalmış.

Şimdi çok iddialı olmak istemiyorum ama Gülfem kalbini çoktan Davut’a kaptırdı bence. Daha dün bir, bugün iki diyebiliriz ama bütün işaretler bize, aralarındaki ilişkinin yavaş yavaş biçim değiştirdiğini de göstermeye başladı. Bunun en açık ispatı da Gülfem’in biricik atı Condor. Gülfem, köydeki saldırıdan sonra gölün yanında ağlarken Davut onu Condor’un sayesinde buldu. Gülfem’e “Seni atın buldu!” dediğinde Gülfem beni bu dünyada ondan başka seven yok, karşılığını verdi. Yani Davut’a onu dünyada tek seven varlığı vermek istedi ancak Davut henüz bunu göremiyor çünkü karşısındaki kadın hâlâ kafasında kodladığı yerde: Zengin, her şeyi var; benim sevgimi kaldıramaz düşüncesinde.

Davut burada büyük hata yapıyor ve yakında bu hatasının bedelini çok ağır ödeyecek diye düşünüyorum. Karşısında sevgiye muhtaç bir insan var ve Davut’la olanlara, babasının öfkesine rağmen ona yine de yardım etmek istiyor. Aslında Gülfem; soyadı olmadan kendi olduğu için kabullenilmek, değer görmek istiyor ki canım yansa da da gözyaşlarımla temizlerim kalbimi, diyecek kadar da sevme ve mücadele etme hususunda korkusuz olduğunu gösterdi. Davut, prenses olarak gördüğü kıza “Kurşun gibi ağır gelir, benim sevgim.” dedi, o da başımla beraber, dedi ama hala önlerinde uzun bir yol var.

Gülfem ve Davut ayrı dünyaların insanları. Birbirlerini anlamıyorlar. Halbuki Davut ona zengin kızısın gözüyle bakmasa Gülfem de kalbine yeni yeni aldığı adamla konuşurken sürekli kendini ispat etmek zorunda kalmasa yani karşıya, birbirlerine bakmayı başarsalar bu mücadele aşkıyla önlerinde kimse duramaz. Şimdilik bu zor görünse de Davut, kendi hayatının kapısını Gülfem’e açtı artık buradan dönüş yok. Kalbini de dinlemeyi öğrenirse gerisi çorap söküğü gibi gelir diye düşünüyorum.

Davut ve Gülfem arasında, ölen maden işçilerinin eşlerinin durumu çatışma yaratmasına rağmen, uzun zaman sonra bir dizide Emile Zola ve Germinal‘i görmeyi etkileyici buldum. Kadın madenciler meselesi umarım ki layığıyla işlenebilir ama benim asıl merak ettiğim o madenci kadınlar için kendini feda eden Gülfem’in akıbeti olacak sanırım. Davut ya kendisini ona layık görmüyor ya da öfkesi şu anda kalbinin önüne geçiyor bilemiyorum ama Gülfem’i duyamıyor. Yetmezmiş gibi başına da bin bir türlü iş aldı. Bir yanda jandarma, bir yanda Malik, bir yanda ailesi, diğer yanda sürekli kalbinin ritmini değiştiren Gülfem…Davut için hayat sandığımızdan da zor ilerliyor. Yine de ben sevginin gücüne inanıyorum ve bir gün mutlaka sevginin kazanacağına dair inancımı kaybetmiyorum.

Kanunsuz Topraklar bu hafta aksiyonu hiç düşmeyen bir bölüm kotarmış, sevdim.

Ali Gelik bize fazlaca sunulsa da onunla ilgili şu anda konuşmak istemiyorum ama Malik’in sırrı beni cezbetti. Umarım Malik, tiplemeden karakter sınıfına bu sırla terfi edebilir.

Bu hafta da benden bu kadar. Haftaya görülmek üzere.
Tüm ekibin yüreğine sağlık olsun.
Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.