Kapak

YAZAR : Şeyma BULUT

Çok sevdiğim bir arkadaşım, gerçek mutluluk insana bedavadan gelmez, önce sınanmak gerekir demişti. Hayat tecrübelerle kaimdir ama ne kadar süre böyle devam eder? Bir insan kaç kez sınanır, kaç kez uçurumun kenarına gelip kıl payı hayata tutunabilir ki? Sanırım bu asla cevabı bulunmayacak sorulardan. Sabahlara kadar düşünsek, günlerce konuşsak nafile bazı soruların cevabı yoktur bu yüzden de hayatı çok da sorgulamamak gerektiğini düşünüyorum. İnsan sorguladıkça cevabı bulmak bir kenarda dursun, yenileriyle başa çıkmak zorunda kalabiliyor, tıpkı Sancar gibi.

Sancar Efe öyle bir derdin ortasına düştü ki, sorguladıkça yeni sorularla boğuşmaya başladı, üstüne gittikçe, çırpındıkça bataklığa saplanmış misali daha da derine battı. Şimdi sınavı çok ağır, çok çetin, daha önce hiç yaşamadığı bir korku bu : Evladını kaybetme ihtimali.

Sancar artık uçurumun kenarında bir adam. Zaten uzunca bir süredir mevcut sorunlarıyla boğuşurken önce Melek’in hastalığı ardından da Güven’in velayet hamlesiyle zoraki çıkmayı başardığı o dipsiz kuyunun en derin noktasına yeniden düştü. Kızıyla kaybettiği o sekiz seneyi bile henüz hazmedememişken şimdi onsuz bir hayatın ihtimali, üstüne karabasan gibi çöküverdi. Ne yapacağını, nereye gideceğini bilmez bir halde patlamaya hazır bir serseri mayın gibi oradan oraya savruluyor. Doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyor. Sancar yapısı itibariyle duygularını açabilen, ağlayabilen biri olmamasına rağmen tüm hayatı boyunca içine akıttığı göz yaşlarını artık görüyoruz. Bu onun adına iyi olsa da Sancar çaresizlik duygusuyla barışık bir adam değil. Bu duygu ne zaman onun ruhunu kaplasa ardından çok koyu bir öfke onu takip ediyor. Daha önce bu sinirini hep kendine yöneltirdi ancak şimdi bu duyguyu yönlendirdiği bir başkası var : Güven Çelebi!

Güven, bir insanın başına gelecek en kötü babalardan biri. Kendi çıkarları her şeyin önüne geçen, merhamet gibi bir duygunun uğramadığı, asla sorumluluk almayan bir insan. Böyle bir insan çocuk falan büyütemez ancak elindeki insanı bir enkaza dönüştürür ki biz bunu canlı canlı izledik. Hani Mavi Sancar’a “Bir kadını yok ettin sen!” demişti ya, aslında Nare’yi yok eden Sancar değil Güven’di; onun kızına inanmaması, kendisini evladının bile önüne koyması, kızının çığlıklarına yıllarca kulak tıkamasıydı. İşin acısı yaşadıklarının tüm sorumluluğunu da Sancar’ın üstüne yıktı, kenara geçti galibiyetinin tadını çıkarmaya başladı. Halbuki söz konusu olan kişi torunu. Onun mutluluğunu düşünmesi lazımken, o hala Sancar’ı alt etmenin derdinde ve pek tabii bunun en etkili yolu da baba kızı yeniden ayırmaktan geçiyordu. Güven, bu hamlesiyle Sancar’ın üstüne öyle bir oynadı ki onun içinde birikmiş olan tüm öfke birden ortaya çıktı. Geçtiğimiz hafta Sancar’ın sefirle gireceği mücadelenin çok ağır olacağını söylemiştim. Onun gibi akıllı ve sinsi bir düşmanı ancak sukunetle savaşırsa yenebilir. Ehhh, bu dediğim de pek Sancar’lık olmayınca ortalık birden panayır yerine döndü. Güven, düşmanın zayıf yönlerini çok iyi biliyor ve eskiden olduğu gibi yine kazanacağını düşünüyor ama gözünden kaçırdığı bir nokta var : Sancar’ın artık onu öfke çizgisinden alıkoyan, sakinleştiren ve doğruyu yapmasını sağlayan bir yol arkadaşı var. Mavi, tüm benliğiyle Sancar’ın hata yapmasının önünde yıkılmaz bir kale gibi duruyor ve işin güzel yanı sevgili sefir yeni hasmını hiç tanımıyor.

Aslında Mavi’yi ben de yeni yeni anlamaya başladım. Onunla ilgili dikkatimi çeken noktalara elbette geleceğim ama bu gizemli kadının varlığı şu anda Sancar’ın en büyük şansı. Bana soracak olursanız bu ikisinin yollarının kesişmesi toprağa düşen bir tohum gibi harika bir hayatın filizlenmesine sebep olabilir. Tolstoy der ki “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir! ” Nare’nin gidişinin Sancar’ı kül etmesini beklerken, şehre gelen yabancı bir kadının ona yaşama dair, yeniden sevme ihtimaline dair umut olacağını kim bilebilirdi ki? Nare daha önce de gitmiş, ardında koca bir enkaz bırakmış, yaşamayı sadece nefes almakla sınırlayan bir adama dönüştürmüştü Sancar’ı. Bu sefer öyle olmadı. Birden, en kötü anılarının yaşandığı bir mekanda, hiç tanımadığı bir kadın çıktı karşısına ve aslında her şey tam da o karşılaşmada başladı. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Sancar’ı az, çok tanıyorum artık. O derdini, tasasını sevdikleriyle paylaşmaz, içinde yaşar. Ne yaşarsa, yaşasın bir şekilde kendisi halleder, kalbinin o kısmını kimseye göstermezdi. Ailesine anlatmaz çünkü üzülmelerini, onun derdini kendilerine dert etmelerini asla kabullenemezdi. Nare’ye zaten hiç anlatamadı. Öncesinde aldatıldığına inandığından, sonra da yaşadığı derin vicdan azabı yüzünden hep o mutlu olsun, ben her şeyi hallederim dedi. Hayat böyle değildir. Eğer bir de yol arkadaşınız varsa iki kişilik yaşarsınız. Bir tarafın sürekli yargılandığı, diğer tarafın da kırıklıklarını tek başına tedavi etmeye çalıştığı bir ilişki kendi kendinin kurdu olur. Nare ve Sancar’ın başına gelen buydu. Çok sevdiler, yandılar ama tek başlarına çözmek istediler. Birbirlerine kıyamadılar kendi aşklarını yok ettiler. Mavi ve Sancar’ın öyküsündeyse susmalara, gereksiz fedakarlıklara şimdilik yer yok gibi görünüyor. Kalplerinin en derininden yaralı iki insanın yolu mucizevi bir şekilde kesişti ve onlar için hala umut var. Birbirlerini dinliyorlar, yaralarını sarıyorlar ve daha da önemlisi o hala kanayan yarayı daha da derinleştirmeden tedavi etmeye başladılar.

Sancar, Melek’i geri alınca geçmişin yarasından başka acısı kalmayacak ancak Mavi’nin iyileşmesi biraz daha sürecek diye düşünüyorum. Onun hikayesinden kesitler gördükçe, yaşadığı acı o kadar tanıdık geldi ki bana size anlatamam. Ben tabii ki bir evlat kaybetmedim ama o yaşadığı kaza anının bir başka versiyonunu yaşadım. İnsanın sevdiği birinin gözlerinin önünde ölüme gitmesi, hiçbir şey yapamaması, o bir anlık şok, ardından gelen o keskin ses ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anladığın o tek bir an…Hepsini sırasıyla yaşayan biri olarak,çaresizliğin en acı şeklini yaşayan birini gördüm. Bu, insanın kolay kolay üstesinden gelebileceği bir şey değil. Bir kayıp, insanın tüm hayatını geri dönülmez şekilde değiştirebilir. Renklerin, ışığın gittiğini, yediğin yemeğin bile tadının daha farklı olduğunu hisseder insan. Her gün nefes almaya, yaşamaya devam edersin ama gidenin ardında bıraktığı boşluk bir kara delik misali seni de içine çekmeye başlar ve bir bakmışsın tüm hayatın o boşluktan ibaret oluvermiş. Mavi’nin yaşadığı da bu. Kızının ardında bıraktığı o kara delikle mücadele ederken karşısına önce Sancar sonra da Melek çıktı ama ben biraz endişeliyim. Nedeni de Mavi’nin Sancar’a ettiği bir tek söz : Ben bir daha aynı şeyi yaşayamam, bir daha kaybedemem.

Mavi’nin ağzından dökülen bu tek bir kelam, beni derin düşüncelere sürükledi. Bir insan daha yeni tanıştığı iki kişi için neden böyle bir cümle kurar ki? Şimdi tamam, kocasının yerine karşısına oldukça merhametli ve çok iyi bir baba çıktı. Zaten erkek egemen dünyasında başarılı bir iş kadını olmak zorken, Mavi onun altında ezilen ve bunu da zorbalıkla kapatmaya çalışan bir yaratıkla yıllarca yaşamak zorunda kaldı. Zaten Mavi’nin sertliğinin, özellikle karşı cinse kararlarını sorgulatmamasının sebebi de bu. Aslında bu şekilde bir ilişkiden çıkan bir kadının, bir başkasına güvenmesi zor diye düşünebiliriz ama altında çok mantıklı bir sebep var : Sancar çok iyi bir baba. Kızına karşı çok merhametli ve sevgi dolu. Mavi’nin eşinin kızına olan tavırlarına bakacak olursak da bu kadının Sancar’dan etkilenmesi de gayet normal çünkü daha önce görmediği bir merhamet gördü. Ben bir erkeğe en çok merhametin yakıştığını düşünürüm hep. O yüzden de Sancar aslında onun hayatında çok büyük bir eksiği farkında olmadan kapattı ama Melek neden kaçırıldı? İşte bunun üstüne çok düşündüm ve sanırım kendimce bir cevap buldum.

Mavi; Melek’i kaçırmaya Güven, Melek’e keman öğretirken karar verdi bence. Aklına kendi kızı geldi ve öylesine acımasız bir insanın evladına neler yaptığını hatırladı. “Aynı şeyi bir daha yaşayamam” derken bence kastı buydu. Bir çocuğun daha zorbalığa maruz kalmasına izin vermedi ama Mavi hakkında söylenen şu cümle  de aklımdan çıkmıyor :Geçmişi karanlık! O boşanma sürecinde neler oldu bilmiyorum ama yine de Melek’i üzecek, birbirini çok seven iki insanı ayıracak kadar da merhametsiz olmadığını düşünüyorum. Eğer delirmediyse hayat zaten ona tüm kaybettiklerini geri vermek üzere, tıpkı Elvan’a verdiği gibi.

Ah Elvan, ah benim güzel, saf, güçlü kadınım…Bu dizide mutluluğu Sancar’dan sonra belki de en çok o hak ediyor.

Elvan, kimsesiz büyümüş, kendine bir eş ve anne aramış, ne yazık ki bu çaresiz arayışı onu olabilecek en kötü aileye düşürmüş. Zehra ve Sancar’ı ayrı tutuyorum ama geri kalanı komple çöpe atabiliriz. Özellikle de “anne” diye peşinde koştuğu kadını boşandıktan sonra bile bırakmamasına rağmen hala bir yalanın zorbalığına maruz kalıyor. Bu hafta Halise’yi boğabilirdim arkadaşlar. Hanımın mafya anası olması bir yana, doğurgan olduğunu bildiği, bu konudaki yarasını her gün gören biri olarak, nasıl Allah sana çocuk nasip etmedi der? Hangi vicdana sığar ki bu? Amaaaaaa hayat işte! Halise ne kadar büyük konuşsa da bazen öyle bir şekilde adaleti sağlar ki inanamaz insan. Bora, Elvan’ın hayatını hiç ummadığı bir şekilde değiştirecek. Nedeni de basit : Elvan’a ilk kez biri bilmediği güzellikleri göstermeye başladı. Ayaklarının üzerinde tek başına durabileceğini, kimseye muhtaç olmadığını ve daha da güzeli aşkı anlattı, aşkı! Elvan’ın her şeyden önce sevilmeye ihtiyacı var. Birinin dünyasını onunla birleştirmesine, bir ailenin büyük gelini değil, ailenin sahibi olmasına ihtiyacı var. Eskiden belki bunlar onun için imkansızdı ama artık değil. Bora, öyle bir yerden değdi ki o kalbe, sanırım Elvan’ın mucizesi de o ufacık anda gerçekleşti.

Elvan için hayat bambaşka ve harika bir yöne doğru evrilirken aynı şeyi Yahya için diyemeyeceğim ne yazık ki. Şimdi ona herkesin yalanlar söylemesi, kandırılması kötü ama pek de üzüldüm diyemiyorum. İlahi adalette zamanaşımı yoktur derler. Elvan’a yıllarca yalan söylemesi, onu kandırması ve aldatmasının bir karşılığı olmalıydı değil mi? Doktordan öğrendiği o sırrı Elvan’a söylese zaten karısı onu yine de bırakmazdı ama o ne yaptı? Yıllarca bu yükü sadece onun sırtına yükledi. Şimdi çocuğu olacak diye bu yalana kendi de inansa da geçmişte yaptıklarını da asla haklı çıkarmıyor ne yazık ki. Abisinin altında daha fazla ezilmek istemediği gerçeği bir yana Elvan bu yükü zaten onun omzuna koymazdı. Adı gibi de biliyordu. Bu yüzden ben hiç üzülmüyorum. Arkama yaslandım, keyifle hikayenin geri kalanını izlemeye devam ediyorum.

Bu haftalık da benden bu kadar. Haftaya görüşmek üzere.

Tüm ekibin yüreğine sağlık.

Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.