YAZAR : Ayça AKMAN

Yalancı, tanıtımları dönmeye başladığında hem oyuncu kadrosu hem konusu itibarıyla dikkatimi çekmiş, izlenecekler listemin zaten en başında yerini almıştı. Psikolojik yanı ağır basan güzel işler izlemeyi özlemiş olmamın da meraklı bekleyişimde etkisi olduğunu yadsıyamam. Günün sonunda tek bir “keşkeyle” kalktım ekran karşısından, o da ikinci yarının dikkatimi dağıtacak ve beni sıkacak kadar ağır akması oldu.

Güzel işler izlemeyi özledim evet, ancak yazılarımı takip eden okuyucu rejiye de ne kadar önem verdiğimi ve özensiz anlatımı hiç sevmediğimi anımsayacaktır. Hiç tereddütsüz söyleyebilirim Hülya Gezer’in hikâyeyi veriş şekli beni benden aldı, gözüne yüreğine sağlık. Öyle ki ışık, renk kullanımına bakmaktan, kamera açılarına hayran olmaktan, sahne geçişlerine vurulmaktan ana hikâyeyi bir parça kaçırmış bile olabilirim bu yüzden rejiye ayrıntısıyla sonra tekrar değinmezsem içimde kalır.

Öykü bir uyarlama ancak orijinalini seyretmemiş olma lüksüne sahip olmayı seviyorum, elim ve zihnim rahatlıyor. Edebiyat öğretmeni Deniz Sungur’un başarılı ve saygın cerrah Mehmet Emir Gülsoy hakkında tecavüz iddiasıyla suç duyurusunda bulunması, aslında ana konumuz ki meselenin tecavüz olduğunu ilk dakikada, failin de Mehmet Emir olduğunu hemen akabinde önümüze koyuyor hikâye. Her iki hayatın da taraf tutmadan verilip araya sadece küçücük ipuçları atılması ve muhtemelen olay örgüsünde kilit rol oynayacak yan karekterlerlerin seyirciye gösterilip kaçırılması, merak unsuru açısından çok sevdiğim bir dokunuş olmuş. İlk ameliyat sahnesinde Canan hemşirenin, Mehmet Emir’e korku ve endişe dolu bakışını kaç seyirci yakalamıştır? O bakışın arkasındaki öyküyü merak etmemek mümkün mü? Yahut Yasemin’e gelen istenmeyen telefonların Mehmet Emir’e ait olduğunu düşünmeyen izleyici var mıdır? Murat ile Yasemin ilişkisi tam bir sürpriz değildir de nedir? Karşımızda oldukça katmanlı bir öykü var işin özü ve tecavüz iddiası sadece madalyonun görünen yüzü. Yalan herkesin hayatına şu ya da bu şekilde girmiş. Gerçek bazen gizlenerek bazen de şekil değiştirerek yok olmuş ve ben hikâyenin bu sürprizli hâlini gerçekten çok sevdim; ikinci bölüm için beni tekrar çağıran birçok soru var aklımda. En büyük endişem Deniz’in muayenesinden sonra yavaşlayan temponun ileriki bölümlere de yayılarak devam etmesi ki bunu hiç istemem, çaresi bulunur umarım. Böyle hassas bir meselenin ince ve nahif işleniş tarzını da takdir ettiğimi söylemeliyim. Tecavüz sonrası muayene gibi sert bir durumun verilişindeki özenin sahnenin gücünü de arttırdığı kanaatindeyim, örnek olması dileğiyle. Tabii bu arada gözüme takılan bir ayrıntıyı da atlayamam. Duş alan, üzerindeki her şeyi değiştiren bir insanın üzerinde delil kalır mı acaba? Ayakkabısına kadar Deniz’in giysilerine el konmasını benim mantığımın pek kabul etmediğini söylemek zorundayım, üzgünüm.

“ İnsanları tanımak, denizleri bardak bardak boşaltmak kadar zordur” diyen şoföre katılmamak ne mümkün. Burçin Terzioğlu’nun enfes yorumladığı ve izlerken nefesimi tuttuğum Deniz de şu anda gözümüzde sadece bize verilenden ibaret. Güzel çekici, meslek sahibi kendi ayakları üzerinde duran bir kadın; ilk bakışta her şey normal görünüyor. Giriş sekansını saymazsak bu kadının ağzından duyduğumuz başlangıç cümlesi “Biliyor musun, arabamı da kendim park edebiliyorum!” onun hayatta durduğu yeri tanımlıyor aslında. O bir feminist! Ve belli ki erkeklerle bir derdi var. Bunun ne kadarı boşandığı kocası Murat’la ilgili, adını bile duymadığımız babası bu denklemin neresinde bilmiyoruz ama o, bu tepkisini ya saldırganlıkla ya da onlarla yakın arkadaş olarak – Serdar‘la olduğu gibi- kapatmaya çalışıyor. Yüzüğün çıktığı parmağına içindeki boşluğa bakarcasına gözünü diken Deniz, aynı zamanda boşanma depresyonu da yaşıyor. Tüm bunları zihnimde netleştirdikten sonra bana mesaj bombardımanı gibi gelen ve bir noktada dikkatimi dağıtan cümlelerini de başka gözle okumaya başladım. Dul ve bekar ayrımından, kadına dair önyargılara karşı gösterdiği tepkiye kadar her şeyi, içinde biriktirdiği öfkenin dışavurumu olarak gördüm. Bir insan durup dururken ilaç tedavisine ihtiyaç duymaz, madde bağımlısı olmaz. Her ne ise onu bu uçuruma iten, öğrenmeyi merakla bekliyorum. Deniz’in işi çok zor. Psikiyatrik tedavi geçmişiyle ve aleyhine görünen bunca şeyle söylediklerine insanları nasıl inandıracak? Hikâyenin asıl düğümü de buraya atılıyor zaten. Keşke Deniz; Serdar ve Yasemin’in “Seni seviyoruz, iyiliğini istiyoruz, seni tanıyoruz. “ baskılarını kulak arkası edip büründüğü zırhın, en zayıf yeri kadar güçlü olduğunu, bunun da erkekler olduğunu görüp o yemeğe hiç çıkmasaydı! Sosyal medyada ifşa ettiği sadece Mehmet Emir değil aynı zamanda kendisi ve o bu toplumsal baskıyla başa çıkabilecek güçte mi, emin değilim.

“ Centilmen başarılı bir cerrah, bekar sorumluluk sahibi bir baba; bir kadının aradığı başka ne olabilir ki bir erkekte?” sorusu Mehmet Emir’in toplumsal statüsünün de bir özeti adeta fakat her şey gerçekten göründüğü gibi mi? Salih Bademci’nin son derece ikna edici ve başarılı şekilde hayat verdiği saygın cerrahın eşi yok, ölmüş ya da ayrılmışlar bilmiyoruz. Oğluyla ve bir çalışanla yaşıyor ve baba oğul ilişkisinde hiçbir defo görünmüyor. Mehmet evlerinde çalışan hanıma karşı saygısız bir dil kullanan oğlunu dahi anında düzeltmekten geri durmayan görünürde “mükemmel” bir adam, tıpkı kendisini o gece Deniz’e anlatırken ifade ettiği gibi. İşte, ilk küçük done burada devreye giriyor. Mükemmel olduğunu dillendiren kimse “normal” değildir!  İkinci olarak, insan eli yüzü düzgün, kadınlara erişmekte ve iletişim kurmakta zorlanmayacak böyle bir insanın yıllardır tanıdığı bir kadına tecavüz etmesi için ne sebebi olabilir diye düşünüyor ve o noktada gözümüz Canan Hemşire’ye takılıyor. Elimizde suç için bir motif yok ama korkmuş bir kadının endişe dolu bakışından daha ikna edici ne olabilir? Ancak benzer şeyleri yaşamışsa o insan, randevu lafını duyduğunda irkilir ve korkar. Buna önsezi diyelim, bence Mehmet Emir’i en fazla zorlayacak ve Deniz’in elini rahatlatacak kişi Canan olacak, ne var ki onun da kabuğundan çıkması biraz zaman alacak kanımca. Mehmet Emir’i de göründüğünden farklı bir karaktere dönüştüren şeyi merak etmedim dersem yalan olur. Sosyal medyada ifşa edildikten sonra onun da işi hiç kolay değil. Her şey lehine görünse de üzerine sürülmüş öyle bir leke var ki ne yapsa izi çıkmaz. Belki de ilk kez gücünün ve saygınlığının kredisinin yetmeyeceği, kendisiyle yüzleşmeye zorlanacağı, yetiştirmekte olduğu erkek evlada hesap vermek durumunda kalacağı zorlu bir süreç onu bekliyor. Adalet kazansın diyor, sessizce köşeme çekiliyorum.

Yasemin, empati kurmakta zorlandığım tek karakter oldu, Mehmet Emir’i kenara koyuyorum zira onu anlamaya çalışmadım bile. Benim sözlüğümde kız kardeşinin kocasıyla ilişki yaşayıp bunu zihninde normalleştirmeye çalışan ve hiçbir şey olmamış gibi evliliğine kaldığı yerden devam eden bir kadın için tanımlama yok, aynı şey erkek için de geçerli. Pişmanlık desek hissedemedim; ayrıca Deniz’in hayatı üzerinde kurduğu hegemonyayı asla sevgiyle yahut koruma içgüdüsüyle bağdaştıramadım. Deniz’in karakterini ezmek pahasına rujundan, çıkacağı erkeğe; attığı mesajdan,  giydiği elbiseye kadar müdahil olan bir abla… “Çünkü seni çok iyi tanıyorum!” savunması yapmak yerine, aynaya bakmalı ve vicdanını temize çekmek istiyorsa önce olup biteni kardeşine anlattıktan sonra eğer affedilirse o sözde sevgisiyle kardeşini sarmalamaya kaldığı yerden devam etmeli! Bu noktada Murat’ın da biz zaten ayrıydık bahanesini hiç yemedim. Umarım bir polis olarak ucundan köşesinden Deniz’e faydası olur da zamanında onun hayatında kaplamış olduğu yerin hakkını verir, kifayetsiz insan!

Sanırım Yalancı’nın kurduğu dünyanın taa içine girdiğimi ve inanmakta zerre zorluk yaşamadığımı söylemem sürpriz olmaz okuyucuya. Elbette bunda neredeyse defosuz oyunculukların ve rejinin rolü büyük. Şimdi reji demişken şöyle bir parantezimi açayım. Tek bir sahne yok ki çekim açılarından biri kalbimi çalmış olmasın o yüzden tek tek vurgulamayacağım. Fakat renk ve ışık oyunlarına örnekleme yapmazsam haksızlık etmiş olurum. Deniz’in tek başına yatakta uyandığı sekansın renk ve ışık kullanımı, Mehmet Emir’in duş sahnesindeki renkler ve gölgeler, açılış sahnesinde yerdeki su birikintisindeki yansıma gibi detaylar beni ekrana bağladı, çok sevdim. Kameranın gizli bir göz izliyormuşcasına kör noktalardan yaptığı çekimlere bayıldım. Sahne geçişlerinde duş buharından, yemek buharına; şarap bardağından, kahve bardağına atlayışlar gibi özenildiği her halinden belli olan kurgu benden tam not aldı. Atmosfer yaratmada müzik, ışık renk ve mekân kombinasyonunu kusursuz buldum, emeklere sağlık. Salih Bademci- Burçin Terzioğlu uyumuna da bayıldığımı söylemeliyim. Tek bir çekincem var benim Yalancı’ya dair, o da çok elit bir iş olması, biraz dikkat istemesi ve hassas konusu sebebiyle totalin ilgi göstermeme ihtimali. İnşallah korktuğum olmaz, nefesi bitene kadar yoluna devam eder, şansı açık olsun.

Böyle zor bir zamanda yazan, yöneten oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.