Savaşçı 7. Bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Duygusal açıdan beni karmakarışık eden ve canımı çok yakan bir bölümden sonra hemen oturamadım yorumu yazmaya. 6. bölümün finalinde çarşı iznine çıkan erleri taşıyan otobüse düzenlenen saldırı zaten altüst etmişti hepimizi bu bölüm o sekansın asıl trajik yanıyla yüz yüze geldik.
Çok detaylı, ağır çekimle etkisi iyice artırılmış ve siyah – beyaz vurguyla oldukça çarpıcı hâle getirilmiş sahnelerle girdik bölüme. Ne yazık ki pek çok defa benzer görüntüleri, televizyon haberlerinde ve basındaki fotoğraflarda gördük. Bu defa kurgu gereği zihnimizde tamamladıklarımızı ekranda capcanlı izleyince tam ifadesiyle “yüreğim dağlandı”. Şehit cenazesinin hüznü geçmeden askere yolcu edilen erlere yapılan saldırı ikinci darbe oldu. Gözyaşları içinde izledim o sahneleri. Hatta bir ara “ Kapasam mı televizyonu, sonra atlayarak izlerim, dayanamayacağım.” diye düşündüm. Ben kurguda izlemeye bile dayanamazken birçok aile benzeri durumları ne yazık ki gerçekte yaşadı ve yaşıyor. Bu gelince aklıma, kendime kızdım. Onların ekran düğmesini kapamak ya da yaşananları ileri sarma gibi bir şansları hiç olmadı, olmuyor ve olmayacak. O zaman kendimden utandım. Onlar yaşamaya dayanabiliyorsa ben de izlemeye dayanabilmeliyim, düşüncesiyle kalkmadım ekran başından.
Kırlangıç Paşa’nın ekranda izlediklerinden sonra o epeyce uzun ama bir o kadar anlamlı monoloğu da beni benden aldı. Hele “Yaşadığım için utanıyorum.” sözü beni can evimden vurdu. Gencecik insanların bir daha nefes alma şanslarının olmadığı bu düzende biraz daha fazla nefes alma şansına sahip olan bizler ne acı ki benzer haberleri izlediğimizde hep aynı duyguyu yaşıyoruz.
Savaşçı, duyguyu çok iyi yakalayıp çok iyi yansıtan bir dizi… Senaryosu güçlü bunun yanında çok çok iyi bir yönetmenin elinde. Volkan Kocatürk, her bölüm biraz daha büyüyor gözümde. Hem kurduğu dünyayla hem anlatım diliyle hem de bakış açısıyla… Bir başka anlatıcıyla hamasi olabilecek hatta yer yer ajite edici durabilecek sahneler, alabildiğine doğal, gerçek ve çok etkileyici geçiyor, izleyicilere.
İlk bölümün duygusal ağırlığından sıyrılmam Aslı ve babasının sahneleriyle oldu. Anlaşılan Aslı’nın babasıyla sorunu çok büyük, bu giderek daha da net hissediliyor. İşin ilginç yanı annesine dair bir detay geçmiyor. Bu da bana annesinin ölmüş olabileceğini düşündürüyor. Aslı, sadece baba özlemi değil aile özlemi çekiyor ve duygusal açıdan çok yalnız. Bu, onu Kağan’a çabuk yaklaştıracaktır ancak hem düşünce hem duygu olarak Kağan’la çok farklılar. Bu farklılığın aşılması da baştan beri dediğim gibi Aslı’ya bağlı. “Her şeye rağmen…” Kağan’la olma kararına nasıl varacak merak ediyorum.
Baran, ilk izlenim olarak bende çok daha soğukkanlı ve çok daha profesyonel bir etki uyandırmıştı. Ancak görünen o ki öyle değil. Gereksiz müdahaleleri ve lüzumsuz bir kendini ispatlama gayreti var. Bu da kolay hata yapabileceğini gösteriyor. Dalına basıldığında çabuk öfkelenen biri gibi geldi bana ve bu da onun zaafı. Egosunu sarstığınızda yanlışa kolay düşecektir.
Kağan’la restoranda karşılaşmaları Baran’ın Aslı’yla ilgili planları için zararlı oldu, diye düşünüyorum. Aslı’nın kolay lokma olduğunu düşünmekle de büyük hata yapıyor Baran. Üstelik durduk yere ortalığı karıştırarak Kağan’ın Aslı gözünde puan kazanmasına da sebep oldu.
Kılıç Timi bu defa karşılarındaki düşmanı, Tepegöz kadar iyi tanımıyor. Kime ve neye hizmet ettiğini bilseler de kimliğini ve yöntemini henüz çözebilmiş değiller. Kopuz Albay, vermeye çalıştıkları mesajı çözdü gerçi ama bunu engellemek pek de kolay görünmüyor şu anda. Karşılarındaki adamın, Baran ve Akın’la bağlantısı açığa çıktığında anlaşılan o ki Kağan Yüzbaşı bir defa daha kendini kişisel bir hesaplaşmanın içinde bulacak.
Bölümün en beğendiğim sahnelerinden biri, askere giden gençlere yapılan saldırıyı televizyondan izleyen Kopuz Albay’dı. Öfkesini, hıncını ve o anki acısını öyle derin hissettirmeyi bildi ki Murat Serezli, bir an elinin altındaki silahı çekip hiç düşünmeden kendini sahaya atacak sandım. Gerçekte onun asıl istediği de bu. Askerleriyle silah arkadaşı olarak çarpışmak ama kendini kontrol altına alıp komutan olduğunu unutmadan soğukkanlı olması gerektiğinin de farkında. Mehmetçik Koğuşu’na gidip onların acılarını paylaşması da bir o kadar duygusu yüksek bölümlerden biriydi.
Aynı temayı işleyen üç dizi içinde en iyi çizilmiş komutan, tartışmasız Kopuz Albay. Amirliği, babacanlığı, akılcılığı, duygusallığı çok iyi dengelenmiş ve çok yerinde vurgularla yansıtılıyor. Benim için Kopuz Albay, Murat Serezli kimliğiyle öylesine özdeşleşti ki ileride bir başka rolde de izlesem Murat Serezli benim için hep Kopuz Albay olarak kalacak.
Kırlangıç Paşa geçtiğimiz bölümlerin birinde onun için “Beni ziyarete geliyorsa her şey yolundadır ama eğer sesi çıkmıyorsa o zaman ortalık karışmış demektir.” demişti. Bu bölüm, Kopuz Albay’la Kırlangıç Paşa’yı birlikte hiç görmedik çünkü gerçekten de işler fazlasıyla karışıktı. Bu detayın atlanmamasını da çok sevdim.
Olayın askeri boyutunda yeni ve büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuz için gerek Aslı ve Kağan gerekse Yıldız ve Serdar arasında şimdilik bir duygusal yakınlaşma beklemiyorum. Aslı, “Kağan benim sevgilim!” cümlesini babasını kızdırmak için kurmuş olsa da Kubilay bu detayı ilk fırsatta Kağan Yüzbaşı’ya anlatacaktır ve Kağan da rahata çıkınca oradan yürüyecektir diye düşünüyorum ama Serdar ve Yıldız arasındaki yakınlaşma sanırım daha yavaş gelişecek. Yeniden göreve dönmenin sevincini yaşayan Serdar, Yıldız’dan gelen duygusal işaretleri pek görebilecek durumda değil bana kalırsa. Yeri gelmişken söyleyeyim benim Yıldız ve Serdar hakkında kafamda soru işaretleri var. Çok da uyumlu bir ikili çıkacak gibi gelmiyor bana ama bakalım, bekleyip göreceğiz.
Bölüm değerlendirmesini izlediklerimizin tamamen dışında bir konuyla bitireceğim, bu defa. Hafta içinde Savaşçı’nın yapım şirketi Limon Film’le Sinema Televizyon Sendikası arasında bir sorundan haberdar olduk. Ben de herkes gibi konuyu sosyal medyadan takip ettim elbette. Çok başarılı bulduğum ve çok severek izlediğim bir dizinin set arkasında yaşananlar canımı çok sıktı açıkçası.
Türkiye’de set şartlarının güçlüğü herkesin malumu, bunu yeniden konuşmaya gerek yok. Hele Savaşçı gibi büyük kadrolu, iddialı bir yapım söz konusu olduğunda bir haftada bölüm yetiştirmenin ne kadar güç olduğunu tahmin etmek zor değil. Pek çok farklı mekânda ve farklı set ekipleriyle çok yoğun bir çalışma gerektiriyor. Dizi sektörünün adı hiç bilinmeyen set arkası ekipleri, şartları en ağır olan grup ne yazık ki… Tabiri caizse onlar ağır işçi. Ortaya çıkan işte emekleri çok büyük… Yaşadıkları zorlukları ve haksızlıkları bireysel olarak geniş kitlelere duyurabilme şansları da yok. Sendikalar da bu amaçla var.
Olayın gerçek yüzünü sadece yaşayanlar bilir elbette ben sadece yansıyanlara bakarak konuşmak durumundayım. Yapım şirketi, keşke sendika ile daha doğrudan ve sorun çözmeye yönelik bir girişimde bulunsaydı ve keşke yapıcı bir tavır izleyebilseydi. Savaşçı kalitesindeki bir yapımı yaratan ekip, iddia edilen tavrı hiç de hak etmiyor bence. Keşke “Emeğe saygı” slogan olarak kalmasa ve hakkı verilmiş olsaydı.