YAZAR:Şeyma BULUT

Geçirdiğim ufak kaza sonrasında verdiğim zorunlu aranın ardından koşa koşa Öğretmen’in yeni bölümünün başına oturdum. Oyun içinde oyun izlediğimiz sarsıcı bir bölümdü.

Bu haftaya kadar Öğretmen’de Akif’in kurallarıyla oynadık. Her şey onun kontrolündeydi ve bu yüzden de kurulan plan aksamadan tıkır tıkır işledi ta ki Taner Hoca sahneye çıkana kadar. Taner, Rüya’nın annesinden para karşılığı aldığı video sayesinde kendini herkesin önünde aklarken Akif’i de hiç beklemediği bir yerden vurdu. Aslında bu oyun başından beri karşılıklı iki öğretmenin oyunuydu. Bir yanda Akif Hoca, diğer yanda Taner Hoca.

Akif, yaptıklarıyla Taner’i iyice köşeye sıkıştırmış, müttefiklerinin peşine tek tek düşmüş ve Sur Çetesi’nin liderini büyük bir ustalıkla saf dışı bırakmıştı. Bu noktadan sonra Taner Hoca’nın ne yapacağı benim için merak konusuydu. Nasıl ki Akif, Taner’i savunmasız bırakmak için kolları sıvadı; aynısını Taner de yaptı ve Akif’in bu plandaki belki de en önemli müttefiki olan Metin Müdür’ü oyunun dışına itti. Bu noktadan itibaren ya Akif kazanacak, Taner’le birlikte bu işin içinde kim varsa sonlarını hazırlayacak ya da Taner kazanacak ve eski düzen kaldığı yerden devam edecek ve o çocuklar, kurbanlık koyun misali tehditlere açık bir şekilde hayat dediğimiz karmaşanın içerisinde kaybolup gidecekler, tıpkı Rüya gibi.

Taner Hoca yaptıklarının ayağına dolanmasını büyük bir kıvraklıkla engelledi. Metin Müdür ve Akif arasındaki bağı da çözünce geçmişin karanlığındaki bir dosyayı kullanarak bu oyunun içindeki en önemli kişiden kurtulmuş oldu ve keyifle arkasına yaslandı. Bu dünyadaki en aptal insanlar kimlerdir biliyor musunuz? Karşısındakini küçük görüp kendini Kaf Dağı’nda zannedenler. Taner bir aptal! Metin Müdür sayesinde bu işten sıyrılabileceğini sanıyor çünkü içine düştüğü durumun tamamına vakıf değil. Zeynep’in üvey babasının bildiklerini bilmiyor mesela ya da Rüya’nın ölmeden önce Gizem’e her şeyi anlattığını veyahut daha da önemlisi Zeynep’in her şeyi hatırladığını. Bunların hepsinden bihaber olup zafer çığlıkları atmaya başladı ve bu yüzden de kaybedecek. Düşünsenize aylarca karlarla kaplı bir dağda mahsur kaldınız ve büyük uğraşlar sonunda oradan çıkmayı başardınız ancak daha tam anlamıyla tehlikeden uzaklaşmamışken zafer çığlığı atarsanız ne olur? Çığ altında kalırsınız. Taner, öyle bir zafer narası attı ki o küçük gördüğü Akif Hoca kar toplayarak çevresinde ona inanan insanlarla ve o kişilerin de sayılarını artırarak tıpkı kar toplayarak büyüyen bir çakıl taşı gibi büyüdü büyüdü ve şimdi hem Taner’i hem de arkasında kim varsa hepsini yutmak üzere.

Öğretmen başladığı günden bu yana her bölümde bizleri bir konuda düşünmeye zorladı. Bu haftanın konusu da şüpheydi. Şüphe duymayan hakikati bulamaz  ancak burada çok ince bir çizgi var. Kuşkuyla yaşarsanız içine düştüğünüz kafa karışıklığında bırakın doğruları bulmayı, doğru bildiğinizi unutursunuz ancaaaak şüpheyle düşünürseniz işler değişir çünkü kuşkuyla yaşanmaz, kuşkuyla düşünülür.  Bu her zaman o kadar basit değil. Taner, Rüya’nın annesinden aldığı videoyla Akif’in etrafında kim varsa ondan şüphe duymasını sağladı. Hatta bir an Metin Müdür bile karıştı ve “Acaba yanlış mı yapıyorum?”  diye sorguladı kendini. Sebebi de açık: ustalıkla hazırlanmış ve hiçbir belirsizliği olmayan bir video çekildi ve Akif’in Rüya’yı öldürdüğüne herkesi ikna ettiler. İşin kurgusu bir yana bizim de buradan çıkarmamız gereken bir ders var aslında. Günümüzde insanlar birçok şeyi sosyal medya kanalıyla öğreniyorlar. Hemen her gün bizleri etkileyecek olaylar oluyor. Her gün karşımıza “İşte gerçekler!” diye çıkarılan verilerin ya hepsi doğru değilse? Ya birileri bir masumu kurban etmek için sosyal medya algısını kullanıyorsa, olamaz mı? Bence bal gibi de olur. Nasıl ki Akif, sesini herkese duyurabilmek için aynı yolu kullandı,  aynısını Taner de pekala yapabilirdi nitekim yaptı da. Burada bize düşen aslında hep kendimize şu soruyu sorabilmemiz: Acaba gördüğümüz her şey gerçek mi yoksa aptal bir kurgu mu? Bu sorunun gerçek cevabına asla ulaşamayız belki ama önümüze düşen bilgilere bir acaba diyerek yaklaşmak gerekir diye düşünüyorum. Öğretmen bu hafta bize bunu öğretti işte.

Görünenin ardındaki gerçeği araştırmayı, hakikate ulaşmak için olaylar karşısında önümüze ne kadar çok veri sunulursa sunulsun, hakikatin peşinden koşmayı asla bırakmamız gerektiğini vurucu bir şekilde gözler önüne serdi. Bunu da sadece Akif’le değil, Yılmaz Komiser aracılığıyla da yaptılar. Yılmaz, izlediği videoya rağmen, yapılan her şeye rağmen gerçeğin peşine düştü. Metin Müdür’ün söyledikleri, Zeynep’in anlattıklarıyla birleşince aslında farkında olmasa da Akif ve Zeynep’i buluşturarak bu oyundaki tarafını net olarak belli etti. Sürekli şüpheyle düşünmesi ve her şeyi sorgulaması onu hakikatlere yaklaştırdı aslında. Bu yüzden o da kendini riske atacak bir hamleyle Zeynep’in okula girmesini sağladı çünkü hâlâ Akif’i tam olarak anlamasa da onun yaptıklarını boş yere ya da kendini aklamak için yapmadığını biliyor ya da hissediyor bence. Şu anda tam bir bilinç hâli yok ancak içgüdüsel olarak doğru olana yaptığına inandığını, yeni müdürün karşısında operasyonu engellemeye çalışmasından da net olarak anlayabiliriz.

Akif Erdem’i anlamak zaten o kadar basit değil ancak yaptıklarının sebebinin altındaki nahiflik ortaya çıktıkça anlıyor ve ona hak veriyorsunuz. Rüya’nın başına gelenleri ortaya çıkarmak, Zeynep’in kalan hayatında huzurla kalmasını sağlamak için kendini alevlerin içine attı. Seneler önce Zeynep’e o kamp ateşinin başında “Sevdiklerim için alevlerin arasında sürünürüm!” sözlerinin basit bir romantizm değil her şeyiyle gerçek olduğunu gösterdi aslında. Akif, her ne yapıyorsa çok sevdiği iki kadın için yaptı ve son kertede gerçeklik algısını ona kaybettiren ilaçlarını bile almayı bıraktı. Anladığım kadarıyla hastalığının sebep olduğu ağrılar öyle basit değil. Doktorun deyimiyle çok ama çok ağır ilaçlar… Ancak Akif, o ağrıları artık umursamıyor. Bazı gerçekler açığa çıkmalı ve bunun için gerektiğinde bedel ödenmeli. Akif de Metin Müdür de bu yola çıkarken bu bedelleri ödemeyi göze alarak çıktılar.

Bugüne kadar hikâyede anlayamadığım tek karakter Metin Müdür’dü aslında. Akif’in tüm iş ortaklarının bu riski almak için belirgin ve spesifik sebepleri vardı, bir tek Metin’in yoktu. Bu hafta gördüm ki Zeynep’in öz babası olması ve kızının başına gelenlerin hesabını sorabilmek ve diğer çocukları korkunç bir sondan kurtarmak için kendi mesleğini de gözünü kırpmadan silip atan bir kanun adamı, o ve bana kalırsa bu plan başarıya ulaşırsa en büyük pay sahiplerinden biri de ondan başkası değil.

Öğretmen’de artık son ders zamanı. Bir okulun çevresinde başlayan ancak çok daha geniş alana yayılan bir tümörü yok etme vakti. Akif, Zeynep, Yılmaz ve öğrenciler üzerlerine oynanan bu kanlı satrançta artık şah çektiler. Bundan sonra ya doğru hamleyi yapıp  bu oyunda kötüleri mat edecekler ya da dünyanın 1000 yıllık kanunu gerçekleşecek ve yine kötüler kazanacak. Bekleyip göreceğiz.

Yazımı bitirmeden önce bugün için ufacık bir söz söylemek istiyorum. Bugün 10 Kasım! Ata’mızın ölüm yıl dönümü. O bir öğretmen, yol gösterici, komutan ve devlet adamıydı. Söz konusu, olması gerekeni oldurmak olduğunda adil olanın, doğru olanın yapılması için her şeyin göze alınabileceğini de bize o göstermişti. O bir başöğretmendi ancak tek öğrettiği de asla harfler ya da geometri değildi. Bunun çok çok ötesindeydi.

Bir kadın olarak, bir cumhuriyet sevdalısı olarak ona olan borcumu asla ödeyemem. Her zaman kalbimin en güzel köşesinde olacak. Saygı ve minnetle anıyorum.

Haftaya son kez Küçük Kapı Lisesi’nde buluşalım.

Sevgiyle, umutla kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.