Söz 3. Bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Benim için dizilerin ilk iki bölümü tanışma, ısınma bölümleridir. Hele Söz gibi geniş kadrolu ve kurgusu karmaşık diziler gerçek anlamıyla 3. bölümle başlar. Söz’ün üçüncü bölümünü izlerken de aynı duyguyu yaşadım. Ana çatışma yani Çolak’ın devletle özelikle de “Sarı Komutan”la hesabı ortaya konmuş, karakterler ana çizgileriyle tanıtılmış ve öykü akmaya başlamıştı.
Çolak, her ne kadar güçlü ve kişisel hesaplar peşinde bir karakter gibi görünse de temsil ettiği örgütün lideri olmadığı açık. Belli ki bağlı olduğu mekanizmalar ve onu da yönlendiren başka güçler var. İlk kez bu bölümde Çolak’ın yapbozun bir parçası olduğuna dair işaretleri de gördük. Bu durumun Çolak’ın puzzle merakıyla sembolize edilmesini çok sevdim ben. Bölüm boyunca sık sık karşımıza çıkan masa başında dev bir puzzle ile uğraşan Çolak görüntüsü sanıyorum bir leitmotiv olarak karşımıza sık sık çıkacak.
Çolak’ın acımasızlığı, duygusuzluğu ve kötülüğü ilk iki bölümde verilmişti ama bu bölümde “Ben ailemi özlemiyorum!” deyişinde de hastanedeki yeğenini bizzat öldürmesinde de o özelliklere hoş vurgular yapıldı. Bunun yanı sıra onun dağlı kimliğine tezat yapan puzzle hobisini çok sevdim. Hem metaforik bir anlam yükledim hem de Çolak karakterine bu hobi aracılığıyla sabır, dikkat ve biraz kentlilik ekledim. Anlaşılan o ki Çolak sıradan bir örgüt elemanı değil. Ethem Özışık senaryolarının bu tarz alt metinleri ünlüdür ve bunları çok işlevsel, çok doğru yerleştirir. Öyküyü farklılaştıran ve zenginleştiren detayları başarılıyla kullanır, bu defa da aynı ustalığı gördüm.
Düşen helikopterden ekiptekilerin sağ kurtulmaları beklediğim bir durumdu. İlk bölümlerden timde kayıp yaşamayacağımız açık. Kazanın köye, köylülere ve oradaki çatışmaya bağlanması da çok isabetli oldu. Finalde izlediğimiz köydeki katliam ve buna gelinin neden olması çok çarpıcı ve etkileyiciydi. O sahnelerin çekimini de ayrıca çok beğendim.
Ali Haydar’ın dramı, başından beri çok doğru işleniyor. Çocuk sahibi olmayı bu kadar çok isteyip bir türlü arzusuna ulaşamamak bir aile için zaten büyük bir travma ama bundan da beteri bunu yalnız yaşamak zorunda kalmak. Asker hele hele de bir özel kuvvetler görevlisinin karısı olmak zaten başlı başına çok zor. Çok ama çok güçlü olmak gerekiyor, zannımca. Hafız’ın karısı Fatma, son noktaya kadar bunu iyi taşımayı bilmişse de kocasına en ihtiyaç duyduğu noktada yine yanında bulamamak artık onun da gücünü aşmış durumda. Yaşadığı depresyonu da hissettiği acıyı da öfkesini de kırgınlığını da çok inandırıcı buldum. Melisa Yıldırımer, bence dizideki başarılı iki kadın oyuncudan biri. Çok yoğun ve farklı duyguları art arda geçirişini ben çok beğendim. Özelikle Hafız, onu yine yalnız bırakıp gitmek zorundayken yaşadığı çelişkiyi, sevgiyi ve üzüntüyü çok derinden yansıtmayı bildi. O sahne, Mustafa Yıldıran & Melisa Yıldırımer ikilisinin gerçekten çok uyumlu ve çok doğru çıkardıkları bir bölüm oldu. Her ikisine de yürekten tebrikler…
Bahar’ın eninde sonunda geri döneceği ve tayini çıkan doktor arkadaşının yerini alacağı da açıktı. Bahar, yörenin şartlarından gerçekten etkilenmiş görünüyor ama geri dönüşte Yavuz’un etkisi de çok belirgin. Bu, ekipteki diğerlerinin de dikkatini çekmeye başladı. Buraya bir itirazım var izninizle. “Nişanlısının daha 40’ı çıkmadı!” vurgusu bölümde bir diyalogla yapıldı. Her ne kadar Yavuz’da henüz Bahar’dan hoşlanma belirtileri görülmüyorsa da etkilenme ve belli oranda bir sahiplenme de başladı. Ben bunu, Yavuz için erken buluyorum. Hem de çok erken… Bahar’ın Yavuz’a duygularını uzunca bir süre platonik ve tek yanlı görmeyi tercih ederdim, açıkçası. Bu kadar kısa sürede bir başka kadının etkisi altına girerse Yavuz, bende nişanlısına duyguları “Bu muydu yani büyük aşk? 40 gün geçmeden bir başka kadının etki alanına giriyorsan nasıl hayatının kadını oluyor?” düşüncesi uyandıracak. Her ne kadar Yavuz, Fethi’ye “Ben gönül defterini kapadım!” dediyse de bunu tavrıyla da çok net görmek isterim. Keşke senaryo bu aşka zaman tanısa…
Yeri gelmişken dile getireyim. Doktor Bahar’ın Yavuz’la İstanbul’a dönme – dönmeme mücadelesi yaparken “Nişanlın İstanbul’da ölmedi mi? sorusunu da Tolga Sarıtaş’ın o soruya tepkisini de çok beğendim. Bazen bir mimik, bir sayfalık diyalog ve duygunun yerine geçip ondan da etkili olabiliyor. Zamanlaması, veriliş biçimi ve etkisi çok güçlü bir sahneydi. Tebrikler Tolga Sarıtaş!
Fethi demişken ilk bölümde çok da dikkatimi çekmeyen ama giderek Mücahit’le birlikte dizinin en sevdiğim karakteri hâline gelen Avcı’dan söz etmemek olmaz. Ethem Hoca ona da bir art öykü yazdığının işaretini verdi, bu bölüm. Çok büyük ihtimalle onun geçmişinde de bir kırık aşk öyküsü var. Ölüm olmadığını söyledi Fethi, ayrılık seçeneğini hafif pas geçti. Benim aklıma gelen bir ihanet olabileceği o söylemekten kaçtığı öykünün. İşine bu kadar âşık Fethi’nin geçmişte aldatıldığını düşündüm ben. Onu işiyle paylaşamayan eski sevgili, kendine yeni bir yol çizmiş olabilir. Sonuçta ne çıkarsa çıksın ben Fethi’nin altı dolu bir karakter olmasını çok sevdim. Burak Sevinç’i ilk kez izliyorum ve gerçekten bayıldım ona Avcı Fethi olarak. Gazeteci Eylem Mercier ile şu an öfke hatta nefrete dayalı bir ilişkisi oluşmaya başladı gibi ve belli ki zamanla bu nefret bir aşk doğuracak. Meriç Aral da gazeteci Eylem Mercier olarak dizide beğendiğim ikinci kadın oyuncu. Bahar& Yavuz ilişkisi ne kadar geciksin istiyorsam Eylem & Fethi ilişkisini de bir o kadar çabuk görmek istiyorum. Hem iki iyi oyuncunun canlandıracağı sahneleri hem de bu aşkın her ikisini de dönüştürmesini merakla bekliyorum. Hemen ilave edeyim Fethi’de yaratılan kültürlü, entelektüel, sağduyu sahibi asker profiline de bayıldım.
Ateş ve Nazlı arasında ipuçları beliren bir ilişki yaşanacağı açık ancak ne yazık ki beni hiç heyecanlandırmadı. Ateş tiplemesi çok iyi düşünülmüş, renkli bir kimlik fakat Nazlı çizgileri henüz belirsiz bir karakter üstelik ne yazık ki her ikisinin oyunculuğuyla ilgili de sorunum var. Eren Vurdem’i ilk kez izleyenler için Ateş farklı görünebilir ama ben onu Çınar olarak izledim daha önce ve ne yazık ki, gördüğüm askere alınmış bir Çınar. Mimikler, tepkiler, vurgular hiç değişmemiş. Belki de bundandır benim Ateş’e uzak duruşum. Keşke yepyeni bir karakter çıkarabilseydi, oyuncu. İlayda Ildır da ilk bölümden itibaren benim zayıf bulduğum oyunculardan. İlk iki bölüm rolün azlığından gözümü çok rahtsız etmemişti ama giderek ağırlık kazanıyor ve dolduramadı Nazlı’yı.
Oyunculuklarda en büyük sorunum Erdem Yarbay’da Nihat Altınkaya maalesef. İlk bölüm toplanır mı acaba demiştim ama olmadı. Erdem Yarbay çok kritik bir rol… Güç, otorite ve sağlam duruş istiyor. Üçü de geçmiyor bana Nihat Altınkaya’dan. Hele Yavuz’la olan sahnelerinde durum çok vahim… Ast Erdem Yarbay, üst Yavuz Yüzbaşı gibi görünüyor. Tolga Sarıtaş, çok baskın bir oyunculukla sahne hâkimiyetini ele alıyor. Bu bölüm cephanelikteki sahnelerde, simsarı yakalayışında, esir alınıp kurtarılmasında, köyde özetle vurucu sahnelerin tamamında çok zayıf kaldı Nihat Altınkaya. Bu kadar ağırlıklı bir rolü değiştirmeye imkân yok, biliyorum. Yazılan karakter de doğru orada da değişiklik yapmak hatalı olacaktır o hâlde tek çözüm Erdem Yarbay’ı şehit etmek bana kalırsa. Ethem Özışık, kritik dönemeçler aldırır diziye. Hiç beklemediğimiz anda hiç beklemediğimiz karakter ölüverir. Mümkünse aynısını bekliyorum. Çok da uzamadan hayırlısıyla, Mücahit’in hevesi yine kursağında kalacak ama, Erdem Yarbay’ın şehadetini görelim lütfen!
Doktor Bahar’da da Aybüke Pusat bir türlü oturmayan isim oldu benim için. Ben ne Bahar’ın idealizmine ne de Yavuz’a bakışındaki farklılığa inanamadım. Her durum ve her duyguda aynı mimik, aynı bakış aynı duruş… Karakter eziliyor oyunculuk nedeniyle… Yavuz’a ikinci defa sevgili kaybı yaşatılamayacağına göre bir biçimde oyuncu rejisiyle toparlanmanın yolu aranmalı ama yine de zor görünüyor bana.
Bu hafta ekibe ilave olan İstihbaratçı Yasin’e ise çok sevindim. Daha önce Sevda Kuşun Kanadında’da izledim Derda Yasir Yenal’ı orada dikkatimi çekmişti ve beğenmiştim. Onun ekibe dâhil olmasına sevindim. Umarım giderek ağırlığı da artar.
Oyuncuların bir kısmındaki aksamaya karşın öykünün ele alınışı, karakterlerin çarpıcılığı, bireysel öykülerin çok dolu oluşu özetle senaryo ve çoğu başarılı oyunculukları sebebiyle 3. Bölümünü de keyifle izledim Söz’ün.
Emeği geçen herkese teşekkürlerimle.