Acı Gerçekler (Kurşun, 6. bölüm)
YAZAR:Şeyma BULUT
Sırlar ve hayat diye bir film yapılsa herhalde başrolünde ben olurdum. Bugüne kadar ne sakladıysam insanlardan hep bir şekilde ortaya çıktı. Bunu her yaşadığımda da aklıma Kurtlar Vadisi dizisinin o meşhur repliği gelir, iki kişinin bildiği sır değildir. Yıllar geçip büyüdükçe de sırların zarar veren şeyler olduğunu öğrendim. Hele ki insan hayatını etkileyecek kadar büyükse o gizem. Gençliğimde saygı duyarken bunlara, eğer o giz birinin hayatını etkiliyorsa saklamak bir yana dursun, ortaya çıkması için savaşırım. Ben artık bir gerçek varsa aranıp bulunması taraftarıyımdır her zaman. Araştırmak, öğrenmek, açığa çıkarmak ve ne olursa olsun onun için mücadele vermenin erdem olduğunu düşünürüm. Orhan ve Leyla gibi. Onlar da adalet için, inandıkları yol için gerçeklerin peşine düştüler. Bu inanç onları hiç ummadıkları noktalara getirse de yolun sonunda her şeylerini kaybetme ihtimali olsa da doğrunun erdemine inandılar. Biraz geçmişe bakarsak zaten bu inanç onları bir araya getirmedi mi?
Orhan, adalet için her ne kadar gerçeklerin peşine düşse de söz konusu kendi hakikatleri olunca kulaklarını kapatıvermiş geçmişine. Önüne konulana inanıp devam etmiş hayatına. Herhalde başkasının geçmişini eşelemek kadar kolay gelmedi ona kendi mazisini araştırmak. Neyse ki Leyla var. Bana göre sevmek, sadece sevdiğin insan nasıl istiyorsa öyle davranmak değildir. Yeri geldiğinde elini taşın altına koyacaksın. Sana kızsa da sinirlense de ona gerçeği göstereceksin. Leyla, Orhan’ın kamburunu gördü. Her ne kadar Nuri, ona sırf Orhan’dan uzak dursun diye bu gerçekleri gösterse de o, bu bilgileri çok başka bir şekilde kullandı.
Leyla güçlü, zeki ve attığı adımı çok net atan bir kadın. Daha en başında seçti yolunu. Ne olursa olsun Orhan’la devam etmek istedi, onun savaşına katılarak birlikte aradılar gerçekleri. Orhan henüz bilmese de onu bu hayatta en çok Leyla anlıyor. Mazilerindeki yaraları da ortak. Babasızlık, arkandaki o dağın asla yanında olmaması. Bunlar onların ortak acıları. Leyla’nın acısının dönüşü yok çünkü babası girdiği yoldan çıkmamayı kafasına koymuş. Orhan’ınsa bir yolu var. Babası geri gelmeyecek belki ama onu affedebileceği bir yolu. Bu savcı ne kadar şanslı olduğunun farkında mı acaba? Düşünsenize hayatınıza biri giriyor. Hem de bodoslama bir şekilde yapıyor bunu. Sonra da en büyük boyun eğriliğinizi sizden alıveriyor. Bundan daha mucizevi ne olabilir ki bir insan için?
Orhan’ın tek şansı Leyla da değil. Bir de Bünyamin var. Bir zamanların “Cellat”ı, babasızlığında dağ gibi onun yanında olan babayiğit var yanında. Her güçsüz, çaresiz kaldığında onun yanında dimdik duran bir dağ. Orhan’ın Leyla’dan farkı da burada. O babasız kalsa da yalnız kalmadı, Leyla ise hep yalnızdı. Oflu gibi bir adamın varlığı bile yeter bana kalırsa. O da Leyla gibi en başında yolunu seçmişti. Deli dolu savcıyla gerçeğin peşindeydi. E, tabi bir de Nuri ailesine saldırınca büyük savaş başladı. Savaş için her şey hazırdı, sadece bir masumun zarar görmesi gerekiyordu. Bu masum da ne yazık ki Tomris oldu.
Birlik oldular ancak bu mücadele kolay değil. Nuri ve arkasındakiler normal yollarla saldırmıyor düşmanlarına. Zaaflarını bulup en beklemedikleri anda indiriyor darbesini. Orhan ve çevresindekiler buna çözüm bulmak zorundalar. Zayıflıklarını gideremezlerse her attıkları adımda bir zaaflarıyla sınanmanın da önüne geçemezler. Nasıl bulacaklarsa bu çözümü? İnsan sevdiğine nasıl önlem alabilir ki? Düşmanın bile haysiyetlisi gerekmiş insana; gördük, yaşadık. Her iki taraf da şimdi karşısındakinin zayıf anını kollamakla meşgul. İşin en acı yanıysa, düşmanının zaafı, Orhan’ın da en büyük zaafı :Leyla.
İlk günden beri Leyla’nın bu oyunun jokeri olduğunu söylüyorum. Hala da ısrarcıyım bu fikrimde. Onun hem Nuri ile hem de Orhan’la olan bağlantısı gidişatı da belirliyor. Orhan’dan yana orası tamam da bir de bana kalırsa babasını kullanma durumu var. Yoksa İstanbul’un Boğa’sı tarafından alınan bir gazetede çalışmaya neden devam etsin ki? Onun geldiği, hatta haberinin yayınlanmadığı gün ayrılması gerekirdi. Ben de öyle bekledim şimdi itiraf etmek gerekirse. Bir laf vardır dostunu yakın tut ama düşmanını daha yakın diye. O da bu anlayışla hareket etti bana kalırsa. Kendisi zaten Orhan’ın yanında, bunu da saklamıyor hiç bir şekilde. Bir yandan da İstanbul’un Boğası’na yakın duruyor ki düşmanının adımlarını da görüp bir şekilde önlem alabilsin. Çok mu tehlikeli? Kesinlikle öyle. Devrim gibi kadın, ne diyelim. Babasının da göremediği bu sanırım. Leyla’nın bu mücadeledeki pozisyonu. Eğer görebilseydi, gazetecilik yapmaması için elinden geleni yapardı sanırım. Başka şekillerde hâlâ yapıyor ve Leyla’yı çok zor durumlara sokuyor orası ayrı. Karşısında kız çocuğu olarak gördüğü kadın, tüm cesaretiyle iğneyle Nuri’nin kuyusunu kazmaya devam ediyor.
Leyla bunları yaparken Orhan’a da hayatının bilmecesini çözme şansını vermiş oldu. Bir zamanlar babasının yaşadığı hayatı kaldırmayıp kendini öldürdüğünü zannederken acı gerçekle yüzleşti. Yazının başında dedim ya, insan hakikate kendisiyle ilgili olduğunda sırtını dönebilir, gerçekler ona ağır gelebilir diye. Başkaları için kurt postunu giyen savcı, söz konusu kendisi olunca o kadar da cesur olamadı. Biraz cesareti olsaydı Leyla’ya kalmadan, bu kadar içi çürümüş sistemin içinde babasının ölümünü aydınlatırdı. Geç olsun, güç olmasın diyelim. Bu olayla birlikte de artık saflar da, savaşın gidişatı da en keskin çizgileriyle kendisini belli etti. Bir yanda Orhan, Leyla ve Oflu Cellat, diğer yanda Kerim Paşa ve Nuri Kargı. Bu savaşın sonu nasıl biter bilemiyorum tabii ki ama her iki taraf da kaybedecekmiş gibi hissediyorum.
Final sahnesinde bunu çok net gördük zaten. Leyla, Fehmi’nin adli tıpta yediği haltları bir bir ortaya dökerken Orhan da aynı düşmanları gibi zaaflarına saldırıyordu. Bir zamanlar kahraman olarak ölen bir savcının oğlu olduğunu, hain kanı taşımadığını öğrenmek ona iyi gelmiş olacak ki adımlarını çok daha tehlikeli attı. Bu haftaya Orhan, Leyla ve Oflu’nun müthiş planıyla veda ettik. Final bölümünde Nuri’nin onlara cevabı ne olacak, merakla bekliyor olacağım.
Bu bölümü izlerken biraz canım sıkıldı açıkçası. Bazı şeylerin aradan yıllar geçse de değişmediğini görmek beni sinirlendirdi ve üzdü. Bu dünya maalesef güçlünün kazanması için dizayn edilmiş. Zenginliği olan, yönetme hırsı her şeyin üstünde olan insanlar ne yazık ki adalet terazisini kırıp her şeyi lehlerine çevirmek için bin bir türlü dalavereyi çevirirler. Gücü elinde bulunduranlar zaten bir yerde kirlenmişse iki şeyi susturmak ve yanına çekmek isteyecektir. Basın ve yargı. Kurşun‘da bunun net olarak verildiğini söyleyebilirim. İnsanın zoruna gitse de ne yazık ki bu düzen hâlâ böyle. Neyse, çok doluyum burada keseyim artık.
Yazan, yöneten, oynayan ve kamera arkasında büyük emekler veren tüm ekibin yüreğine sağlık.
Yazıma Turgut Uyar’ın bu güzel dizeleriyle son veriyorum, haftaya son kez görüşmek. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.
Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
Bir sevinç sanarak