YAZAR : Şeyma BULUT

Bu haftaya çok sevdiğim bir sözle başlamak istiyorum: Hayat, sen planlar yaparken başına gelenlerdir! Bu cümle bana yaşamın, evrenin kısa bir özeti gibi gelir. İnsanoğlu hayaller kurar, planlar yapar, yarını değil beş dakika sonrasını bilmeden yaşadığımız şu hayatın içinde durmadan umut eder ve sonra da gerçek olmasını bekler. Yaşamanın altın kuralıdır bu. Umut etmeden, hayal kurmadan yaşayamayız. Sancar, Mavi, Kavruk hepsinin hayalleri, umutları vardı ama yaşananları düşününce aklımda tek bir soru belirdi: Hayat onlara istediklerini verecek mi? Tek bir an, belki de kaybedilen koskoca bir gelecek olarak karşımıza çıkacak. Olmamasını, bütün bunlardan bir şekilde kurtulabilmelerini sadece ümit ediyorum ama aynı anda iki mucize gerçekleşir mi, işte onu hiç bilemiyorum.

Ah Sancar Efe, ah! Bu hafta olayların geldiği noktada en çok ona üzüldüm ben. Onun hayatı tam anlamıyla bir kısır döngüye girdi ve asla çıkamıyor. Kısa zaman önce hem sevdiği kadını, hem de sağdıcını kaybetmiş, çok büyük iki acıyı yüklenmek zorunda kalmıştı. Şimdi yine aynı döngüye girdi ve nasıl çıkar ya da bu sefer şans ondan yana olur mu tahmin yürütmekte zorlanıyorum.

Sancar, yıllar önce sevdiği kadını kaybetmişti. Nare, bir Alacakuş misali hayatından süzülüp gittiğinde yanında Kavruk ve Gediz vardı. Biri kardeşi, diğeri sağdıcıydı. Onların varlığıyla bir şekilde ayakta kalmayı başarmış, kendisi için olmasa da sevdikleri için yaşamayı becerebilmişti. Yıllar sonra tam sevdiğine kavuştuğunu düşündüğü anda hem Nare’yi hem de Gediz’i kaybetti. İkisinin ardında bıraktığı yük çok ağırdı ancak Sancar başta Melek olmak üzere hem Mavi hem de Kavruk’la bu yükün altından kalkmayı başarmıştı ama şimdi nasıl olacak? Kavruk ve Mavi’nin başına gelenler korktuğumuz şekilde sonuçlanırsa nasıl kalkacak bunca yükün altından? Bana sorarsanız bu sefer o kadar kolay atlatamayabilir veya şöyle söylemek daha doğru olur sanırım : Sancar bir daha asla eskisi gibi olamaz.

Mavi’nin Sancar’ın hayatındaki yerine elbette geleceğim ama daha önce Kavruk’tan bahsetmek istiyorum. Sancar Efe’nin dert ortağı, kader arkadaşı, kardeşi… Tüm ömrü boyunca sırtını dayayabildiği en sağlam duvar. Onun artık olmaması fikri bile çok korkunç. Hele de o son anda Sancar’ın çığlığı ve Kavruk’un son manisini duyduğumda içime bir kasvet çöktü.

Kavruk… Bu dizide belki de en masumu oydu. Gerçek sevgi mi, adanmış bir hayat mı, sadakat mi hepsini tek bir yangının içine sığdırmış, hayatını Efe’sinin ayaklarının altına sermişti. Sancar’ın yanındaki adamı, sağ kolu değil kardeşiydi. O, gerçekten mutlu sonu hak ediyor, aksi olursa gerçekten bir yıkım yaşayabilirim. Böylesine acı bir gidişi hak etmediğini düşünüyorum ama o veda sözleri de kulaklarımdan gitmiyor. Umuyorum ki onun için bir mucize vardır ve seneler sonra kavuştuğu Zehra’sını, hayatını verdiği Efeoğulları’nı arkasında bırakarak  ecel atına binip dönülmez diyarlara gitmemiştir.

Kavruk’ un kurşun yemesinin şokunu atlatamadan karşıma bir de Mavi’nin kazası çıktı.  Mavi uzun zaman sonra Sancar için huzur bulduğu bir yuva, sığındığı bir liman olmuştu. Sancar ailesiyle birlikte onu da korumak için çırpındıkça çırpınırken birlikte kurdukları küçük dünyalarında sevgi dolu bir hayat yaşamaya başlamışlardı. Tabii bu kadar mutluluğun ardından yaşananlarla birlikte o huzur dolu bulut patladı ve Sancar’ın hayatına yayılan mavi tonları yerini gri tonlara bırakmak üzere.

Yukarıda dediğim gibi Sancar’ın aynı anda birçok felaketi yaşama gibi bir kaderi var. Mavi bu kazadan sağ çıkabilir mi bilmiyorum ama Sancar’ın bu fedakârlığın altında ezileceğine adım kadar eminim. Aynı anda onun için feda edilen iki hayat, ona çok ağır gelecek. Hele hele tüm hayatı boyunca hayallerini kurduğu her şeyi Mavi’yle yaşamaya başladığında bu olayların meydana gelmesi Sancar’ın yeniden kendini suçlamasına sebep olacaktır. Zaten kötü giden her olaydan kendine pay çıkarma gibi bir huyu varken bu sefer direkt kendisi için yapılan fedakârlıklar uzun zamandır rahatlayan vicdanına hiç iyi gelmeyeceği gibi yeniden o karanlık kuyulara acımadan kendini hapsedecektir.

Bu hafta Mavi’yi izlerken hem biraz kızdım hem de gurur duydum. Bir yanda Sancar’ın ailesini bir arada tutup yıkılmalarını engellerken diğer yanda Melek babasız kalmasın diye hayatıyla çok büyük bir kumar oynadı. Mavi’nin cesaretine, gözü karalığına saygı duysam da kendisinden bu kadar kolay vazgeçmesi benim kafamı fazlasıyla karıştırdı.

Mavi’nin bu hareketinin sebebi gerçek sevgi mi yoksa altında başka etmenler de var mı diye düşünmeye başladım çünkü o,  Sedat’ın tuzağını görmeyecek kadar saf bir insan değil. Eski kocasını da, adamın neyi neden yaptığını da bir bakışta anlayacak zekâya ve görüye sahip. Yani tuzağa düştüm, senle olacağıma ölürüm daha iyi, durumunu öngörmemiş ya da tahmin edememiş olması olası dahi değil. O zaman neden? Benim aklıma bir sebep geliyor. Mavi hâlâ kızını babasından koruyamamış olmanın vicdan azabını çekiyor. Sancar’la yaşadığı hayattan mutlu olsa da eski kocasının bir başka çocuğun daha hayatını kendisine duyduğu saplantıdan dolayı karartmasına göz yummak istemedi ve bu yüzden sonu belli olmayan tehlikeli bir plan yaptı. Mavi bu kazadan kurtulur mu, Sedat hayatta kalır mı bilmiyorum ama asıl düşman hâlâ sinsi bir yılan gibi gezerken yaptığı bu hamleyi sevmedim. Güven gibi bir tehlike Melek’in kafasında gezerken Sancar’ın ona kızı hususunda bu kadar ihtiyacı varken umuyorum ki bu aldığı risk hayatına mal olmamıştır.

Güven Çelebi demişken gerçekten bana tüm bildiklerimi sorgulatmaya başladı. Şahsen ben saf kötü olmaz diye direnirken Güven beni her defasında alaşağı ediyor.

Yakasına yapışıp “Yaşadığın her şey senin eserin, neyin kafasını yaşıyorsun?” diye sormak, sarsmak istiyorum. Hadi o kendi zalimliğinin sebebini başkalarının üstüne atacak kadar şuursuz peki ya Müge? Yıllardır yaşanan her şeyin en yakın şahidi olarak hâlâ nasıl onun yanında olabiliyor, aklım almıyor benim. Bir ara cidden aldığı eğitimi falan sorgulamak istedim. Kendisi bir psikolog ya, insan psikolojisini ondan iyi kimsenin çözememesi lazım ama hâlâ o Sefir’in yanında, destek kuvvet olarak gezmeye devam ediyor. Onu anlıyorum, yanında olursa bir şeyleri engelleyip sevdiklerini koruyacağını düşünüyor ama bazı insanlar için umut yoktur. Müge olmazlar için çabaladıkça kendisini de hiç istemediği durumlara sokuyor. Sancar onu Güven’le gördükçe uzaklaşıyor, çevresinde neredeyse kimse kalmadı ve o da belki sığınacak bir liman arıyor ama çok yanlış bir gemide yol almaya başladı. Halbuki elinde bir mesleği, maddi gücü, etrafında sevdiği insanlar var. Kimsesiz değil yani. Onun tam aksine Elvan’sa bir ailesi, parası ya da gücü olmamasına rağmen ayakta kalmayı, kendine bir hayat kurmayı başardı.

Elvan’ın geldiği nokta beni çok ama çok gururlandırıyor. Yaşadığı onca hayal kırıklığına, acıya, ihanete rağmen asla pes etmeyen bir kadın, o. Ne zaman düşse, yıkılsa aynı kuvvetle yeniden ayağa kalktı. Küçücük bir çevrede, kimsesiz olarak büyümesine rağmen tam her şey bitti dediğinde yeniden kendine bir hayat kurduğunu izledim.

Elvan, uzun zaman sonra artık sadece kalbinin sesini dinliyor. Yaptığı, yaşadığı hiçbir şeyden pişmanlık duymadığı gibi ne Yahya’ya ne de bir başkasına, hayatıyla ilgili söz söyleme hakkını dahi tanımıyor. Bora’yla olan ilişkisini Yahya’nın öğrenmesi ve söyledikleri karşısında geri adım atmak bir yana, eski kocasının onunla ilgili herhangi bir konuda yorum yapmasına dahi izin vermedi. Her ne kadar kalbi kırık, ruhu parçalanmış olsa da bunun kendisini zayıf göstermesine ya da başkalarının onu bu acıyla ezmesine asla izin vermedi ki onun bu güçlü duruşu birine de ilham oldu : Gülsiye!

Bugüne kadar yazılarımda hiç bahsetmediğim ama izlemekten, hikâyesinden çok keyif aldığım bir karakter, Gülsiye. Efeoğulları’nın beslemesi, evin eli ayağı, vefakâr bir kız, o. Tüm yaşananlara rağmen asla o aileye arkasını dönmedi. Daha doğrusu böyle bir şeyi düşünebildiğini bile sanmıyorum çünkü bu şekilde büyümedi. Halise Efe’nin eteğinin altında büyümüş, onun öğrettiği içi boş kaidelerle yaşamış, o kuralların dışında bir ihtimali de asla düşünmemiş bugüne kadar. Tabii ki her şeyin bir sınırı var. Son zamanlarda yaşananlar, Dudu’nun başına gelenler derken Gülsiye de kendi yaşadığı hayatı sorgulamaya başladı. Elvan’ın dik duruşu, kendine bambaşka bir yol çizmesi en çok ona ilham oldu ki o da konaktan ayrılma sinyalleri vermeye başladı. Bu da beni çok mutlu etti. Sebebiyse basit: Halise, o konakta istediği gibi yaşasın diye önüne geleni ezdi, geçti. Dünyanın hakimi gibi gezerken de kime ne yaptığını asla umursamadı ama ana kraliçenin tahtı artık sallanıyor hem de öyle böyle değil.

Sefirin Kızı başladığı günden bu yana bana Halise’yi bir kelimeyle tanımla deseler tek diyeceğim “zalim” olurdu. O kadar gaddar, acımasız bir insan ki söz konusu kendi istekleri olduğunda gözü kimseleri görmüyor. Efe olan oğlunun adı çıkmasın diye Elvan’ı paramparça etti ve Elvan hesap sorduğunda “El âlemi biliyorsun” deyip kestirip atması bir yana dursun, özür bile dilemedi. Kusura bakmayın ama böyle annelik olmaz, efelik hiç olmaz. Zaten bu iki sıfatının arkasına sığınıp insanların hayatını kukla oynatır gibi yönetti yıllarca. Şimdiyse etrafında kim varsa bu otoriteyi yıkmaya başladı. Elvan artık hayatını kendi istediği gibi yaşayacağının altını çizerken Zehra, Yahya ve hatta Gülsiye bile kendi kararlarını almaya başladı. Eeee ne derler bilirsiniz her diktatörlük bir gün çökmeye mahkûmdur. Halise Efe’nin iktidarı da dağılma dönemine girdi, şimdi o çok sevdiği konağında, tek başına hanım ağacılık oynamaya devam etsin. Ben de keyifle izleyeyim.

Bu haftalık da benden bu kadar.

Emek veren tüm ekibin yüreğine sağlık.

Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin!

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.