Biraz, birlikte düşünelim mi? Bir gün elinize bir senaryo verildiğini “Bak, sen bu adamı canlandıracaksın!” dendiğini hayal edin. Hiç tanımadığınız bambaşka bir insan ve belki hiç aşina olmadığınız bir hayat… Ardından birileri size o karakteri anlatsın: “Şöyle şöyle davran; böyle dur, bunları giy!” desin. Bir an ruhunuzun, aklınızın sizden çıkıp bir başka bedene geçtiğini düşünün: Tüm deneyimlerinizi, yaşama bakışınızı, alışkanlıklarınızı, değerlerinizi eski kimliğinizde bırakıp yeni bir vücuda taşındınız. Hah, işte tam da öyle!..

Şimdi bir de bütün bunları “ekran” denen cam duvarın gerisinde yapmak ve duvarın diğer yanındakileri yeni kimliğinizle karşılamak durumunda olduğunuzu düşünün. Onlar, sizi o kimlikle tanıyacak ve sizin aslında “o” olduğunuza inanacak. İşte dizi oyunculuğu bütünüyle bu!

Ekran başında, bir tür mikroskop altındasınız. Karşınızda; “yeni kimliğin” aslında siz olmadığını hiç düşünmeden onda açık arayan, eleştirmek için bakan ve kulp takmaya hazır binlerce insanın izlediğini düşünmek size ne hissettiriyor bilemem ama benim için çok ürkütücü… İşte o yüzden, hele de söz konusu olan genç bir oyuncuysa ben, izlerken adil olmak adına hiç değilse nötr kalmaya çabalarım.

İnadına Aşk’ın ilk bölümlerinde Can Yaman’ı izlerken de bu açıyla görmeye çalıştım. İlk kanım “Karşısındaki oyuncunun elektriğini iyi alıyor ve buna göre esniyor, gelişirse dizide çok farklı bir renk olur!” olmuştu. Birkaç bölüm sonra, oyunculuğunu kıyaslamak adına, daha önce hiç izlemediğim Can Yaman’ın ilk dizisi olan Gönül İşleri’ni bulup izledim. İzlediğimde ilk yorumumda ona haksızlık ettiğimi fark ettim. Taban tabana zıt iki rol, yani iki farklı kimlik ve ilginçtir, oyuncul
ukta hiç benzerlik yok! Bu; konservatuvar eğitimli, çok deneyimli, usta sanatçıların bile sıklıkla düştükleri büyük bir tuzaktı oysa.

Çok genç, tiyatro kökenli olmayan biri; henüz ikinci işinde ilkinden hiç iz barındırmayan bambaşka bir adam olmuş, yani yeni kimliği sorunsuzca geçirivermişti üstüne.

İkinci büyük şaşkınlığımı bölümler ilerledikçe neredeyse her hafta yaşar oldum. Her bölüm bir öncekinden farklı oyunculuk izledim. Önce beden dili değişti; duruş, yürüyüş hatta kostümü taşıma bile farklılaştı. Ardından, beni kendine hayran bırakan bakışları kullanma ustalığı geldi. Bir dizi oyuncusu için, sanırım, en güç sınav olan diyalogsuz sahnelerde bile bakışlarıyla metne âdeta alt yazı geçer oldu.

15. bölümden sonra artık ben şaşırmaktan da vazgeçip “Bu kez ne göreceğim, acaba?” merakıyla oturur oldum ekran başına. Artık Can Yaman oyunculuğunun bence ustalaştığı ve giderek kendini aştığı bölümler gelmeye başlamıştı çünkü. İlk izlediğimde son derece etkileyici, son derece vurucu gelen sahnelerinde ne yaptığını görmek adına dönüp bir kez d
aha izleme ihtiyacı duydum ve işte o zaman, kelimenin tam anlamıyla, ağzım açık kaldı. Birkaç örnekle söylemeye çalıştığımı netleştireyim:

25. bölümdeki “Her Şey Yolunda” şarkısı eşliğindeki sahneleri bir hatırlayalım: Duygunun çok yoğun olduğu bu sahnenin etkisinden çıkıp daha objektif izlediğimde gördüm ki Can, bu sahnelerde el, kol ve vücut hareketlerini yani jestleri minimuma indirmiş; bütün duyguyu yüzünde, özellikle bakışlarında toplamıştı.

26. bölümde şirkette Songül ve Yeşim’in onu hiç dinlemeden bildiklerini okudukları ve “Bana sessize alınmış telefon muamelesi yapmayın!” diye çıldırdığı sahneye de bir bakalım: O öfke krizinde bir önceki örneğin tam tersi bir durum çıktı karşıma: Bu kez sadece bedenini kullanan bir adam vardı ekranda. Bakışlar yoktu, yüz ifadeleri geriye çekilmişti sadece çok etkileyici jestler vardı. Çünkü öfkenin şiddetini en iyi bedeniyle yansıtabileceğini algılamıştı.

Bir diğer sahne 19. Bölümden, yani Defne ve Yeşim’in kaçırıldıkları bölüm… Defne’yi kurtarana kadarki Yalın’ı bir kez daha hatırlayalım: Güçlü ve bir o kadar da soğukkanlı bir iş adamını yansıttığı sahneler… Bu kez bakışlar, gövde, el, kol hepsi geriye çekilmiş izleyiciye yansıyan sadece buz gibi, mekanik âdeta bir bilgisayar ruhsuzluğu ve donukluğu taşıyan bir ses tonu…

Yine aynı bölümde Defne “ Yalvarırım gönderdiğim mesajı al ve seni çok özlediğimi hatırla!” repliğini kullanana dek şirketin otoparkında ve koridorunda çökmüş omuzlarıyla ayaklarını sürüyerek yürüyen bir Yalın Aras izliyorum. O mesajı hissettiği anda birden dirilen, canlanan bir beden görüyorum. Anlık bir replik ve anlık bir duygu değişimi, hiçbir söze gerek kalmadan zıt iki duruşla izleyene geçiriliyor.

Son olarak yine 26. Bölüme gidelim. Final sahnesi… Yalın sarhoş, Defne ona güzel bir ayar çekiyor. Yalın; şaşkın ve baygın bakışlarla Defne’yi izliyor ve Defne’nin “Sen onun hayallerini yıktın!” repliğiyle aniden gözünden inen yaşı görüyorum. Çok dikkatle inceledim. Yüz ifadesinde değişiklik yok! Aynı duruş, aynı bakış sadece gözden inen bir damla yaş… Muhtemelen defalarca çekildi o sahne. Muhtemelen o ifadeyi birçok kez yüzüne yapıştırmak zorunda kaldı Can Yaman ama işin en ilginci bir önceki sahneyle tıpatıp aynı duygu, aynı bakış sadece gözden akan bir damla yaş… (İzlerken “ayyy” diyen sesim hâlâ kulaklarımda…)

Peki, niyeydi bütün bunlar? Niye her vurucu sahnede bir tek ögeyi öne çıkarıyor diğerlerini perdeliyor? Çünkü böylelikle izleyicinin dikkatini birden çok noktaya dağıtmıyor, tek noktaya odaklıyor ve duygunun etkisini zayıflatmıyor. Bu, benim ancak ve ancak çok usta oyuncularda gördüğüm bir tavır… Bu tavırla da oyunculuğu abartıdan uzak tutup durulaştırıyor.

Stanislavski “Oyuncu rolde kendini değil; kendini, o rolde sevmeli. Ancak böylelikle kendini değil yarattığı karakteri sergileyebilir.” der. Ben yeni jenerasyon oyuncular içinde bunu başarabilen bir tek oyuncu gördüm o da Can Yaman.

İstanbullu, iyi eğitimli, zengin, yakışıklı, kendi işinin patronu bir gençten “Yalın Aras”ı yaratmayı başardı. Pek çok benzerini gerçek hayatta bulabileceğimiz bir “tipleme” den Can Yaman dokunuşlarıyla evrilip bir başka benzeri olmayan, yaşıyormuş gibi görünen değil gerçekten yaşayan bir “birey” ortaya çıkardı. Bunu yaparken de bir parçası oyuncu olarak işlevini sürdüren diğeri gözlem yapan, düşünen, prova eden iki parçaya bölündü. Sonra o iki parçayı bütünleyip, en azından benim hafızamda, hiç unutulmayacak bir karaktere dönüştürdü.

Yönetmenin işaret ettiği noktaya; senaryoyu ezmeden, bükmeden ona derinlik katarak yürüdü. Yaptığı işe abartı katmadan, Can Yaman’ı hiç ortaya sermeden “Yalın Aras”ın derisine büründü.

İlk bölümden son bölüme kadar geriletmeden hep bir adım öteye taşıdığı, bence, muhteşem oyunculuğu için elbette ki yetenek ve yaratıcılık çok önemli ama bana sorarsanız onun bu büyük gelişiminin ve başarısının altında yaratıcılığını besleyen duyarlığı, algılarının açık olması, kültürü, iyi gözlemciliği, keskin zekâsı, azmi ve çalışkanlığı yatıyor.

Yetenek dediğiniz şey, parlayabileceği gibi körelir de… Eğer doğru kaynaktan beslenmiyor, yeterince geliştirilmiyorsa hiçbir oyuncu salt yeteneğiyle geldiği yerde uzun süre kalıcı olamaz. Klasik söylemdir ya “Zirveye çıkmak kolay, orada kalmak zor!” derler. Ben Sevgili Can’ın yeteneğinin dışındaki özellikleriyle her yeni projede kendi Everest’ini aşacağına yürekten inanıyorum.

En büyük özlemim onu yalnız televizyon dizilerinde değil, sinema filmlerinde hatta tiyatro sahnelerinde her biri diğerinden bambaşka kimliklerle izleyip her defasında bir kez daha hayran olmak… Bir de yeri gelmişken dram ve komediden sonra seni bir de aksiyonda izlesem fena mı olur, Can Yaman?

Yaşamını oyuncu olarak sürdürmeye kararlı olduğun sürece, şimdi olduğu gibi bundan sonra da her imza attığın projede, her başarında, her yükselişinde ben de en sadık izleyicin olarak hep seninleyim, Sevgili Can!

İyi ki dokundun hayatıma…

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

6 Comments

  1. turist 25/05/2017

    Oyunculuk eğitimi almadığından emin miyiz? Benim başka bi teorim var... Bir varmış bir yokmuş. Stante pede, genç biri tatilde gezer iken bir mağara'da buluvermiş kendini. Karşısında Konstantin Stanislavski'in ruhu (Star Wars'daki Jedi'leri düşünelim) onu himayesi altına alıverir. Yetmiyor, bir ara onu Lee Strasberg'in İnstitute'una workshop'la ödüllendirip Scotti'ye oraya ışınlamasını söylüyor. Kısa aradan sonra geri ışınlıyor Scotti mağaraya.... Dedim ki kendi kendime, Karadeniz'li akrep dediklerine dikkat et, ip adres filan'dı dava açıverirler sana, dedim. Hoş, o dilekçe Almanya'ya varana kadar sen çoktaaaaan Timbuktu'ya kaçmış olursun, boşver yaz gitsin, dedim.;) Yani inanması gerçekten zor, şimdi her bildiğim dilde daha iki çift laf ederdimde, çok uzar, neyse.;)) Zaten oyunculuk konusunda ölçütlerimiz'in de uyuşması beni niye şaşırtmadı acaba?;)) Ama sen Stanislavski yazmışsın, yeminle İnadına Aşk'ı bitirdikten sonra geldi aklıma, yorumunu yeni okudum, güzel bi güldüm. ;)) Bana göre özel okullardan çıkanlarda iş yok, bunu elbette Türkiye'de eğitim sistemini kendi gözlerim ile görmediğimden dolayı, fikir yürütemem. Fakat Almanya için konuşabilirim. Bir tanede istisnam var benim; yıllar önce 60 saniye (!) izledikten sonra beni benden aldı; beden dili ve gözleri ile oynamasıyla. Repliksiz. Ön hikayeyi tesadüf zaplarken rastlamıştım, o yüzden "dank" etmişti izlerken. Kendi jenerasyon'unda (81 li) favorim. Bir method acting tarzı var, beni benden alıyor. Tanıdık biri bloopers göndermişti bana, kadın partnerin dili sürtüşüyor - herkes gülüyor sette - bi o gülmüyor, çünkü hâlâ rolünde. Ses tellerini kullanışı var, bir taklit var, jukebox gibi. Maalesef bahtsız bana Christoph Waltz'ı hatırlatıyor, Quentin onu keşif etmeden önce. Bunları niye yazdım? Ömrümde iki defa bir oyuncu performansı izlerken şaşkın halde kafamı sağ omzuma doğru eğmişimdir ve "Sende kimsin" demişsimdir. Biri çok sevdiğim, oyunculuğuna, zekasına ve kalbine hayran kaldığım Alman oyuncuda oldu. Diğeri ise Cicikçi'nin düblörü'ünü izlerken oldu. Kaçıncı bölümde hatırımda yok (rakam konusunda beynim süzgeç gibi;) sanırım 20. Bölüm deydi. Tabiri-caizse tam yayıldım koltuğuma, jenerik beynimde kolbastı çekiyor. Bölüm başladı, kendimi toparlayıp mirket gibi dikildim, kafa yine sağ omuza doğru yönelik. Tabletin ekranına deli gibi "Sende kimsin" dediğim doğrudur. Yani nasıl tarif etsem. Pek yerli dizi izleyicisi olduğum söylenemez, biliyorsun senaryoları yüzünden, istisnalar hariç. Fakat yıllarca onca yabancı dizi izledim, başından sonuna dek, sezonlarca sürdüler. Ama hiç böyle gelişim - bu kadar kısa sürede (!) gördüğümü hatırlamıyorum ben arkadaş. Yürümeye yeni başlayan çocuk birden beri maratoncu olmuş. Bu nasıl iş? Sanırsın sezon finali olmuş, aradan kaç ay geçmiş. Yok efendim, bildiğin Türkiye'deki şartlar, aradan bir hafta geçmiş. Benim için o yüzden "yılın süprizi" oldu diyebilirim. Hoş, 2017 yılındayız ama olsunda. En güzelleri sonradan keşif ederim zaten. Hatta Almanya'da (bu bir ürün yerleştirmesi değildir;)) Kinder Überaschungs-Ei vardır. Bildiğim kadarı ile artık Türkiye'de de mevcut, siz onu Kinder Süpriz Yumurtası olarak bilirsiniz. Dışı çikolata, içinde sarı bir ambalaj, adı üstünde içinde oyuncak çıkar fakat ne çıkar - işte orası sürprizdir. Sanki demiş kendi kendine "Aman da aman halim yaman. Can'ımı vereyim bu Cicikçi'ye, tamam! Gelişim yapsın tavan!" Evrim dediğin işte tam bu - başkaları kusura bakmasın da, yani. Hatta Forest Gump'ı bile şey edelim; Run Can, run! YES you CAN.? Af ola, benim o yukarıda bahs ettiğim ve tanıdığım Alman oyuncudada ismi cismi "oynamaya" pek müsait olduğundan çok takılmışımdır. Oda bana "mendil lazımmı ?" ile geri takılmıştır. Olurda belki sende bir gün özel okuldan eğitim almışa denk gelirsin.;)) Sanada küpe olsun Sinemcim, bak onca kelime yazdım bir kere bile ismini cismimi bir arada yazmadım. Sen yorum atıyorsun ben on defa ismini okuyorum, "12'incide bak valla kahve yapıcam kendime" dedirtiyorsun yani.;)) Bu arada kim ne derse desin sana, fangörl filan diyen olurda, banada telenovela (!!!) izleten Alman aktörcüm'e ben övgüler yağdırıp sonrada çok övdüm sanki? gömim accık'la, suçlayan olmuştu. Hoş admin olduğum büyük bir dizi sitesi, benden "bağımsız" olmamı bekledi. Başrol devlet üniversitede eğitim almış ama zırnak yok...Hayat felsefem'den bir tavsiye, yıllardır kullanırım L. Weapon'da zenci oyuncunun standart repliği "I'm too old for this shit!" Ama fakat lâkin - bana takılmak serbest, dimi ama.;)) Sanat dalına çok önem verdiğim için ve kendimde o alanda bulunduğum içindir belki... Bazıları vardır, yetenekli'dir ama etkilemez, bazıları vardır işte seni etkiler. Hatta "Kendin kadar taş düşmesin kafana Yalın Sıtkı Aras! Levyeyi boşver sen, odun el var bizde!" den "Ayyy, kuzum ya, kıyamam ki sana ben, pamuklara sararım seni ama ben" diye komanda gibi savurur seni ordan oraya. Rolü oynamaz, onu üzerine giyer. Sanat dalında gerekenler için, yada daha ziyade oyunculuk için yazdıkların ile hemfikirim. Bana göre hırs ve azimle birlikte hassasiyet de çok önemli püf nokta. Birde empati. Kafa kurcalanmış, bu çok belli, en sevdiğim. Sakin ama şidettli. Tabi mimar inşasını düzgün yapmış, iç mimar da reji aracı ile orataya döktürmüş. Tabi birde karşısındaki partnerinden gelen şimşekleri yakalayıp harmanlamak ayrı güzel. Açelya ile paslaşmaları; dans paertnerler gibi - harika. Ama keşke Aras Aydın kadroya daha önce dahil olsaydı. Çünkü oradaki doğacak bromance'i izlemek çok zevkli olucaktı. Lazkopat la Cicikçi'yi kolbastı çekerken göremedim ona yanarım ben. Özellikle sarhoş olurken, bir güldürdü, bir anda bir içim cızladı. Yazdığın gibi Defne'nin ettiği sözünden sonra sadece o bakış beni benden aldı. Ne diyeyim. Ha tabi birde ben şok. Ben iptal. O kurban olduğum hayal sahneleri var. Taklit desen var. Sesini dahil - enstrüman olduğunu bilip farklı nüanslar sergilemek de herkesin harcı değil. Çoğu bunu beceremiyor. Beyin hücrelerim yandı gitti gülmekten. Hele o " Gel, pisi pisi". ?? Bize özel mesaj sesi mi yapsam ne?? Belliki repertuar geniş. Romeo'yu görünce, bi an bi bakış vardı - kilip başlamadan evvel. ? Niyeyse aklıma elime siyah Kayal kalemi alıp "Şimdi bi güzel Jack Sparrow kılığına sokmak vardı" dedim. Sen eğer şimdide "nö komedi bana göre deyil" diyorsan ve senin "ezber bozan" nın performansı bile ikna etmediyse eğer; Mimozaların kokusundan bayılırsın inşallah. Ama ben sana kıyamam ki, tekrar kahve kokusundan ayılırsın inşallah.?? Yada Lucky Luke çizgi filimi var, bilirsin. Düşün; o kızışan gözler çünkü abartı'ya gerek yok, çünkü sakin ama şidettli. Sonra birde alaturka olmazsa olmazı diş çubuk dudakların arasında filan. Gerisi sürpriz. Geçen gün geldi'de tv'de kendi kendime güldüğüm doğrudur. Aslında benim diğer favorim'le aynı projede görmeyi çok isterim. Hani Bulut saçan, diyer fırtınalar kopartan ile. Mesela ajan olarak. Bakmışsın düşmanlardan biri kaçırmış bunları, kaçmışlar fakat ıssız adada buluyorlar kendilerini. Akıllar biraz karışmış tabi. Biraz Lost biraz Alias ajan dizisi. Hep farklı kılığa giriyorlar. Bir bakmışsın, anana avukat bir bakmışsın uçak mühendisi. ;)) Tabi ben Batman'i gördüm şimdi gelde sinema filimi olsun isteme, Bulut saçan'da Joker tabiisi. Sinem, sonuna kadar okudun mu sen şimdi yazdıklarımı? İroniye bak. Beyin yorgunluğundan izledim diziyi, ama akılda manjak manjak kafa sinemasi oluşuverdi. Aklıma gelen fikirlerimi yazarım işim gereği hep. E bende şuraya yazayımda beynimde yer kaplamasın dedim, hatta hazır burda bugün resmî tatil varken fırsat bu fırsat dedim.;)) Ha tabi beni az bilirsin, böyle kafa sineması sadece çok beğendiğim zaman oluşur - yada kalemi ile seryircisinin yüzüne tüküren kaleme kızdığım zaman olur. ;)) Sonuç olarak: 12 points from Alamanya! Bulut saçan'da da (kısa süre izledim gerçi) Öyle geçer bir zamanki'de gördüğümde "Bu çocuk çok yetenekli. İsmini daha çok duyacağız" dedim. Önsezilerim güçlüdür. Kendisi eksen değişmediği sürece bana kalırsa, bu onun içinde geçerli... Yolu açık olsun?

    1. Sinem ÖZCAN 25/05/2017

      Ne demek sonuna kadar okudun mu?????? Tabiiiii ki okudum, aşk olsun! Bu arada Şu oyuncunun adını hâlâ yazmadın ya ne diyeyim ben sana????? :) Benim en çok istediğim şey Can'ın bir aksiyon ya da dramda oynaması... Asıl o zaman çıkacak farkı ortaya. ne yazık ki Hangimiz Sevmedik'te karakter kötü yazılmıştı. Elinden geleni yaptı ama İnadına Aşk her zaman ayrı... Kendi adıma ben onun imzasını gördüğüm her işi izlerim :)

      1. turist 27/05/2017

        Hıh işte, yazmadım çünkü YES he Can.;)) Son Hangimiz sevmedik yorumlarını okudum, o konuda maalesef oyuncular hep şanssız. Allah seni bildiği gibi yapsın 3-4 tane kısa klip izledim. Beynimde Müslüm baba gezindi iki saat "Hangimiz sevmedik" nay nay nay.? Bana görede alanı geniş ama fırsat filan ve tabii senaryo. Aksiyon süper olur tabi, yada dönem dizi. Evet, töre dizi bile izleriz demi Sinem, başrol Can Yaman'sa. Bak yazdım işte.;)

        1. Sinem ÖZCAN 28/05/2017

          Hımmmm "Sinem, seni de ters köşeye yatırırırım!" diyorsun yani:)))) İyiymiş :)))) Yeni dizisi belli oldu bu arada Can'ın "Dolunay" ve o da romantik - komedi :) Benim dram- aksiyon hayallerim kaldı mı yine kış sezonuna :)))) Napalım. Söz konusu Can'sa gerisi teferruattır...

          1. turist 28/05/2017

            Eh yani.;)) İvet, gördüm benim aklıma niyeyse Vampir geldi, hahah.:D O deyilde senaryoyu kim yazıyor acaba hiç bi bilgi yok. En korktuğum isim değildir inşallah, şöyle söyliyeyim sende birkaç bölüm izledin sende bıraktın...çünkü berbat ötesi buldun...En önemlisi oysaki. Umarım idare eder.:/ Yönetmeni nasıl buldun sen, ben hiç projesini izlemedim açıkcası. İlişki Durumu:Evli nin ilk ve son bölümü izledim ama çok feci fail. Tabi iki bölümden tesbit olmaz hani. Hikaye tam nasıl acaba. Zengin işadamı kızda hizmetçi mi aşçı mı ne. Bakarız tabi, romkom benim için idare eder, aşk meşki sevmesemde ama fakat lakin cicikci'nin düblörünü izlemek gerek dimi. Daha senle buraları coşturacağız accık. Malum Twitter'dan nifret ediyore. Biz Temsil ??https://m.youtube.com/watch?v=oSyivQLQfQw Jerry Lewis kalp ben

          2. Sinem ÖZCAN 28/05/2017

            Senaristi bir türlü öğrenemedim gitti. Ben Çağrı Bayrak'ı Galip Derviş'ten bilirim. Fena değildir ama İlişki Durumu Evl'yi hiç izlemedim. Romantıik komedi olduğunu da duydum benim senaryoda korulu rüyam birkaç isim var maalesef ikisi boşta şu an. Dualar ediyorum olmasın diye. Biri senin dediğin vatandaş. Diğeri de yürüyen ego bir adam. O ikisi olmasın da razıyım gerisine. Gerçi ikisi de bilindik isimler olsaydı duyulurdu diyorum ama çekimi başlayan dizide senaristin adının geçmemesi de tuhaf. Twitterdan nefret ediyosun biliyorum da onun DM işi iyi ortalıkta geçmesini istemedğim isimleri adam gibi yazabiliyordum orada.:((((