YAZAR: Ayça AKMAN

Çocukluk, tanıtımları ilk dönmeye başladığında itiraz sesleriyle gündeme oturmuş olduğu için hassas konuyu ele alış şeklini merak ettiğim bir işti. Çatlak seslere çok da kulak veren bir seyirci olmadığım için izleyelim görelim sakinliğinde oturdum ekran karşısına.

İsmini değiştirmeyi seçmiş olan proje, yine bir uyarlama. Buradaki “ yine” yi bir bıkkınlık ifadesi olarak kullanmıyorum zira başarılı uyarlamaları takdirle karşıladığımı daimi okuyucu hatırlayacaktır. Sadece, hikâye üretmektense uyarlamayı tercih ediyor oluşumuzun kalp burukluğu bu o kadar…

Kaderlerini de isimlerini de Ali Kaan Umut Evi’ne geldikten sonra kendileri seçen kimsesiz ve terk edilmiş çocukların hikâyesini anlatmaya soyunuyor Çocukluk. İnsan adıyla yaşarmış sözünü doğrularcasına Mavi, şirin Bambi ve Mozart gibi piano çalan Mozi gerçek isimlerini de kara bahtlarıyla birlikte geride bırakıp yepyeni umut dolu bir geleceğe merhaba demeyi seçmişler. Bir gün bu neşeli grubun penceresine bir “serçe” konuyor; onun kanat çırpışları ve cıvıltısı sayesinde umut evinde yaşayan herkesin -ki buna ahçı Hayalet ve müdür Cıkcık da dahil- yaşamları yavaş yavaş biz seyircilere açılırken hikâye de başlıyor… Doğrusunu söylemek gerekirse öyle girift anlaşılmaz bir konusu yok öykünün ama sanırım onu özel yapan da bu olmuş. Ben seyirci olarak karakter tanımakla kafamı meşgul etmek zorunda kalmadığımdan o evrenin içine hemen girebildim. Anlatım, derli toplu temiz kurgusu, akışa yedirilmiş flashbackleri gereksiz sahnelerden muaf oluşuyla beni iki saat boyunca hiç sıkmadı ve bu da duyguya girmemi çok kolaylaştırdı. Ha,son yirmi dakika keşke uzamasaydı bu kadar, serzenişinde bulunmadım dersem yalan olur ama diğer olumlu tarafları terazinin kefesinde ağır bastığı için bunun üzerinde durmayacağım.Özellikle çocuk casta ayrı bir parantez açmak istiyorum çünkü çocuk rejisi hiç de kolay değildir. “Ufaklıklar” tam da yaşlarını yansıtan, doğal oyuncu rejisiyle benden tam puan aldılar, o küçük yürekleri dert görmesin!

Zeynep namı diğer Serçe, ailesi olduğu hâlde annesi tarafından istenmediği için umut evinin en son sakini oldu ancak bu ev sahipliği yürek burkucuydu. Terk edilen çocuklar ne terk edildiklerini ne de niye terk edildiklerini unutuyorlar ve bu gerçekle yüzleşmeleri çok sancılı oluyor. Zeynep de önce inkâr yolunu seçip umuda ve annesinin kokusuna sarıldı, kendisinden daha tecrübeli çocukların öğütlerini kulak ardı etmeyi seçerek… O Mavi’ye ve diğerlerine ayna tutarken can alıcı bir soruyu da kucağımıza bıraktı: Hiç ailesi olmamak mı daha kötü yoksa olup da istenmemek mi? Serçe’nin yaşam mücadelesi yeni başlıyor ve bu yolda annesinin tavrını değiştirip değiştirmeyeceği atılan küçük düğümlerden biri olarak önümüzde duruyor.

Mavi, umut evinin demirbaşlarından. İki yaşında girdiği kapının ardında sekiz yıl geçirmiş.Huzurun rengidir mavi, bazen umut da katılır yamacına. Bilinçli bir tercih mi bu isim, yoksa gökyüzünün ve denizin mavisine gözlerini diken bir çocuğun spontan seçimi mi bilmiyorum ama yaşının üzerinde bir olgunluğu var onun. Onu, evin en minik bireyi Dodo’yu anne şefkatiyle sarmalarken gördüğümde hiç tatmadığı şefkati verirken içinde doldurduğu boşlukları düşündüm. Mavi, şiddetle evlat edinilmeyi reddeden ve  kendi kendine yetebileceğini düşünen bir çocuk gibi görünse de  terk edilme korkusuyla yaşadığını saklayamıyor. “Annemi tanımadığım için özlemiyorum” lar,” ailemi hiç merak etmiyorum” lar hep bu ezikliğin dışavurumu. Bu hayatta yalnızca Mahir Müdür’le çok kuvvetli bir bağ kurmuş. Onu babası saydığını , doğum gününde onun hediye ettiği tokaya bağlılığına bakarak ve çocuk parklarında düşüp dizlerini kanatan miniklerin dizlerini öpen babaları, müdürle özdeşleştirdiğini gördüğümüzde rahatlıkla anlayabiliyoruz. Mavi, gerçeklerle yaşayan dobra bir yürek bu yüzdendir ki Zeynep’i ilk geldiği andan itibaren artık orada kalacağına ikna etmeye çalıştı. Belki seçtiği sözcükler acımasız, tavrı sertti ama “Annenin kokusunu bile bilmediğin için beni kıskanıyorsun!” diyen Zeynep’i ikna etmenin daha kolay bir yolu yoktu.

Bu yüzdendir ki sadece terk edilen değil terk eden de olmak için onu zorladı, pencerenin camından Serçe’nin anne kokusunu “kibarca” iade ettiler. Mavi’nin çatışmaları derin, Zeynep’in de öyle. Biri olmayan ailesinin diğeriyse terk eden annesinin acısını yaşıyor. Bir yanda  çocuk saflığıyla “Biz aile bekliyoruz.” diyebilen Mozi ve Bambi var, diğer yanda evlat edinilme lafını bile duymaya tahammülü olmayan Mavi’yle Serçe! Orta yolu nasıl bulacakları merak konusu…

Mahir Müdür, çocukların deyişiyle “Cıkcık” sıra dışı bir karakter. Onun Ali Kaan Umut Evi’yle bağı henüz bize açık edilmemiş olsa bile ben içten içe oradaki ismin tesadüfi olmadığını düşünüyorum. Dışarıdan bakıldığında sert mizaçlı, aykırı, kendine has yöntemleri olan bir insan o. Arabasını park ederken bile dubaları deviren kural tanımaz bir yanı var.Kavga eden kızların saçlarına küçük birer parça sakız yapıştırıp ancak siz birbirinizin sakızlarını temizleyebilirsiniz diye ceza vermek kabul ediyorum çok yaratıcı! Mavi’yi bir parka terk edip simitçi kılığındaki polisle korkutmak da öyle! Aile onun için her şey demek ve bunu çocuklara her fırsatta hatırlatıyor. “Ailesiz çocuk kopuk uçurtma gibidir, kaybolur gider” söylemi en çarpıcısı olsa da ben “Ailelerin bacaklarına sarılın ağlayın, acındırın kendinizi “ öğüdüne pek katılamayacağım:))  Orada Ayşegül’e büyük görev düşüyor! Mahir doksan dokuza gelmeye on çocuk diye çetele tutsa da, evlat edindirme ve çocukları koruma konusunda aslında çok duyarlı olduğunu söylemek lazım, bunu belli etmeden gizlice yapıyor o ayrı. Onca yıl gördükleri, şahit oldukları onu katı bir gerçeklik zırhıyla sarmış. Sosyal hizmetler görevlisi Ayşegül’ün “Biraz gülseniz ne var?” sorusuna verdiği cevapta gizli hisleri. O çocukların hâline bakıp neye gülümseyebilir ki berbat durumlarına mı, ruhsuz ana babalarına mı yoksa belirsiz geleceklerine mi? Aslında çiçeği burnunda “Polyanna” Ayşegül’e  iyi de bir ders verdi müdür! Gördüğünü anlayacak, anladığını yapacak gücün olsun diyerek… İki zıt karakter Ayşegül ve Mahir. Çatışacaklar, lakin ikisinin de birbirinden öğreneceği çok şey var. Mahir sevgisini göstermeyi öğrenecek, içine gömdüğü travmayla yüzleşecek. Ayşegül’se iyi niyetin her zaman yeterli gelmediğini, acı gerçekleri çocuklardan saklamanın daha can yakıcı olduğunu anlayacak, otoriteye istediklerini yaptırmanın yollarını bulacak ve en nihayetine umarım kazanan çocuklar olacak.

Aslında dizinin parmak bastığı çok önemli toplumsal mesajlar da vardı ilk bölümde, bunları es geçmek olmaz. Ön yargıların bu çocukları sarmaladığını görmezden gelemeyiz. Mahir’in vasıtasıyla çok net geçti bu göndermeler. Kimsesiz çocuk aile terbiyesinden yoksundur, yaftası en bilineni ama bir de ayaklarına taş değse çocuklardan bilen veliler ve onlara arka çıkan öğretmenler hususu sinir bozucuydu. Kimine abartı gelebilir ancak ben öyle düşünmüyorum. Benim abartı bulduğum tek şey tiplemeden öteye geçemeyen veli ve öğretmenlerle, onlara arka çıkan okul müdürüydü. Çocukları hırsızlıkla suçlayan öğretmenlere sesini çıkaramayan Mahir’i anlasam da yine de şerhimi koyuyorum, bunun acısı çıkmalı!

Ali Kaan Umut Evi atmosferiyle beni içine aldı, yadırgamadım. Elbet gerçek bir ev böyle mi olur, niye çocukların başında hiç kadın eleman yok diyenler çıkacaktır. Ama ben kurguyla gerçeğin sınırlarını bilen bir seyirci olarak hayal gücünün sınırlanmaması taraftarı olmuşumdur hep, bu fikrimin değişeceğini de sanmıyorum. Evrenine beni inandıran hikâye, bir iki tipleme haricinde oyunculuklardan da artı puan aldı, hem de bileğinin hakkıyla. Rejinin duyguyu geçirmeyi başarması da en beğendiğim husus oldu. Müziklerde ajitasyona gidilmemesini olumlu buldum ama pek de beni sardığını söyleyemem. Günün sonunda Çocukluk beklentimin üzerinde çıkarak beni olumlu anlamda şaşırtan bir iş oldu. Hikâyeyi ve castı sahiplenen seyircinin takipçisi olacağı kanaatindeyim.

Yazan, yöneten ,oynayan ve emek verenlerin  yüreklerine  sağlık…

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.