YAZAR : Ayça AKMAN

Dönem dizilerini severim ben; çok emeklidir, bıçak sırtıdır ancak ruhu yakalamayı başarırsa seyir zevki yüksek olur. Kanunsuz Topraklar bu sebeple ilk bölümüne mutlaka bakarım, dediğim işlerdendi.

1939’un Zonguldak’ına çağırıyor bizi proje. Bir maden kasabasında, maden işçisi Davut’un aile sofrasında giriyoruz o dünyaya. Ailelerin ezik yaşamı ve yoksullukları, mekânların kasveti ve ortama sinmiş çaresizlik hissi rahatlıkla geçiyor seyirciye. Kömür karası suyun içinde kaybolup giderek iç burkan bir kırmızı kurdele metaforunda birleşmiş umut ve yaşama sevincine tutunuyor öykü. Çöken maden ve verilen kayıplar Davut’un eline silah alıp katil gördüğü Malik Bey’i vurmasına kadar uzanınca da başlıyor hikâye. İlk on beş dakikadaki maden sahnelerini oldukça çarpıcı ve inandırıcı bulduğumu söylemeliyim, duyguyu almakta hiç zorlanmadım. Sular içindeki çekimleri de oyuncuların özverili çabasını da takdir ettim. Ne var ki kafes kazasından sonra hızını kesti dizi ve benim için çok ağır aktı. Sürenin iki saatin üzerinde olması, dağınık anlatım ve tüm karakterleri verme çabası gerçekten yorucuydu. Bazı sahneleri ana konudan kopuk ve ilk bölüm için gereksiz gördüm ki bunların başında balo için elbise seçmek geliyor. Bu arada dizideki fakir ve iyi; zengin ve kötü insanlar tezadını seyrederken keşke zengin kesimin dünyası da diğeri kadar samimi olsaydı diye hayıflanmadan edemedim. Kostümleri sevdim ancak dildeki  “erkek arkadaşım” gibi döneme uymayan yanlış kullanımlar dikkatimi çekti. Son bir çekincem de hikâyenin derinliğine dair: Açılmaya müsait yan yolları olan bir iş gibi gelmedi bana, umarım yanılırım.

Eyüp; Celal ve Davut madenci bir babanın aynı mesleği seçmek zorunda kalmış çocukları. Celal fevri, Eyüp babasının ölümü karşısında duyduğu pişmanlıkla kavruluyor ve Davut üç kardeşten en defosuzu olarak tüm olayların tam ortasında duruyor. Onun intikam alma ve adaleti arama çabası etrafında dönüyor ana konu ve bir seyirci olarak onun sebeplerine sonuna kadar ikna olmamak mümkün değil. Doğruyu söylemek, hak aramak aykırılıksa kasabanın tek aykırı kişisi Davut. Ailesinden iki kayıp vermesi dengesini bozunca silaha sarıldı ve kaderin çarkları onun için dönmeye başladı. Maden sahibi Malik Bey’in kızı Gülfem’le her karşılaşmaları – bak sen şu talihin işine ki – hep olaylıydı ve onları “taraf” yaptı. İlk bakışta hiç ortak noktaları yok gibi görünse de vicdanları, onları birbirine yaklaştıracaktır fakat bunun için henüz zaman var. Bölüm sonunda Davut tetiği çekince Gülfem’in ağzından çıkan “ Katilll! “ haykırışı öykünün temel ironisini nihayet ortaya koydu benim nazarımda. Gülfem için henüz muğlak olsa da biz biliyoruz ki kapıların kilitlenmesi emrini vererek madeni dokuz kişiye mezar yapan babası, asıl katil ! Ve adalet geç de olsa mutlaka tecelli edecektir.

Bir hikâyenin kötüsü,  güçlü ve inandırıcı olduğu ölçüde karşı tarafı besler ve anlatımı kuvvetlendirir. Malik Bey ne yazık ki bana bu gücü veremedi çünkü onu bir karakter değil tipleme olarak gördüm. Yavuz’la birlikte siyah taraftalar ancak benim Malik Bey’e inanmam ve ikna olmam için altının dolması ve gerekçelerinin sağlam olması gerekiyor. Hepsinden önemlisi içinde bir iyilik ve zekâ kırıntısı görmeliyim, zira salt kötü hiçbir zaman inandırıcı gelmez bana. Salt kötü deyince şurada Çolak’a da bir parantez açmak icap eder. Gaipten çıktı; kimdir, necidir, Malik’le ilişkileri nereye dayanıyor bilmiyoruz fakat koca patronun  bir dağ eşkıyası karşısında büründüğü zavallı tavrı ve yediği tokadı görünce onun tek kudretinin parası olduğu iyice netlik kazandı benim gözümde. Yavuz, onun avukatı ve işletme müdürü olarak her seferinde bu kötücül ortaklığın beyin kısmı olduğunu gösterdi ancak Malik Paşazade’de bunu bir türlü göremedik. O olayları hep maddi açıdan ele alıyor ve hiç şüphe yok para onun için şeref, namus, vicdan ve insanlıktan önde geliyor. Keşke Davut’a arabasını verip onu borçlu çıkaracak yahut karşılığında bir şey isteyecek kadar kurnaz bir karakter olabilseydi. Neyse ki kötüye kolay kolay bir şey olmaz. Onun öleceğini sanmıyorum ve bundan sonra karaktere evrilmesi için önündeki fırsatları iyi değerlendirmesini ümit ediyorum. Güçlü ve kurnaz kötü, candır ne de olsa.

Bu hikâyede “şimdilik” imkânsız bir aşkın tarafı olacak Gülfem, onu hissediyoruz. Davut henüz onun gözünde isyankâr, yalancı, babasını vuran bir amele! Gerçeklere gözünü kapamayı soru sormamayı tercih ediyor zengin kızı. Benim onu anlayabilmek için daha fazla doneye ihtiyacım var ve öykü henüz bunu vermedi ama kaybettiği annesinin şu anki ruh hâlinde büyük etkisi olduğu aşikâr. Malik Bey’e kıyasla Gülfem’de daha kuvvetli umut ışığı görüyorum çünkü vicdanı var! Kolaylıkla “ Ne olduysa oldu, babamın arkasında durmalıyız.” noktasından, “ Keşke arabayı verseydiniz.” noktasına geçebildi. Fikriye de sorgulayan yönüyle bana, doğruyu daha çabuk görebilecek gibi geliyor ve kuvvetli kalemiyle karşı tarafa geçebilir. Behice, şu an için evcimen, dışarıya kapalı, ben merkezli bir ruh olarak görünüyor fakat hiç belli olmaz o da sürpriz yapabilir.

Şöyle bir görüp geçtiğimiz Jandarma Komutanı Sezai ve Ali Gelik ilk bölüm için birer kapalı kutu, asıl sürprizi onlardan bekliyorum fakat Asude de sessiz ve derinden ortalığı güzel karıştıracağa benziyor, kolaylıklar dilerim!

Hikâyenin dünyasında sadece tek ayak, maden kasabası, beni içine çekebildi; zengin aksa maalesef hiç ikna olamadım ben. Hâliyle bir yönü aksayınca da atmosferi hissedebilmek kolay olmuyor. Reji de uzun ve dağınık anlatımıyla benden geçer not alamadı maalesef, genel olarak çekimlerde de ekstra bir özen görmedim. Yalnız bir maden kafesi gibi yukarıdan aşağıya inerek akan jeneriği çok beğendiğimi söylemezsem olmaz. Sonuç olarak ben daimi izleyicisi olmam ama konuyu ve castı kendisine yakın bulan total izleyicisinin takipçisi olacağı kanaatindeyim. Yolu açık şansı bol olsun.

Böyle zor bir zamanda yazan, yöneten oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.