Yazar: Sinem ÖZCAN 

Erkenci Kuş’ta geçen bölümü feci bir trafik kazasıyla noktalamıştık. Can’ın bu kazadan ama fiziksel ama zihinsel ama duyusal bir hasarla çıkacağı da kesindi. Nitekim başına aldığı darbe, hafızasının bir bölümünü etkileyip son iki yılını silivermiş. Son iki yıl… Can’ın kimliğinde, kişiliğinde tam iki kez büyük depremler yaşayıp değişmesine neden olan süreç… İki yıl önce yolu Sanem’le kesiştikten sonra önce âşık olmuş, göçebe hayatını sonlandırmış ardından kıskanç, öfke dolu ve anlayışsız bir adama dönüşmüştü. Son bir yıldaysa kendini denizin koynuna atmış, ruhunu yıkamış ve kendinden bambaşka bir adam yaratmıştı. Şimdi son iki yıl gitti. Yani Can, Sanem’i ilk tanıdığı andaki Can Divit ama bir farkla, hayatının kontrolünü tümden kaybetmiş, kendine yabancılaşmış bir adam artık.

Sanem’in bu noktada aslında yapabileceği tek şey, durup beklemek ve ona zaman tanımak. Gel gör ki o da Sanem Aydın… Üstüne üstlük kim olursa olsun hayatınınızın aşkı olan insan, istemeden de olsa yaşamından sizi silip attıysa bunu kabullenmek de kenara çekilip beklemek de nerdeyse imkânsız. Asla affetmediği annesini hatırlayan adam, Sanem için “sempatik bir kız” diyorsa, kendine gelince Polen’i soruyorsa Sanem değil ben de olsam yakasına yapışıp deli gibi silkelemek isterim, yalan yok! Tanrı duanızı kabul etmiş ve onu yaşama döndürmüş ne var ki yolladığı bu kez sadece bir kabuk… Özü yok, ruhu yok… Bu Can için olduğundan çok daha delirtici Sanem için. Tabii ki onu zorlayacak, tabii ki hatırlasın diye kendini parçalayacak ve tabii ki bu yolda zaman zaman saçmalayacak. Benim için dışardan bakıp “Bi’ bırak Sanem ya! Bi’ gitme üstüne! Zaman ver!” demek kolay ama onun yüreğindeki korku kuşunu hapsetmek çok zor. İtiraf ediyorum, ben bile “Senden negatif elektrik alıyorum” dediğinde, onun için “deli” sıfatını dilinin ucuna getirdiğinde, onun çırpınışlarını göremediğinde delirip “Hiç uğraşma, geçir şunun kafasına bir odun. Travma nasıl oluyormuş, bi’ görsün!” dedim. E, ama Can Divit sadece Sanem’in değil benim de kıymetlim…Kıyamadım, içim titredi, yüreğim sızladı. Hayatından en son silmek isteyeceği kadını ilk önce unutmak onun seçimi değil ki…

Bölüm boyunca Sanem’in yerinde olsam ben ne yapardım, diye sorup durdum kendime. Düşüncesi bile ödümü patlattı o ayrı ama o korkuyu içime kilitleyip Can’la empati yapmayı denerdim, galiba. Unutulan değil unutan olmak nasıl bir şey, onu algılamaya çalışırdım ve bir süreliğine sadece yanında durup en azından şaşkınlığını atmasını beklerdim. Çok zor da olsa denerdim ama benden değil Sanem Aydın’dan söz ediyoruz. Yapmadı, yapamadı. Mihriban çok haklı Sanem sakin olmak ve zamana bırakmak zorunda. Kabullenmesi çok güç fakat başka şansı yok ve yine Mihriban çok haklı onu özgür bırakıp o hayata monte olmaya çalışmalıydı. “Eskileri yaşatmak yerine sen biraz uyum göster. Özgür ruhlu Can Divit’in hayatına ortak ol.“ dediğinde “Tam da bu!” dedim içimden ama Sanem bunu da yanlış anladı, işte! “Olmayan” rafting veya kamp maceralarına ortak olmak değildi kastettiği Mihriban’ın. Geçen iki yılla ilgili hayali öyküler de anlatmak değildi, o sadece hayatını yaşamasına izin vermekten ve başına geleni kavramasına yardımcı olmaktan bahsetmişti. Sanem: “Kalbinde ben yokum artık; kalbinde, ruhunda, gözlerinde…” dedi; doğru yok ve bunu kabullenmek dünyanın en zor şeyi ama o görünen de Can Divit değil onun silueti. Ruhu, kalbi, özü, gözleri yok ki onun… Kendi söyledi “Albatrosum kendi gözlerine bile yabancı” dedi evet tam da bu. “Ben bıkmam, sen hatırlayana kadar tekrar tekrar oynar, omzuna yaslanır binlerce kere seyrederim.” dediğinde biraz sakinleşeceğini ummuştum ama korku ona acele ettiriyor. Bıkmıyor doğru ama korkuyor oysa Can, Sanem’e bir kez âşık oldu. İkinci defa da olacaktır. O ikinci şansı ona sunmak gerek.

Kabul etsek de etmesek de asıl büyük depremi yaşayan Sanem değil, Can. Yaşadığı şey, onun için çok ürkütücü. Aslında hepimiz için öyle. Hayatınızın sizden koparılıp alınması bu. Yaşadınız ama bir film anlatılır gibi size anlatılıyor, o hayatın artık öznesi değilsiniz. Kontrolünüz yok onun üzerinde. Sadece söylenenleri biliyorsunuz. Hissetmiyor, algılamıyor ve anlamıyorsunuz. Oğuz Atay, Tutunamayanlar’da “Ne kadar ürkünç bir iş. Kafamın içinde belirsiz yaratıklar olarak yüzen ve sadece var olmalarıyla yetindiğim cisimciklerin resmini çizmek.” diyor. Yaşadığı tam da bu…En şiddetlisinden bir travma. Bu travmayı aşması için bir sebep ve zaman gerekiyor.

Her olanda bir hayır vardır derler ya, kızmayın ama bir anlamda bu Can için hayırlı oldu bana kalırsa. Hafıza kaybı Can’ın son iki senesine dışardan bir gözle bakmasını sağladı, çünkü. Sürekli sorguluyor ve olup biteni mantığına oturtmayı deniyor. Sanem’in “Biz birbirimize âşık olduk.” cümlesine de “Ajansa patron oldun.” deyişine de “Niçin?” diye sorması bundan. Yaşadıkları ve belki unuttukları için gerekçeler arıyor. Can şimdi, Sanem’e mantıkla bakıyor ve mantıkla baktığında o kadına niye âşık olduğunu da anlamıyor. Deli dolu, aklı bir karış havada, çılgın, çocuksu bir kadın Sanem çünkü. İşin ilginci akılla yaklaştığı sürece anlaması da olası değil. Tam da bu nedenle Sanem’e “Orda anlatılanlar gibi büyük bir aşk yaşadıysak ben bütün bunları hatırlamayarak büyük bir haksızlık yapmışım gibi hissediyorum.” dedi. Sanem için gerçekten üzülüyor ama onunla ya da onun duygularıyla empati yapamıyor ve her şeye dışardan bakıyor. Aslında Sanem çok haklı “yalnızlık vadisi” gerçekten Can’ın mekânı. O hep albatrostu ve ne olursa olsun öyle kalacak. Sanem, onun yalnızlığını bölmeden onunla olmayı bildiği yani onun doğal ortamına monte olabildiği için Can ona âşık olmuştu. Can’ın mantık yoluyla bu çıkarıma varması da mümkün değil ancak mantığın ötesine geçerse ona niye âşık olduğunu bulur ve bir kez daha âşık olur.

Bölüm boyunca beklediğim iki detay vardı. İlki, son iki yılı hafızasından silen Can’ın Hüma’nın varlığını sorgulamasıydı. Kendine geldikten sonra annesini etrafında görünce şaşırmamış olması bana tuhaf gelmişti ama anladık ki durumun garipliğinin farkında sadece bunun üstünde düşünmemeyi seçiyor. Annesine “Altını kazısam neler çıkar.” deyişi, buna öncelik vermediğinin de kanıtı. Onun önceliği kendi hayatına ne olup bittiği çünkü. Nasıl bambaşka bir insana dönüştüğünü bulmaya çabalıyor. Sanem dahil çevresindekilerle ilişkisi sonraki aşama.

İkincisi de kayıp zamanı onu hatırlatmaya ant içmiş Sanem’in bu aşkın tetikleyicisi “koku”yu kullanmayı niye düşünmediğiydi? Koku, anıları biriktiren duyumuz ve hatırladığımız, hatırlayamadığımız her şey önce kokularıyla uyarıyor bizi. Üstelik Sanem ve Can denince akla gelen ilk sözcük “koku”… Heyecan ve paniği ona bunu unutturmuş görünse de son anda Sanem Aydın zekâsı devreye girdi ve son çare olarak onu denemeye karar verdi. Biraz kötümser olabilirim ama Can’ın kokudan çok etkilenmesine, zihninde bir şeylerin karışmasına hatta belki onun ne kadar özel olduğunu fark etmesine karşın her şeyi hatırlamasını sağlayacağını düşünmüyorum. Deniz kenarında anlık olarak beyninde aydınlanan görüntü, hafıza kaybının çok uzun süreli olmayacağının işareti de olsa Can’ın her şeyi hatırlamadan önce Sanem’e niye âşık olduğunu idrak etmesini bekliyorum ben. Tamam, iflah olmaz bir romantik olabilirim ama Can’ın bilinçli ve bilinçsiz kısacası her hâliyle Sanem’i seçmesi ve her koşulda Sanem’in Can’ı olmasını istiyor gönlüm. Bekleyip göreceğiz elbette.

Bölümün başında Can’ı görmek için kendini paralayan Sanem’de çok beğendim Demet Özdemir’i bu hafta. Küçücük bir kadının bir sürü insanla, insanüstü bir güçle mücadelesini, kararlılığını ve dayanılmaz acısını harika verdi. Feryadından kolundan serumu söküp atışına, yataktan fırlayışından babasının kollarındaki çaresizliğine kadar her ânı gerçek bir sahneydi. Hele babasının boynuna sarıldığında gözlerindeki duyguyu çok sevdim. Evde Can’la konuştuğunda da bir o kadar etkileyiciydi. Bilinçsiz de olsa kendisinden vazgeçmiş bir adamın karşısında “Sen benim tek aşkımsın ve hep öyle olacaksın!” deyişindeki içtenlik, gözlerindeki derin çaresizlik ve acı beni bütünüyle sarıp sarmaladı. Demet Özdemir’in duygusal vurguları Sanem’e gerçekten çok yakışıyor. Emeklerine sağlık Demet Özdemir.

Ben bu hafta tam anlamıyla Can Yaman’ı izlemelere doyamadım. Biliyordum, bekliyordum da ama yine de doyamadım işte! Yaratıcılık öğretilerinde ilk kuraldır. Denir ki “Çevrenizdeki her şeyi ilk kez görüyormuşçasına beş yaşında bir çocuğun saflığıyla gözlemlemeyi öğrenin!” Hastanede gözlerini açtığı ilk andan itibaren bölüm boyunca Sevgili Can’ın gözlerinde gördüğüm tam da buydu: O, beş yaşındaki çocuğun saflığı ve merakı… Hele bahçede günlüğüne yaşadıklarını yazan Sanem’i evinin terasından izleyen Can’ın bakışlarındaki o ilgi ve merak enfesti. Sanem’e bakışlarında alıştığımız tutku ve sevgi yoktu bu kez, yerine “Benim için çok önemli olduğu söylenen bu kadın kim?” ifadesi vardı. Başını hafif yana eğip incelemesi, kavramaya çabalaması o kadar sahi ve o kadar doğaldı ki bayıldım. Ama en sevdiğim yer, evin bahçesinde babasıyla konuştuktan sonra ona sarıldığı andı. O sarılışta öyle bir “kaybolmuşluk” vardı ki içim titredi. Kendine yabancılaşmış bir adamın yaşadıklarından ürkmesi, kafasının karışıklığı, beyninde yüzüp duran ama anlamlandıramadığı bin bir görüntü, nereye ve kime ait olduğunu bilememenin korkusu hepsi birden gözlerinde o kayıp duygusunda buluştu ve ben o an Sanem’in onun gözleri için “karanlık iki loca” deyişini gerçek anlamda algıladım.

Finalde kokuyu algılamaya çalışırken de harikaydı. Kaşlarını çatıp anlamlandırmaya çalışıyor, etkileniyor ama buna bir mana veremiyor ve nihai noktada sanki büyüleniyor. Yüzündeki an be an değişimle Sanem’in kokusunu içine çektiği ilk andan beri zihninden geçenleri alt yazıyla aktardı, ekranın öte yanına. Bölüm boyunca bir tek an kontrolü kaybetmeden, kamerayı asla atlamadan ve o “yabancılaşma” duygusunu sadece gözlerine yükleyerek enfes bir oyunculuk çıkardı Sevgili Can ve bir kez daha söylüyorum ki izlemelere doyamadım. Emeğine, aklına ve o güzel yüreğine sağlık Can Yaman. İyi ki sen…

Ben, önümüzdeki hafta bölümü izleyemeyeceğim. Artık tatil vaktim geldi, kısa bir süreliğine kaçıyorum buralardan. Ellinci bölüme yetişmeye çalışacağım. Bir haftalık moladan sonra sağlıkla görüşmek üzere…

Yazan, yöneten, canlandıran ve set gerisinde büyük yük omuzlayan herkesin eline, emeğine sağlık.

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

10 Comments

  1. Cristina 17/07/2019

    HER ZAMAN, ANALİZİN BİZİM İÇİN MÜKEMMEL! TÜM İŞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜRLER! BT REST VE ÇALIŞMAK VE YAKINDA YAZMAK İÇİN HAZIR TUTMAK İÇİN ÇOK İYİDİR

  2. Sinem 18/07/2019

    Yorumuzu henüz okuyamadım, ama hep olduğu gibi duyguları, özellikle ikilinin yaşadığı ҫaresizlikleri detay detay irdelediğinizden eminim, merakla okuyacağım. Emeğinize sağlık. Bir ҫok duygumuzun örtüştüğünden yola ҫıkarak, izninizle sizinle son gelişmeler ile ilgili duygularımı paylaşmak, dertleşmek istiyorum. Zamanınızı ҫalacağım iҫin özür dilerim. Belki sizin bir iki cümlenizle de ferahlar bu kalp. Tek tek ve ikili olarak Can Yaman, Demet Özdemir hazımsızlarına bir sözüm yok. Onlar kaliteleri, güzel yürekleri ve doneleri ile bunun üstesinden gelirler. Inancım sonsuz. Şaşkınlığım, sevgiyi sınırsız müdahale hakkı olarak yanlış algılayan zihniyete… Emeğe, özel hayatlara, uzmanlık alanlarına nezaketsizce yapılan müdahaleleri (eleştiri kelimesini özellikle kullanmıyorum, eleştirinin bir usulü vardır, amacı daha iyiye ve güzele yönlendirme olmalıdır) kendinde hak görmeye… Özel hayatların bu kadar didiklenmesi, „sevenleri“ tarafından onları savunma gerekҫesiyle oluşan söz düellolarının sadece kötü düşüncelilerin işine yaradığını düşünüyorum. Dizi ile ilgili ise, anlamaya ҫalışmak yerine, atılan her adıma, alınan her karara, yapılan her değişikliğe saygı kurallarını aşan eleştiriler, her detaya müdahale, sabırsızlık, ne yapılırsa yapılsın bir memnuniyetsizlik bu sonu getirdi diye düşünüyorum. Ah bu genel profilimiz. Çok üzgünüm, ancak çocuklarımız ve ekip bu karardan memnun ise sadece kendi adıma… Belki de bu girdaptan kurtulmanın son ҫözümüydü. Çok daha güzelliklere yelken aҫacaklarına dair umudum sonsuz, hatta eminim. Sözle ifadesi zor geldiğinden ҫok genel EMEKLERE SAYGI ve SAĞLIK diyorum. Ifadedeki hatalarım, ve haddimi aştıysam, affınıza sığınır bu ablanız (Uykusuz bir gecede yazıyorum. Berlin 0:30-02:00). Umut ve sevgiyle

    1. Sinem ÖZCAN 18/07/2019

      Merhaba Sinem Hanım, Çok mutlu oldum yorumunuzu görünce." Bir iki cümlenizle bu kalp belki ferahlar." demişsiniz o yüzden yazma ihtiyacı duydum:) Aslında bence final kararı etrafında şu anda tam anlamıyla bir bardak suda fırtına koparılıyor. Dizinin yeni sezondan önce biteceği açıklanmıştı zaten. Yeni sezon eylül başı başlıyor. Dizi 6 Ağustosta bitiyor ertesi hafta bayram zaten diziler yayında değil o hafta. Yani altı üstü kopan fırtına bir hafta için:) Erkenci Kuş bir romantik komedi olarak 51 bölüm devam ederek oldukça büyük iş başarmıştır. Bunu görmek lazım ki işin doğrusu hikâye de zaten tamamlandı. Üç hafta final için ideal bir süre bence. Diğer söylediklerinizde %100 haklısınız. Sadece bizde değil tüm dünyada magazin basını son derece terbiyesiz. Fanlar da maalesef hadsiz ve saldırgan. Ünlü olduğu zaman, karşımızdaki kişinin insan olduğunu unutuveriyoruz. Oysa bu bir iş. Doktor, avukat, öğretmen gibi oyuncu da mesleğini yapıyor. Tek fark göz önünde olması. Bunu kullanıp hele de adına "sevgi" deyip bu insanların özel hayatlarına bu kadar dalmak bana çok çirkin geliyor. Beni ilgilendiren tek şey oyunculuk güçleri ve bunun projeye nasıl yansıdığı. Dizi için de gördüğümü değerlendirmeye çalışıyorum sette şu olmuş; bu, buna şunu demiş haberlerini kendi adıma okumuyorum bile. Öyle bir kitle var ki karşımızda laf anlatmaya çalışmak boşuna. Yapılacak tek şey görmezden gelmek gibi geliyor bana. Umarım içinizin soğumasına bi' katkım olmuştur. Kendinize çok iyi bakın. Sevgiler.

      1. Anonim 23/07/2019

        Söylediklerinizin çoğuna katılıyorum. Çok severek izlediğim için final yapması beni çok üzdü. Aşklarını doya doya yaşatmalarını, işte başarılar kazanmalarını, dünyayı beraber gezmelerini, Mevkıbe ve Nihat ın her iki kızlarından da olan torunlarıyla kucaklaşmalarını da doya doya seyretmek isterdim doğrusu. Sık sık senarist değişimi de dizinin dengelerini etkiledi son senaristlerin diziyi bizim kadar bildiklerini de tahmin etmiyorum. Sanem’i ilk defa gören Can ın hoşgörülü kişiliği bile yoktu son bölümde. Çoğu yerde kaba davranışlarına şaşırdım. Oyunculuklarını çok beğenerek izliyorum. Bakışlarındaki ifadeler bizlere duygularını tamamen geçirdi. Tüm kadronun emeklerine sağlık. Yolları açık olsun. Sizin de güzel anlatımınız için teşekkürler ellerinize sağlık.

        1. ❄️ŞEYMA ❄️ 23/07/2019

          Okuyan gözlerinize sağlık. Sinem hanım şu anda tatilde olduğu için size cevap yazamıyor.Döndüğü zaman size cevap yazacaktır mutlaka. İlginiz ve desteğiniz için teşekkür ederiz.

        2. Sinem ÖZCAN 28/07/2019

          Merhaba, Öncelikle güzel yorumunuz için teşekkür ediyor ve geç cevap yazabildiğim için özür diliyorum. Buralarda değildim yeni geldim :) Duygularınızı anlıyorum ancak kendi adıma ben hikâye bir süre önce tamamlandığı için pek de uzamasından yana değildim. Romantik - komedilerin belli bir döngüsü vardır ve o döngü tamamlanınca final doğru karardır. Aslında Can ve Sanem barıştıkları noktada döngü tamamlanmıştı. Kaza ve sonrası benim adıma uzatmalardı neyse ki pek uzun süreli olmadı. Ben kan kaybetmeden, tadında bitirilen işleri seviyorum galiba. Erkenci Kuş hoş bir masaldı ve sonu geldi diye düşünüyorum. Umarım oyuncuların hepsi için de güzel ataklara vesile olur. Kendi adıma ben, 5 yıldır olduğu gibi " Can nereye, ben oraya..." duygusuyla yeni proje haberi bekliyor olacağım. Bir gün bir yerlerde yeniden karşılaşmak ümidiyle... Hpşçakalın

  3. Meltem Karaman Abis 18/07/2019

    Yorumlarınız ve anlatım diliniz çok güzel , tebrik ederim.

  4. Sinem 18/07/2019

    Merhaba Sinem Hanım, ilgi ve inceliğiniz iҫin ҫok teşekkür ederim. Yorumunuzla ben de ҫok mutlu oldum. Düşünceleriniz benim iҫin ҫok değerli. Yüreğinize sağlık… Siz de kendinize ҫok iyi bakın. Sevgiler.