Herkes Avluda Yaşayıp, Koğuşlarında Yaşlanıyor…
Yazan: Ayşe KUTLUHAN
Her bölüm farklı bir mahkûmun geçmiş hikâyesine yer verilen Avlu‘da bu hafta küçük Öykü’nün hayatına dokunup geçtik… 4 bölüm boyunca Dudu’nun kızı olduğunu düşündüğümüz Öykü’nün bu bölüm aslında onun çocuğu olmadığını ve kendi çocuklarının eksikliğini onda doldurduğunu öğrendik… Ekran karşısındaki herkesin Öykü’nün Yonca’ya “Anne” diye seslendiği ilk anda benim gibi kocaman bir “Yok artık!” çektiğine eminim… Madde kullanan bir annenin çocuğuna yetersiz kaldığı noktada “avlunun çocuğu” olan bir minik kız, Öykü. Masum… Hem de herkesten, her şeyden çok, masum… Her şeye rağmen annesinin yokluğunda annesini isteyebilen, ona tamamen annelik yapan Dudu’nun yanında olmasına rağmen “Annem ne zaman gelecek?” diye sorabilen bir çocuk Öykü… Yonca’nın madde kullandığı anlaşılınca cezaevi müdürü Melis Ersoy’un yönlendirmesiyle Sosyal Yardım, Öykü’ye el koyuyor maalesef. Ama üzülen, ağlayan ya da yıkılan sadece Yonca olmuyor. Öykü henüz ne olduğunu idrak etmeye çalışırken başta Dudu olmak üzere bütün cezaevi gözyaşlarına boğuluyor… Öykü’nün gidişinin ardından düşen bir damla yaşını silen jandarma askerine kalbimi bırakırım, diyebilirim… O kadar ince düşünülmüş bir sahne ki sadece böyle güzel bir ayrıntıya yer verdikleri için bile teşekkür edebilirim…
Öykü gitti… Giderken sanki herkesin içinden bir şeyleri alıp da gitti… Peki! Madde kullandığı gerekçesiyle elinden çocuğu alınan Yonca’nın hâlâ cezaevinde kalması, ne kadar mantıklı? Ekmekle kendini boğmaya çalışan bir “hasta” var ortada. Onun yeri Rehabilitasyon Merkezi değil mi, sevgili psikolog Melis Ersoy? Pardon müdüre hanım diyecektim… Geçen hafta çocuklar için cezaevinde oyun alanı olması gerekir diye bahsetmiştim. Bu bölüm o oyun alanını gördüm ancak gönül isterdi ki Öykü’yü o oyun alanında oynarken göreyim… Öykü cezaevine geri döner mi? Onu da ilerleyen bölümlerde görürüz, umuyorum… Kaç bölümdür,çocukların cezaevinde olmasının ne kadar sağlıklı olabileceğine dair kendimi ikna etmeye çalıştım. Öykü’nün şu an orda olmamasına karşın ne hissetmeliyim; inanın, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, en az Dudu kadar benden de gitti Öykü…
Geçen hafta Azra’nın hayat hikâyesi hepimizi gözyaşlarına boğarken bu hafta Öykü’nün gidişine ağlayıp Dudu’nun hikâyesine merak sardık. Şen şakrak, biraz çatlak ama birisi damarına dokununca iyice çirkefleşme potansiyeline sahip bir karakter, Dudu… Yonca’nın Dudu’ya çocuklarından bahsederek canını yakmak istemesi, Deniz’in ‘’Çocuğun var mı?’’ sorusuna delilenip bağırarak gitmesi; onun çocuklarına dair derin bir hikâyesi olduğunu seriyor gözler önüne. Avlu’da yer alan hiç bir mahkûmun sıradan bir hayat öyküsü olduğuna inanmıyorum. Görünen o ki Kudret de dahil bütün mahkumların hikâyeleri bizi derinden sarsacak… Her bölüm ‘’Acaba bu bölüm kimin öyküsünü öğreneceğiz?’’ diye merak etmekten alıkoyamıyorum kendimi…
Bölümün başına gelecek olursam Deniz’in telefon geldikten sonra kendinden geçmesiyle bütün koğuşun ayaklanması bir oldu. Bir annenin çocuğu söz konusu olunca nasıl delirebileceğini sergiledi bize sevgili Demet Evgar ‘’Deniz Demir’’ karakteriyle. O kadar yaşadı ki… O kadar hissettim ki ben de… Bunun için ayrı teşekkür ederim sevgili Demet Evgar’a… Azra’nın yardımıyla kendine gelen Deniz, ancak kızını arayarak sakinleşir… Belki de bu olay, neyle tehdit edilirse edilsin Deniz’i bir daha asla Kudret’in saflarında görmeyeceğimizin bir göstergesidir. Azra’nın Deniz’e sarılıp onu sakinleştirmesi dostlukları pekiştirmek adına atılan bir başka adım oldu. Yonca’nın, Kudret’in baskısıyla maddeyi Azra’dan aldığını söylemesi ama Deniz’in yardımıyla Azra’nın suçsuz olduğunu ispat etmesi de ikinci bir adım, benim nazarımda. Ancak duru durağı olmayan bir Kudret varken bütün bu olanlar karşısında onun asla sessiz kalmayacağı da aşikârdı… Bölüm sonunda Deniz’in linç edilmesiyle de bunu görmüş olduk. Bu olay karşısında Azra ve tayfasının nasıl bir tutum sergileyeceğini merak etmiyor değilim, açıkçası. Onun dışında, masum bir insana bu kadar kötülük yapacak ne yaşamış olabilir bir insan diye düşünmeden alıkoyamıyorum kendimi, Kudret için… Oğluyla ilgili geçmişten kısacık bir kesit gördüğümüz Kudret’in geçmişine dair bölümleri görmeyi, sabırsızlıkla bekliyorum… Umarım beni tatmin eder…
Açık görüşe gelen Ecem ve Alp’in annelerini gördükleri esnada, birinin sergilediği sevginin çokluğuna karşın diğerininkinin bu kadar az oluşu, en az Alp kadar ezdi beni dersem kesinlikle yalan olmaz. Alp’in, Kudret’in ‘’Silkele şu kızı artık!’’ diye bahsettiği Ecem’den cezaevi çıkışı kaçar gibi gitmesi ve annesinin diretmesine rağmen onun boşluğunu hissedip Ecem’i arayıp bunu dile getirmesi, benim ‘’Alp, inşallah annesinin oğlu olmaz.’’ dileğime karşılık olmuş gibi. Alp kendine yetmeyen, sürekli annesinin boyunduruğu altında yaşamış genç bir erkek. Annesine ne kadar baş kaldırabilecek, ilerleyen bölümlerde bunu göreceğimize inanıyorum. Ve umut ediyorum içinde bulunduğu ortama Ecem’i çekmek yerine onunla beraber temizlenir…
Melis’in Oktay’dan ciddi ciddi şüphelenmesi, benim de Oktay’a karşı tepkimi derinleştirdi, diyebilirim. Nihal’le bağlantısının Murat’a ihanet çerçevesinde olduğuna inanıyorum ve bu ihtimal bende giderek artıyor. Oktay, yatak odasında hazırlanırken çekmecedeki kama koleksiyonu dikkatimi çektiğinde bu olasılığı bir kez daha düşündüm… Ancak Oktay’ın eski özel harekatçı olduğunu aklıma gelince gayet normal bir şey olabileceğini de düşünmedim değil. Oktay’a dair soru işaretlerim hep askıda. Bekleyip görelim…
Avlu mahkûmların kâh ağladığı kâh güldüğü kâh özlem çektiği bir yer… Ancak kurgu o kadar güzel işlenmiş ki orada bile kendilerini mutlu olabilecek bir şeyleri yoktan var eden mahkûmları gördükçe bu tamamen bir hayal ürünü, demekten alıkoyamıyor insan kendini. Sanki herkes avluda yaşayıp koğuşlarında yaşlanıyor… Her bölüm soluksuz ve hiç sıkılmadan beni ekran başında tutabildikleri için emeği geçen herkese binlerce teşekkür ederim.
Sevgiyle kalın…
Ufak notlarım:
- Kudret’in yürüyüş şekline yemin ederim tahammülüm kalmadı.
- Deniz’in Kudret’e diklenmesine bayıldım…
- Hakan’ın bu kadar yüzsüz, bu kadar bencil olabilmesine hayretler içindeyim. Alkol hayatını bu kadar mahvetmişken nasıl kendini hâlâ bundan arındırmaz, pes!
- Özlem’e söyleyecek bir çift sözüm var ‘’Özlemciğim, sende bu anne var oldukça sen evde kalırsın kuzum. Sal gitsin…’’
- Savcı! Deniz’e ‘’Adil ol!’’ diyen savcı! Sen ne kadar adilsin? Bu kadarı fazla diyorum artık. Deniz’e bu kadar karşı olmasının altında başka bir art niyet yoksa ben bu savcıyı bizim savcılarımız adına hakaret olarak algılarım. Yeter artık…
Bölümde geçen şarkıların sahnelere ne kadar güzel anlam kattığını söylememe gerek yok. ‘’Bulutsuzluk Özlemi-Yaşamaya Mecbursun’’ en güzel örneği…