YAZAR: Şeyma BULUT

“Bir insanı bedenen ameliyat etmek için uyutmak, ruhen ameliyat etmek için uyandırmak gerekir…” sözleriyle hayatıma giren Öğretmen, yaşamının son günlerinde öğrencilerinin etrafını yılan gibi saran büyük bir örgütü yok etmeye çalışan bir eğitimcinin öyküsü. Akif Hoca, kendine has yöntemleriyle kurduğu büyük planını hayata geçirirken sadece onu engellemeye çalışanlarla değil aynı anda zamanla da yarışıyor. Vakti gittikçe daralırken, ölüm adım adım ona yaklaşırken onun aklında tek bir şey var: Sur Çetesi’ni tüm üyeleriyle birlikte ortaya çıkarıp cezalandırılmalarını sağlamak!

Öğretmen’de verilen zorunlu aranın ardından yeni sezonda Küçük Kapı Lisesi öğrencileriyle öğretmenlerinin hikâyesinin nasıl açılacağı benim için merak konusuydu. Bu hafta bölümün başından kalktığımdaysa içimde tarifi imkânsız bir hüzün vardı çünkü bölümde anlatılan her şey çok doğru, yakıcı ve hayatın ta kendisiydi. Geçtiğimiz sezonda öğrencilerinin ruhlarını daldıkları derin uykudan uyandırmaya çalışan Akif Hoca, zor olanı başardı ve ilk dersi başarıyla tamamladı. Uyanış gerçekleşti,şimdi değişim zamanı.

Dizinin başladığı günden bu yana Akif Erdem beni çok zorladı. Bir terörist miydi yoksa bir kahraman mı? Bölümler boyunca bu ikilemde ilerlerken onun gerçek bir öğretmen olduğunu anlamam uzun sürmedi. İlk bakışta öğrencilerine böyle bir travmayı yaşatan birine iyi bir eğitimci demek çok zor olsa da ben diyeceğim. Öğretmen sadece talebelerine eğitimini aldığı dersi öğretip arkasına yaslanan insan mıdır? Bu kadar basit midir eğitimci olmak? Ben buna inanmayı şiddetle reddediyorum, fazla idealistsin diyebilirsiniz ancak hissiyatım bu yönde. Akif, diğer meslektaşlarının aksine talebelerine hatalarıyla yüzleşmeyi, pişman olmayı, yaptıkları hataları telafi etmeyi ve gelecekleri için doğru adımlar atmayı öğretiyor. Başarılı olabildi mi? Bunu söylemek için çok erken, geleceği hiç birimiz göremeyiz ama en azından onları uyandırıp gerçekleri göstermeyi başardı. Birkaç gün önce bucak bucak kaçmayı planladıkları hocalarının yanında olmayı seçen bir grup genç, aynı Akif gibi benim de umutlarımı yeşertti.

Akif’in attığı her adımın bir sebebi var. İlk günden beri kafamı kurcalayan tek bir şey vardı: Her şeyi bilen Akif Erdem, neden bu çocukları planına dahil etti? Onların anlattığı ve anlatacağı her şeyi biliyor bu adam. Bir bakıma, gerçekleri öğrenmek için onlara pek ihtiyacı yok; o zaman bir sebebi olmalı. Ben o nedeni anladığımda başımdan aşağı kaynar sular yavaş yavaş dökülürken bir hukukçu olarak canım çok yandı. Bir suç çetesini tespit edip ortaya çıkarmak için değil daha kitlesel bir uyanış için gerekliydi o öğrenciler. Öğrenciler bu polisin işi, dediğinde Akif’in ağzından dökülen cümleler her şeyi anlatıyordu aslında: ”Polis tek başına yeterli değil, ortak bir çığlığımız olmazsa çok zor…” Bunu daha iyi ifade edebilmek adına size yakın tarihimizde yaşanan ve eminim ki hepinizin hatırlayacağı bir örnek vermek istiyorum: “Şule Çet Davası!”

Hepinizin bildiği gibi Şule, önce tecavüze uğrayıp sonra da bir plazanın çatısından atılarak intihar süsü verilen bir olayın kahramanıydı. Suçun failleri güçlüydü, nüfuzluydu bu yüzden de suçlular hak ettikleri cezayı almamışlardı. Mahkeme gereğini düşünürken gereğini yapamamıştı. Şule’nin annesi uzun süre yetkililere sesini duyurmaya çalıştı ve başarılı olamadı. Sonra ne mi oldu? Acılı anne sosyal medyada bir hareket başlattı. “Sesimi duyuramıyorum, bana yardım edin!” diye haykırdı. Bu olay deyim yerindeyse yeni medyayı salladı. Önce geleneksel medya taşıdı bunu haber programlarına. İnsanlar adım adım takipçisi oldular ve Şule’nin katilleri cezasız kalmadı. Akif’in de tam olarak amaçladığı şey bu işte. Sur Çete’sini gözler önüne serecek ve bu örgütün hak ettiği cezayı kamuoyunun yardımıyla almasını sağlayacak. Adaletin sağlanması için böyle bir yola girilmesi bir hukukçu olarak beni çok yaralasa da artık çağımızın gerçeği bu ne yazık ki. Bu arada bu sadece bizim ülkemiz için geçerli değil, dünyanın her yerinde durum bu. Kapitalist sistemin getirilerinden biri aslında. Güçlülerin zayıfları ezdiği; para, güç ve bunların getirdiği ayrıcalıklarla bazılarının diğerlerine üstünlük sağlayarak inandığımız değerleri alt üst ettikleri bir dünyada yaşıyoruz. Bunun tek suçlusu da o insanlar değil, bizler de en az onlar kadar suçluyuz. Doğrunun yanında olmak yerine güçlünün yanında olmayı seçerek kendi iyiliğimizi başkalarının iyiliğinden üstün görerek bu sisteme çanak tutuyoruz ve bazılarımız da ne yazık ki bu zayıflıklarını çocuklarına aktarıyor: Tıpkı Selin’in annesi gibi.

Mesleki anlamda çok fazla suça sürüklenen çocukla karşılaştım bugüne kadar. Hepsinin teker, teker hikâyelerini dinledim ve vardığım sonuç da şu: Onlar suçlu değil. Bana göre hatalı ve suçlu çocuk yoktur! Hatalı, yanlış ve de suçlu anne baba vardır. Akif’in öğrencileri arasında peşinde olduğu çeteye en yakın isim Selin. Örgüt lideri Kara onu kendine bağlayıp istediği şekilde yönlendiriyor ve Akif de bunun oldukça farkında. Böyle bir örgütün tek kurbanla durmayacağını biliyor ve ne yazık ki yeni Rüya olmaya aday kişi Selin’den başkası da değil. Onun diğerlerinden farkı var. Ateş; zayıflığı ve kendince muhtaç durumda olduğu için bu adamların yanında olmuştu ancak Selin celladına âşık oldu, hem de onun kendisini sevmediğini bile bile. Bir çocuğa ailesi gereken güveni veremiyorsa o küçük, zora düştüğü anda güveneceği bir dal arayabilir. Selin de oyuncu olma hayallerinin peşinden giderken çok ama çok yanlış bir dala tutundu. Öz annesi kızını çok lüks bir arabayla eve getiren kişinin kim olduğunu sorgulamayan, rehin alınan kızına ne olduğunu merak etmeyi bırakın “Oh ünlendin, rolü kesin kaparsın!” diyen bir kadın. O maganda da en ihtiyacı olduğunda Selin’in hayatındaki bu boşluğu kapatan biri olarak çıkmış karşısına o da ilk gördüğü dalı tutarak ayakta kalmaya, hayallerinin peşinden güçlünün yanında olarak gitmeyi tercih etmiş. Kendisinin de dediği gibi:  Selin’in yanında ne onu destekleyen bir ailesi ne de arkadaşları vardı. Onun yanlışa sürüklenmesi çok ama çok kolay. Bu sebeple aslında Akif, bu işin anahtarı Selin derken bir bakıma onu kurtarmak istedi. Bu tip olaylarda insanları yargılayıp suçlamak, “Sen bunu nasıl yaparsın?” diyerek o insanın üstüne gitmek en basitidir. Zor olansa ona yanlışını gösterip doğru olanı anlatırken hatalarından ders çıkartarak asla vazgeçmemesi gerektiğini anlatabilmektir. Akif Hoca bunu Selin’de başardı. Hatalarını gösterdi, onu yargılamadan yolunun yanlış olduğunu anlatırken belki de okulun sarsılabileceği ikinci ölüm haberinin de önüne geçmiş oldu.

Akif’in en başında beri ortakları olduğunu biliyorduk. Metin Müdür, Rüya’nın ailesi derken karşımıza bir de Çetin çıktı. Akif Hoca tıpkı diğerlerinde olduğu gibi Çetin’e de bir zamanlar sevdiği bir arkadaşının başına gelenleri ortaya çıkarmak ve hatalarını telafi etmek için bir kapı açtı. Anladığım kadarıyla Çetin zaten bu işin en başından beri içindeydi. Tuvaletten o mesajları yayınlanın da o olduğunu düşünüyorum. Akif Hoca Selin’e başarmak için başka yollar olduğunu gösterirken Çetin’e de benzer bir yol sunmuş ve öğrencisini de değişime ikna edebilmiş. Aslında artık hepsini ikna etti. Ateş, Gizem, Mevsim, Çetin ve en sonunda da Selin! Onlara yanlış tercihler yapabileceklerini, bunun insanın doğasında olduğunu ancak asıl önemli olanın vazgeçmeden doğru olanı bulana kadar devam etmeleri gerektiğini anlattı. Yukarıda eğitimcilikten bahsetmiştim ya, işte asıl mesele burada. Teorik dersler, yazılı sınavlar bunları bir şekilde hallederiz ama asıl önemli olan hayat okuludur. Orada sınıfta kalmamaktır. Kim bilir Akif Hoca belki de o gencecik ruhları değişime zorlayarak gelecekte kendileriyle gurur duyacak iyilikte ve güçlülükte insanlar olabilmeleri için “küçük bir kapı” açmıştır.

Akif Erdem’in attığı her adımın, söylediği her bir sözün bir amacı var. Buraya kadar planın öğrencileriyle ilgili olan kısmını kendimce anlatmaya çalıştım, şimdi gelelim diğer kısma. Metin Müdür ve ailelerden söz ettik ama burada biraz da Yılmaz Komiser’den bahsetmek istiyorum. Akif, Yılmaz’ın aslında ruhuna dokunmayı başardı ve kendisinin sıradan bir suçlu olmadığını, yaptıklarının bir amacı olduğunu da sezdirmiş oldu. Ama neden o? Koskoca teşkilatta başka polis yokmuş gibi niçin onu seçti? Bununla ilgili birçok teorim var ancak şimdilik sessiz kalmam gerekiyor. Sadece bir soru sormak istiyorum. Yılmaz neden öğretmenliği bırakıp polis oldu? Belki de tüm sorularımızın cevapları bu sualin altında yatıyordur, ne dersiniz?

Akif, planın ikinci kısmını harekete geçirirken ilk hedefi Sur Çetesi’nin içerideki bağlantısını bulmak. Yoksa yapılan plan komple çöpe gidebilir. Nedeni de basit: Bugün Sur gider yarın kale gelir. Çocukları kurbanlık koyun gibi bu katillerin önüne atanın yakasını tutamazlarsa sadece bir örgütü çökertmiş olurlar, buldukları andaysa eğitimcilikle uzaktan yakından alakası olmayan bir insanı, masum çocuklardan da uzaklaştırmış olacaklar. Ben de bu plana sonuna kadar varım.

Yazımı bitirmeden önce değinmek istediğim çok önemli bir husus var: Sosyal medya gerçeği. Yukarıda yeni medyanın faydalarından bahsetmiştim ve şimdi de bir diğer yönünden bahsetmek istiyorum. Taner Hoca’nın bu hafta yaptıkları bir insan tipini de gözler önüne serdi. Okuldaki operasyonu canlı yayında afişe edip sosyal medya benden cevap istiyor diye herkese bağırırken ben bildim onun kim olduğunu. Siz de bildiniz değil mi? İşte o! Etkileşim almak uğruna, iki üç takipçi için, ünlü olma hevesiyle hareket eden , yaptığının bir sonucu olur mu diye asla düşünmeyen insanlar, insanlarımız. Ne yazık ki bu tiplerin sayısı da gün geçtikçe artıyor. Televizyonlarda, sosyal medyada her gün karşımıza çıkıyorlar. Dizide bunun açık bir şekilde gösterilip sosyal medyayı doğru kullanarak başarabileceklerimizle yanlış kullanıldığında nasıl zarar verebileceğini de göstermiş oldular. Yazan kalemin ellerine sağlık olsun.

Yazıma burada son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere.

Sevgiyle, UMUTLA kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.