Yazar: Sinem ÖZCAN 

Zeynep, oturduğu bankta kızı Elif’e bir kucak mesafesinde miydi, değil miydi ikilemiyle bırakmıştık ikinci bölümü. Azrail’i bekleme moduna alan Sabri, son nefesiyle kızını Zeynep’e teslim edip öyle veda etmeye niyetli, hayata. Gel gör ki Sude, Elif mi; değil mi?

Hayatının son beş yılını kızını ararken delirmekle ve delirtmekle geçirmiş bir kadın, Zeynep. Onunla empati yapabilmek hem çok kolay hem de çok güç. İçinde gerçekten annelik duygusu olan her kadın, evladını yeniden kollarına alabilmek için Zeynep’in yaptıklarını yapar. Hırsızlığını da anlar; hocalardan, falcılardan medet ummayı da ve hatta en sevdiklerinin elinden avcundan çalarcasına aldığı paraları da… Ne acı ki dünyanın kuralı bu: Aciz, çaresiz ve ümide muhtaç biri varsa karşısında da umut tacirleri vardır. Vicdanmış, duyguymuş, günahmış aramak boşuna çünkü “umut taciri” dediğiniz varlık, bunların hepsinden soyunmuş ve sadece hedefe kilitlenmiş bir güdümlü mermidir. Ümidin peşinden koşan çaresizse o mermiyi yer, ağır yaralanır ama yarasını yeni bir dolandırıcıyla sarar. Bu kısır döngü ancak kesin bir cevap bulduğunda sona erer ve ya hayata döner ya da ölür. Bu noktada kurbanın eğitimi de aklı selimi de sağduyusu da süresiz izne çıkar ve onu mantığa davet etmenin anlamı yoktur, davete icabet etmeyecektir zaten. Zeynep de ruh sağlığını neredeyse tümden kaybetmesine, hastaneye kapatılmasına ve aç, açık sokakta kalmasına rağmen tutunduğu umut boşa gitmesin diye dua ediyor.

Sude’yi gördüğü andan beri etrafına, hiç tereddütsüz “Bu, benim kızım!” dedi demesine de kendisiyle kaldığında yüreğindeki sesi işittik. Aslında o en baştan beri inanmıyor, Sude’nin onun kızı olduğuna ama delice inanmak istiyor. “Saçı benziyor, gözü benziyor; DNA’ya ihtiyaç yok.” demesi de bundan. Bilimin ona “Bu da gol değil!” demesinden ödü patlıyor. “Sabrım kalmadı artık” dedi çaresizce; ne olursa olsun çocuğum diye sarılacak birine ihtiyacı var. Çok yorgun bu arayıştan ve bir şekilde o ümide sarılıp onu bırakmamak ve o ümidin gerçekleşmesini istiyor. DNA dendiğinde kızması da çekinmesi de ondan. Sude’nin kızı olmadığını anlayıp yıkılmak ve bir kez daha baştan başlamak çok ürkütüyor onu. Sinan’a öfke kusarken aslında kendini ikna etmeye çalışıyor ki bu mücadele bitsin, kızına kavuşsun ve her şey yoluna girsin!

Diğer taraftan Sabri, polisiye yazarlığının getirdiği bir detaycılıkla ince ince bir plan kurmuş. O da haklı aslında. Geride, çocuk yurtlarında büyüyecek bir evlat bırakmak istemiyor. Milyoner ama kimsesiz bir çocuğun acı ironisiyle yaşamak zorunda kalmasın Sude diye onu evladına ulaşmaya çalışan bir anneye evlat etmeye çabalıyor. Elif’in oyuncak bebeğine kadar ayrıntıyla düşünülmüş bir plan bu. Vasiyetine yazdırdığı DNA testi koşulunu duyduğumda eğer Arzu’nun çiftliğindeki Cansu detayını bilmiyor olsaydık inanacaktım, Sude’nin gerçekten Elif olduğuna.  Ancak Sude’nin kazada ölüm kaydının olmayışı da Elif’in kaçırılma biçimi de düşünülünce işler karışıyor.

Senaryoda yan karakterlerin tamamı çok sağlam bir düğümle Elif’in kaçırılmasına yani ana çatışmaya bağlandı. Zeynep’in dövdüğü medyum aracılığıyla Nil ve Meltem’in de halkaya dahil olduklarını gördük. Medyumla birlikte çalışan Zühre, hapisteki Remzi’nin karısı ve bir nedenle Meltem de onlara aylık ödemeler yapmak zorunda. Öte yandan Remzi’nin kız kardeşi Arzu’nun çiftliğinde Meltem’in durumunu sorduğu Cansu var ki “Elif bulundu!” haberleriyle panikleyen Meltem’in bu sorusu onun da bu plana dahil olduğunu gösteriyor. Kaçırılan çocuk; Zeki, Remzi, Arzu, Zühre ve Meltem arasında bir şeyler dönüyor. Bütün bunların dışında gibi görünen Nil’in Sinan’a kavuşma hayaliyle, kayıp çocuğun bulunması için astronomik bir ücret teklif etmesi de o ateşin altını harlayacak gibi duruyor.

Şu an gelinen noktada Sabri, bir itirafname ve vasiyet bırakarak öldü. Bu vasiyetteki DNA testi koşulunu Sabri’nin hastanedeki bağlantıları ve keskin zekâsını düşününce çok ciddiye almıyorum. O testin sonucunun Sude’nin Zeynep’in kızı olacak biçimde ayarlandığını varsayıyorum en azından şimdilik. Onun hatırı sayılır serveti de Sude, 18 yaşına gelene kadar Zeynep’in kontrolünde ve bu hamle bütün taşları yerinden oynatacak. Bugüne kadar çaresiz, zavallı ve hatta “deli” görülen Zeynep’in eline çok büyük bir güç geçiyor. Zeynep’in kızına kavuşmak dışında bir derdi de yok, para pulla işi de. Gel gör ki etrafı onun paranın sağladığı güce kavuşmasını hiç istemeyecek insanlarla çevrili.

Zeynep’in en yakınındaki isim, kuşkusuz, Sinan ve yine kuşkusuz ki onun para pulla bir derdi yok. Manevi anlamda batağa saplanmış durumda ve kendini oradan çekip kurtarma derdinde. Elif’in kaçırılması, onun için Zeynep’ten fazlası. Evet, Zeynep’e saplantılı bir düşkünlüğü var, çok istemesine karşın onu hayatından çekip atamıyor ama öte yandan bu vaka onun mesleğinin sonu olmuş. Bütün tecrübesine ve profesyonelliğine rağmen polisken de işten atıldıktan sonra da bunu çözememek Sinan’ı içten içe kemiren bir kurt. Nil, bu noktada haklı. Elif’i sağ veya ölü bulmadıkça Sinan, hayatına asla devam edemeyecek. Ancak Nil’in kaçırdığı büyük bir gerçek var ki Sinan, Zeynep’i hayatından asla çıkarıp atamıyor. Evet, aklı ona bunun bir dipsiz kuyu olduğunu söylüyor ve evet, kendince deniyor da… İş bulmaya çalışıyor, yeri geldiğinde Zeynep’e rest çekiyor ve kendi içinde bu sevdanın sonu olmadığını da görüyor. Ne var ki aklın kulağından çeke çeke getirip önümüze koyduğuna, yürek kahkahalarla güler, bazen. Sinan’ın yüreği de katıla katıla gülüyor, işte! O, sadece âşık değil Zeynep’e, hayata da onunla tutunuyor üstelik. Sinan’ın dünyasından Zeynep’i çekip aldığınızda bir gayesi yok. Ablası ve Nil bu anlamda ona gerek duyduğu motivasyonu sağlamaktan çok uzaklar, içinde yanan o ateşi anlamalarına da imkân yok. O ateşin ucu Ahmet’e dayanıyor. Yıllar önce kıskançlığı yüzünden elindeki gücü kullanıp Sinan’ı işinden eden de o. Her ne kadar konu Gürbüz Komiser’le kavgasına bağlansa da olayın ardında Ahmet’in olduğunu da öğrendik. Sinan’ın Ahmet’e hırsı bu bakımdan Zeyep’ten bağımsız ve Ahmet’e rağmen gücüne kavuşmayı başaramadıkça da kendine gelmesine imkân yok. İşte Zeynep, bu noktada da Sinan’la Ahmet arasında bir köprü.

Meltem, Ahmet konusunda çok haklı: Onun damarlarında gerçekten de kan yerine buz dolaşıyor ve o buz, bir zamanlar varsa bile şimdi yüreğini tamamen dondurmuş. Ne yanında kalan tek evladına ne Meltem’e ne de kayıp çocuğuna bir merhameti var. Bu duyguyu tanıyor mu, o da şüpheli zaten. Zeynep’i sevdiğini ve geri istediğini söylüyor da sevmeyi bilmeyen bir adamın ağzından bu sözler çıktığında havada buhar oluyor. Bana sorarsanız Zeynep’i sevdiği filan yok, sadece o “bitti” demeden Zeynep tarafından evliliği bitirildiği için bunu hırs hâline getirmiş, hepsi o. Yani, karısına doğum gününde tava hediye eden bir adamdan söz ediyoruz, bırakın Allah aşkına! Kabul ediyorum tava önemli ve pratik bir gereç ama adamın, karısını hayatında nereye konumlandırdığını da gösterir ve işaret ettiği yer de kabul edersiniz ki yüreği değil. Yalnız eğri oturup doğru konuşalım. Her ne kadar Zeynep, Meltem’e aldığı takıların sahteliğinden hareketle “cimri” dese de ben şu ana kadar Ahmet için “paragöz” sıfatını hak edecek bir şey görmedim. Yani Zeynep’in bir anda eline geçen bu çok büyük para, Ahmet için onu daha güçlü bir hedef yapar mı emin değilim. Bence onun motivasyonu para değil ama Ahmet, Zeynep’i inatla istiyor. Ona ait olduğunu düşündüğü ve “kendi malını” kaybetmeyi göze alamadığı için olabilir ki bu da Ahmet’i, Sinan’a ezelî rakip yapıyor, tabii.

Zeynep, Ahmet defterini hiç açılmamak üzere çoktan kapamış. Ahmet, Elif’in bulunmasının şartları değiştireceğini düşünse de durum onun sandığı gibi değil. Elif’in babası olarak Ahmet, onun hayatında yer alsa da Zeynep’in onunla bir kez daha birlikte olması mümkün değil; üstelik bu, Sinan’dan bağımsız olarak böyle. Kaybettikleri kızları yüzünden kopamaz biçimde bağlantılı olsalar da Zeynep, aldatılan bir kadın. Sadece bu bile Zeynep yapısında bir kadının kocasının üstünü çizmesine yeter de artar. Üstelik evliliklerine dışarıdan baktığımızda da aşktan çok alışkanlığın hüküm sürdüğünü söylemek mümkün. Zeynep, Ahmet’e gerçekten âşık oldu mu bilemiyoruz ama olduysa da o köprünün altından çok sular akmış. Beş yıldır, kızını bulma ümidiyle oradan oraya savrulan kadının yanında gerçek anlamda duran tek kişi: Sinan. Zeynep, çok uzun zamandır Sinan’a tutunuyor; bu, aşk gibi değil belki ama belki de ondan da güçlü bir duygu ve Sinan’dan bir şekilde vazgeçemiyor. Ne var ki bunun bir ilişkiye dönüşme ihtimali şimdilik yok çünkü ikisi de ağır hasarlı. Bu yıkıntının molozlarını temizleyip alanı düzeltmeden yeni bir ilişki inşa etmek de imkânsız.

Zeynep, Sude’yi kızı olarak kabullenip onu yanına almayı başarırsa sakinleşecek. Ardından da bir düzen oturtmaya başlayacak. Kızı dolayısıyla yaşadığı kriz bir yana bırakılırsa Zeynep mantıklı ve akıllı bir kadın. Sude’nin annesi olarak Zeynep’i kabullenme süreci mutlaka yoracak onu ama bu süreçte bile hayatı için düzgün adımlar atmaya başlayacaktır. Bu kez Zeynep durulurken çevresi dalgalanacak gibi görünüyor. Cansu – Sude ikilemi, Zeynep’in kuvvetlenmesi, Meltem’in güç kaybetmesi ve Ahmet’le Sinan arasındaki gizli savaş, gerilimi artıracak. Cansu ve onun gerçek Elif olup olmaması yeni bir çatışma doğuracak ama bu noktaya kadar tahterevallide yukarı çıkan Zeynep olacak gibi duruyor.

Yazan, yöneten, canlandıran ve ekran gerisinde büyük yük omuzlayan bütün set çalışanlarının emeklerine sağlık.

 

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.