Mevsim her zaman ilkbahar olmuyor…
Yazar: Ayşe KUTLUHAN
Azra’nın tüp almaya giderken Feride Hanım’ı yerde baygın bir şekilde bulmasıyla kapatmıştık geçen haftaki bölümü. Ve Azra’nın hastane koridorunda, hiç tanımadığı yaşlı bir kadının sağlık durumunu endişeli bir şekilde bekleyişi ile de bu hafta yeni bölümü açtık. Azra’nın Feride Hanım’ı oraya ne ile ve nasıl getirdiği meçhul… Başını çarpması sonucu küçük bir hafıza kaybına uğrayan, Azra’ın hitabı ile “Şeker” teyzemizin kolunda taşıdığı çantayı, düştüğü yerden almayı akıl eden kimse de olmamış anlaşılan. Eee, bulup polise veren de olmamış belli ki. Anlayacağınız, çanta ve kimlik sırra kadem basmış bir durumda. Feride Hanım nereye ait olduğunu hatırlayamayınca Sumru’nun tam tersine kalbinde vicdan taşıyan Azra da “Beni bırakma” diye gözlerinin içine âdeta bir çocuk gibi bakan yaşlı kadını orada bırakamamıştı. Maalesef, insanlar ikiye ayrılıyor: Kimi, Sumru gibi kalbinde kaktüs besleyenler; pahalı, afili ama dikenleriyle can acıtan bir çiçek. Kimileri ise Azra gibi kalbinde kır papatyaları büyütenler; ucuz, yalın ama bulunduğu her yerde tebessüm bıraktıran mis kokulu bir çiçek…
Azra’nın hayata dair sınavı bitmek bilmiyor. Bir gece, babasının cansız bedeni ile karşılaşan Azra, yine aynı can acısı ile sınanıyor hiç kuşkusuz. Ne kadar soğuk bir kelime değil mi, canının içinde taşıdığın bir insandan ‘’bir ceset’’ diye bahsedilmesi… Kanım çekildi desem yeridir, inanın. Azra ile beraber ben de yığıldım yere sanki o an. Ayrı, apayrı bir acıdır; tutunacak bir dala ihtiyacın olduğunda yapayalnız kalmak… Azra’nın teşhis için giderken arabada ezip büzdüğü o parmaklarını tutup ‘’Korkma, güzel kızım! Hissediyorum, Mert değil o!’’ diyebilmeyi, ne kadar çok istedim anlatamam. Sıcacık bir ele çok fazla ihtiyaç duyduğuna o kadar emindim ki… Ancak Azra gibiler teşhis için girdiği morgda yüzüne baktığı masum meleğin kardeşi olmadığına böyle yarım yamalak sevinebilirdi zaten. O, bir çocuktu! Kendi kardeşi olmasa da herhangi birinin çocuğu, kardeşi ya da canıydı maalesef. Ve Mert olmaması küçük bir çocuğun buz gibi bir morgda bulunduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
Cenk’in bankta oturan Azra’nın önüne eğilip ‘’Mert değil de bana! İçerideki Mert değil de bana!’’ diye endişelenen hâlini asla unutmayacağım sanırım. O kadar içtendi ki, insan tam kalbinde hissedebiliyordu o endişelenmeyi. Gelen telefonla kalplerine yerleştirdikleri umudun elinden tutarak Mert’i alma heyecanı ile gittikleri yerde hüsranla karşılaşsalar da Azra’nın artık tükendiğini hissettiği o anda Cenk’in elinden tutup ‘’Sen tükenirsen umutların da tükenir…’’ demesi yeni bir umut kapısı açmıştı Azra’ya. Geç kalmaktan korkuyordu Azra; babasına geç kaldığı gibi kardeşine de geç kalmaktan, deli gibi korkuyordu. Haklıydı da. O kadar yalnız, o kadar çaresizdi ki bulunduğu an’da nefes almaktan bile korkuyor olabilirdi, zaman zaman. Ya kardeşi nefes almıyorsa ne hakkı vardı soluduğu havayı ciğerlerine çekmeye? Kaybolduğunu hissettiği ilk anda Mert’in tuttuğu ellerini bu kez Cenk tutmuştu Azra’nın. Mevsim her zaman ilkbahar olmuyor maalesef; bazen sonbaharı da yaşayıp yaprak dökebiliyor insan. Eminim ki Cenk, Azra’nın canını acıta acıta dökülen yapraklarını, tek tek toplayacaktır.
Genel Notlarım:
- Piste ilk önce Azmi Bey’i almak istiyorum; kendini bilmezlik mi desem yoksa bu nasıl kendini bir şey sanmak mı desem… Bilemedim inanın. Beş kişilik bir Çelen Ailesi’nin yanında gerçekten, kendini şirkette söz sahibi olabilecek en üst kişi olarak görebilmesine ihtimal verebiliyor mu bu adam? Hayır, sen altı üstü bir CEO’sun! Bir CEO gider, bir CEO gelir; sen kendini vazgeçilmez mi sanıyorsun be adam? Kendini Cenk’e rakip görüp üzerine bir de mutfak personelini salmak ne? Personele hiç lafım yok zaten, kaç porsiyon yürek yediği belirsiz. Kimin soyadının “Çelen” olduğunu unutmuş muhtemelen. Serap Hanım da sağ olsun, tam yardım isteyecek adamı buldu. Kuzum, Azmi bütün holdingi kendi üzerine yapar da sen uyuyor olursun, o derece tehlikeli bir adam. Bırak az Cenk’i de küçük oğlunla kızına bak! Gittikleri yol, yol değil!
- Küçük Çelen kardeşleri hiç birbirinden ayırasım yok, açıkçası. Biri, kızına bakmazsan ya davulcuya ya zurnacıya cinsinden; diğeri ise çalsın sazlar oynasın kızlar havasında seyir hâlinde, dümdüz ilerliyorlar. O kadar düz ki radar dahi yok yolda onları yavaşlatan, o derece. Ama tabii ki yine onlara suç bulmuyorum. Al annelerini, vur babaannelerinin kafasına kafasına… Varsa yoksa Cenk! Cenk! Cenk! Hay, Cenk kadar taş düşsün o kafanıza. Sizde iki adet daha Çelen var, unuttunuz herhalde, bir bakın Allah Aşkına, mundar oluyor yavrular… Cenkçiğim bu sözüm senin için de geçerli. Cansu seni uyardı, sen sadece gülüp geçtin. Dikkat et o tatlı gülücük boğazına bir kepçe ağlama ile tıkanıp kalmasın. Kız kardeşinde giden sadece para olur, yaşayacağı hayal kırıklığı cabası ama Arda da durum farklı… Arda demişken azıcık Sevgili Emre Bey’e de değinmeden edemeyeceğim, daha önce Adı Efsane dizisinde rol alsa da açıkçası onu ilk kez Arda karakteri ile izleme fırsatı buldum. Karakterini o kadar güzel giymiş ki üzerine, ikinci karakter performansı olmasına rağmen almış başını gitmiş diyorum, kendi kendime. O derece müthiş. Onu çok çok yukarılarda görüyorum. Yolu açık olsun.
- Cenk’in Tarık ile konuşup Gönül ablayı işe almasını istemesi çok hoş bir davranıştı. Ama en güzeli de ‘’Ben Azra için düşünmüştüm’’ diyen Tarık’a Cenk’in ‘’O iş bende’’ diye cevap vermesiydi sanırım. Evet, Tarıkcığım o iş Cenk’te! Sen Gönül ablamızla ilgilen. Cenk’in de dediği gibi, Nazmi gibilerini biz durduramayız en azından kadın kendi düzenini kursun. Haaa! Cenk’in o işin kendisinde olduğunu söylemesine rağmen gidip Azra’ya iş teklifinde bulunmasını da yazdım bir kenara, bilesin. Bile isteye yaptığın ilk hatanda seni de baban gibi mimlerim, Tarık Yelkenci! Ama Cenk ile konuşup onu şirket konusunda etkilediğin için teşekkür ederim. Söylediklerin oldukça etkili olmuş ki Cenk bir hevesle koşturarak girdi Çelen Grup Mutfağı’na. Her ne kadar Azmi Bey baban çomak sokmaya çalışsa da herkes hak ettiğini alacak muhakkak, diyorum.
- Yolunu kaybetmiş bir çocuğa kucak açar gibi Feride Hanım’a açmıştı kollarını, Azra. Öyle ki onca derdinin arasında, kendine bile yatacak yer zor bulmuşken… Hafızası yerine gelen Feride Hanım elbette ki kayıtsız kalmayacaktı Azra’ya karşı. Tabii ki onun da kendine göre planları ya da kişiyi sınavdan geçirme tarzı vardı. Azra’nın sınırlarını fazlasıyla zorlayarak… Kendi yorgunluğunu görmezden gelerek bir başkasının rahatlığını düşünen bir Azra gördü mesela. O kadar çok ihtiyacı olmasına rağmen, başkasının sağlığını önemseyip iş görüşmesine gitmekten vazgeçen bir Azra’ya şahit oldu aynı zamanda. Hiç bilmeden Feride Hanım’ın karşısında verdiği bu sınavın, ona çok güzel kapılar açacağına hepimiz eminiz sanırım. Her şerde bir hayır vardır derler ya o kadar inanırım ki bu cümleye, birçok kez başıma da gelmiştir. İşte tam da bu yüzden tıpkı Feride Çelen’in dediği gibi -mucizeler hiç beklemediğimiz anda gelir- diyebiliyoruz karşımızdaki insanlara. “Azra hayırlı evlat, bana kapısını açtı. Allah da ona güzelliklerin kapısını açacak” diyen Feride Hanım, Çelen Konağı’na bazen ağız buruşturan tuz gibi gözükse de Azra’nın hayatına şeker gibi girecekti belli ki.
Kurgu olması gerektiği gibi, ağır ağır ilerliyor, bunun farkındayım. Ancak zamanın biraz daha hızlı akması ve artık hikâyede gelişme kısmına gelmek için sabırsızlanıyorum, belirtmeden geçmeyeyim. Zamanın daha hızlı akmasını, olayların körüklenmesini, heyecanın daha da artmasını isterim, naçizane… Alp Navruz ve Alina Boz, Cenk ile Azra’yı hayran olunası noktalara götürdüler, içimde. Tüm oyuncuların, senaryo yazarlarının, yönetmenin ve tüm rejinin, dokunuşta bulunan herkesin… emeklerine sağlık!
Haftaya görüşmek üzere…