Muhteşem İkili 1. bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Muhteşem İkili, daha uyarlama haberini duyduğum anda benim radarıma giren işlerden biriydi. Senaristleri ve yönetmeni belli olduğunda derin bir oh çektim. Cast netleştikçe daha da merakla beklemeye başladım. Bilenler bilir; İbrahim Çelikkol adı, tek başına bile benim için bir diziyi izleme sebebidir. Kerem Bursin’in de Yaşamayanlar hariç bütün işlerini takip etmişliğim var. Öykü Karayel’se benim kadın oyuncular listemin hep üst sıralarındaki isimlerden biridir. “Un, yağ, şeker tamam; helva nasıl çıkacak?” duygusuyla bekleyip durdum bugünü.
Bölümün ilk beş dakikasını izlediğimde uyarlamanın doğru yapıldığı sonucuna varmıştım bile. Karakterler çok doğru yerelleştirilmiş ve buram buram çeviri kokmayan, esinlenme havası daha ağır basan hoş bir renk verilmiş. Başar Başaran ve Emre Özdür kalemlerini bilen biri olarak, özellikle aksiyon sahnelerinin orijinal yazılacağından zaten kuşkum yoktu.
Çağatay Tosun, benim için hep biraz Suskunlar demektir. Bende yeri daima ayrı olan isimlerden biridir ve ilk bölüm bittiğinde Muhteşem İkili’de kurduğu dünyayı da çok sevdim. Özellikle patlama sahnesi duygusuyla bölümün en çarpıcı sahnesi oldu, benim için. İbrahim Çelikkol, bu tarz sahnelerde beni kendine hep hayran bırakmıştır ve yine enfes bir oyunculuk izledim, onun da emeklerine sağlık. Çağatay Tosun rejisinde, detaycı ve nahif bir tat bulmuşumdur her zaman. Benim için etkileyiciliği de buradan geliyor. Bence Muhteşem İkili’nin en büyük şanslarından biri, öyküyü onun anlatıyor olması. Gerçi söylemezsem dilim şişer: Bazı sahnelerdeki aşırı parlamadan ve efektlerin bir kısmından çok hoşlanmadım ama o kadar kusur, kadı kızında da olur deyip çok da takılmıyorum.
Dizinin tanıtımlarında “Barca ve MKC birbirine zıt iki polistir.” cümlesini her görüşümde bu kontrastın nasıl bir uyuma sokulacağını düşündüm ben. Gerçekten de “halk adamı” Barca ile “elit” MKC hem görünüş hem yaşayış hem de çalışma yöntemleri bakımından siyah ve beyaz gibiler ancak daha ilk bölümden bu zıtlığın altındaki benzerlikler çok hafif dokunuşlarla sezdirildi. Mesleklerinin “en” iyileri olmaları, cesaretleri, başarıya alışkın ve doymuş hâlleri, tarzları farklı da olsa sevmeyi bilmeleri ve hepsinden mühimi insana değer vermeleri onların ortak özellikleri. Benim anladığım, uyum da bu benzerliklerden yakalanacak ve kilit – anahtar ilişkisi gibi biri olmadan diğeri çalışmayan bir mekanizma kurulacak.
Barca’nın deli cesaretinin altında, kaybedecek bir şeyi olmayan adamların umursamazlığı var. “Benim yanmayan yerim mi kaldı?” derken gelen her tehlikeyi niye gülerek karşıladığını çok iyi anladım ben. Onun motivasyonu, karısının ölümünden duyduğu vicdan azabı… MKC, Barca’ya göre daha temkinli bir adam çünkü onun kardeşi, eski karısı ve oğlundan oluşan bir sorumluluk adası var. Buna karşın, en az Barca kadar gözü kara ve deli olduğu da bölüm boyunca sık sık hissettirildi. Anlaşılan MKC, kendi frenine bilerek ve isteyerek basıyor. Bana sorarsanız bu bölümde daha gizemli kalan taraf MKC’ydi. Kardeşinin bile kaynağını bilmediği serveti, hayat tarzıyla pek de örtüşmeyen mesleği ve onun motivasyonu şu an netleştirilmedi. Tahminim Barca ve MKC arasında bir tahterevalli dengesi kurulacak ve zaman zaman Barca, zaman zaman da MKC yakın plana alınacak. Kendi adıma bunu da çok doğru buldum. İlk bölümden bütün karakterleri ortaya saçıp dökmek ve kargaşa yaratmaktansa izleyicinin merak duygusunu diri tutup birini aydınlatırken diğerini karartmak çok akıllıca.
Karakterlerin neredeyse tamamıyla ilk bölüm karşılaştık ve bağlantılarını gördük. MKC; kardeşi ve karısına kontrolcü yapısı nedeniyle hayatı çekilmez kılan, alışıldık polis profilinden çok farklı yaşayan ve görüntüsünden tavrına kadar babasının suda çekmişi izlenimi veren dünya tatlısı oğluyla çıktı karşımıza. O kendi yaşamı içinde tutarlı ve mutlu bir adam. Buna karşın Barca’nın hayatta tek varlığı babası. Oğlunu çok seven ve onu kaybetmekten çok korkan eski emniyet müdürü, kâh onu didikleyerek kâh onun için kaygılanarak yaşıyor; belli ki içten içe oğlunun bütün gemileri yaktığının farkında ve bu vazgeçiş yaşlı adamı çok ürkütüyor. Şu an gördüğümüz Barca aslında bir tek amaç için hâlâ bu dünyada soluk almayı sürdürüyor. Karısının ölümüne neden olan adam da ölüp gittiğine göre onu bu hayata bağlayacak yeni bir unsur gerek. Önümüze konan ekmek kırıntılarından o unsurun MKC’nin kardeşi Nilüfer olduğunu da sezdik. Şimdi asıl mesele işlemedikleri bir suçtan hapse düşen ikilinin, bu kötü oyundan kendilerini sıyırıp ortak bir amaca birlikte nasıl yürüyecekleri?
Ekranlarda uzunca bir süredir birbiriyle sıcak ilişkileri olan baba – oğul izlemiyordum. Barca ve babasının ilişkisi bu anlamda ruhuma çok iyi geldi. Tatlı – sert Engin Şenkan’la, afacan oğul İbrahim Çelikkol’u izlemeyi çok sevdim. Öte yandan MKC ve Nilüfer ilişkisindeki o didişmenin altında yatan sevgi ve şefkati de çok sıcak buldum. Yağmur – MKC çiftini şu an bütün boyutlarıyla fark etmesek de eski kocasından gelen telefon üzerine “arkadaşı”na bilinçsizce mesafe koyan Yağmur; ondan ne kadar bıkmış, bunalmış da olsa MKC’yi silip geçmiş izlenimi de vermedi bana, doğrusu. Öykünün bu aksında bol didişmeli ve ısısı yüksek sahneler görülüyor, ufukta.
Bölüm çok tempolu aktı, bunda reji kadar senaryo dilinin de payını dile getirmek gerek. Diyalogları çok beğendim ve karakterleri çok iyi yansıttığını düşünüyorum ama iki farklı karakterden işittiğim “Herıld yani” repliğinin kulağımı çok tırmaladığını da söylemeden geçmeyeyim. Güncel söyleyişler döneminde çok yaygın kullanılsa da kendini çabuk tüketir ve modası geçtikten sonra da ifadeye bir sakillik verir, ne yazık ki. Umarım çoktan ölmüş bu anlamsız kalıbı diriltmek yolunda boş bir çabaya girilmez ve “herıld yani” ilk bölümden sonra unutulup gider.
Tanıtımlar geldikçe dizinin ana castının çok doğru seçildiğine ikna olmuştum. İlk bölümü izleyince de kanım kesinleşti. Barca için İbrahim Çelikkol, MKC için de Kerem Bursin doğru isimler olmuş. Güneşi Beklerken’den sonra Kerem Bursin’e en yakışan rolün MKC olduğunda şimdiden iddialıyım. Demiray’da Eren Hacısalihoğlu’nu çok beğendim. Çok erken konuşmak istemiyorum ama galiba ben Demiray’ı sevdim biraz. Umarım katmanlı bir karakterdir ve iyi işlenir, ilk izlenimin çok kaliteli bir “kötü” çıkacak gibi geldi bana.
Benim için bölümün sürprizi Gökay Müftüoğlu oldu. Muhteşem İkili’de onun adını gördüğümde gözlerimden kalpler yayıldı. Kara Sevda’da ayrı, Ver Elini Aşk’ta apayrı sevmiştim ben onu. Bölüm başından beri de bekliyordum nasıl bir kimlikle karşıma çıkacağını. Barca’nın karaborsacı kuzeni Hasan’ı görür görmez bayıldım. Gökay Müftüoğlu’nun komedi damarına çok yakışan bir tipleme olmuş, Hasan. Umarım sık sık karşılaşacağımız karakterlerden biri olur.
İlk raunt Demiray’ın oldu ve Barca’yla MKC’yi demir parmaklıkların ardında bıraktık, bölüm finalinde. Reklamsız iki saati aşkın süren bir dizi, normalde benim gibi oturduğu yerde oturamayan insanlar için işkence olur ama bölüm bittiğinde “İyiydik işte, niye bitti ki?” duygusu yaşattı bana Muhteşem İkili. Oldum olası aksiyon ağırlıklı işleri çok severim. Muhteşem İkili aksiyonun tadını bence iyi vermiş, yanına sıcak bir komedi eklemiş ve dramın da hafif hafif rüzgârı geldi. Ekran başındaki zamanıma acımadığım gibi, gelecek bölümü de merak ettim. Kısacası kendi adıma, ekran başından çok mutlu kalktım. Öyle görünüyor ki ben bu sezon yazmaya niyetlendiğim ikinci dizimi de buldum.
Reyting yarışında Muhteşem İkili’nin şansı bol ekran ömrünün çok uzun olmasını diliyorum. Yazan, çeken, canlandıran ve set gerisinde işin büyüğünü sırtlayan herkesin emeklerine sağlık… Haftaya görüşmek üzere…