Ruhundan Bir Parça Üflemek (Mucize Doktor)
YAZAR: Ayça AKMAN
Konuşmak için sözcükler gerekmez bazen. Fırça darbeleriyle de konuşur insan, müzik notalarıyla, bir yontuyla, kitapla yahut yarattığı karakterle. Ruhundan bir parça üfler, o parça bir insana dokunur; basittir bu kadar belki de karmaşık. Ama biliriz, yüreğimize dokunduğu zaman o şey, değişmişizdir geriye dönülmez şekilde. Çok şey yazıldı, çok şey söylendi Mucize Doktor’a dair. Bir eksik bir fazla ne fark eder kalmasın içimde dedim, sarıldım kalem kâğıda, ruhuma dokunan Ali ve dostlarına “vefa” için.
Uyarlama senaryolarda orijinali seyretmemiş olma hâlini hep bir artı olarak gördüm kendi penceremden. Nedenine niçinine uzun uzadıya girmek istemem ama ilkler daima iz bırakır, olumlu veya olumsuz. Hani yazılıp silinmiş bir sayfaya tekrar yazmak gelmez içinizden ya, öyle işte… Bir sıfır önde başlamış sayıyorum kendimi bu yüzden ve iyi ki önce Ali’yle tanıştım diyorum, iyi ki…
Hiç lafı dolandırmadan söyleyeyim, çok uzun zamandır televizyonda, beni güldürürken ağlatan, ağlatırken güldüren, çoğu kez derin derin iç çektiren, bunu yaparken de terapi seansından çıkmış gibi hissettiren bir iş izlemedim. Orijinal hikâye ve senaryo sahibinin hakkını çoktan teslim ettim, içim rahat ama elbette uyarlama işini sırtlayan senaristler Pınar Bulut ve Onur Koralp de bam teline en uygun notadan basmayı çok iyi biliyorlar. Sadece seyirci olduğum dönemlerde, benim iki beğeni kıstasım vardı: Bir, bölümü sıkılmadan bir kez daha izler miyim, iki; dizinin kurduğu dünya, haftalık gösterimi bittikten sonra bile karakterleriyle beraber uzaklarda bir yerlerde hâlâ dönmeye devam ediyor mu? Kulağa garip gelse de bu formülün hâlâ işlediğini hissediyorum ve evet Mucize Doktor’un tekrarlarını yakalarsam bırakmam ve yine evet, Berhayat Hastanesi her daim oralarda bir yerlerde inanıyorum!
Ali’nin hayat yolculuğu bu, hiç şüphesiz. Taner Ölmez’in enfes yorumuyla inanılmaz empatik bir karakteri evlerimize misafir ediyoruz her hafta lakin Ali büyüme, bir gün öğrenciler yetiştirebilecek seviyede usta bir cerrah olma macerasında yalnız değil. Birbirlerine ayna tutan, “dokunan”, birbirlerinden beslenerek evrilen, her bir oyuncunun ustalıkla hayat verdiği karakterler yumağı var elimizde ki benim baktığım yerden bu da bir başka “mucize”. Ali onların ruhuna dokunuyor, onlar da Ali’nin. Başroller üzerine odaklanıp yan karakterleri üstünkörü geçmeye öyle alıştırılmışız ki her bir karakterin küçük küçük merak unsurunu diri tutarak ete kemiğe bürünmesini deneyimlemek, çok zevkli bir serüven ve sırf bu yüzden bile kalem tutan ellerin hakkını teslim etmek gerek. Açelya, Demir, Tanju Hoca, Ferman, Beliz, Kıvılcım, Adil Hoca, Nazlı hatta Güneş bile onları ilk tanıdığımız hâllerinden çok farklılar. Sabırlı bir seyirci olup açık kapı bıraktığımız her karakter o kapıdan geçerek değişti, değişmeye de devam ediyor. Sadece ben merkezli yaşayan, Ali’yi konfor alanına bir tehdit olarak gören, Demir’i Nazlı’dan kıskanan ve bu yüzden hırçınlaşan Açelya’dan eser yok artık. Ali’yi başarı merdiveninde üzerine basılacak bir basamak olarak gören, karşı cephede duran, onu hiç acımadan harcamaya hazır Tanju‘dan da öyle. Peki, Ferman sarsılmaz otoritesini bir kenara bırakıp nasıl “Ben yanılmışım Ali.” diyebildi? Adil Hoca kaybettiği evladı yerine koyduğu “çocuğun “büyümesi için artık onu özgür bırakması gerektiğini anlayacak ne yaşadı? Hayatla tek başına mücadele etmiş olan Nazlı kendisi gibi yalnız birini gördüğünde hemen tanımıştı fakat odağını Ferman Hoca’dan Ali’ye nasıl çevirebildi? Hepsinin cevabı var çünkü hikâye ince ince her bir karakteri oya gibi işlerken şahit olduk, hak verdik, anladık. Bu dünyada hiç kimse yüzde yüz haklı yahut yüzde yüz haksız değil. Ama günün sonunda Ali sayesinde buluşulan ortak bir payda var ki bizim payımıza da her seferinde sevgiyle alıp kabul etmek düşüyor.
Seyircinin Mucize Doktor’a gösterdiği teveccühü, rekorlar kıran izlenme oranlarını akıl süzgecimden geçirdiğimde türün özelliklerinin de bunda etkili olduğunu görebiliyorum. Bir dedektif gibi hastalıkların izini süren, çare arayan doktorlar her insanın şükür ve umut sinir uçlarını uyararak “arınma” dediğimiz o rahatlatıcı ruh hâline bürünmesini sağlıyor bunu yaparken sosyal mesajları da ihmal etmiyorlar. Ancak asıl maharet izleyiciyi kurulan bu dünyanın içine çekebilmek ki Yusuf Pirhasan rejisinin, oyuncuların ve senaryonun önemi de bu noktada öne çıkıyor, her bir unsur tek tek alkışı hak ediyor.
İçtenlikle inanırım, sıklıkla deneyimlenmezse bazı duygular körelir, küser. Belki de bu yüzdendir Ali’nin doğuştan sahip olduğu sevgiye, nahifliğe, iyiliğe ve bunun insan ruhu üzerindeki iyileştirici gücüne seyircinin sımsıkı sarılması. Çocuk kalbiyle özdeştir bu hisler çünkü geride kalmıştır, unutturmuştur bize yaşadığımız dünya. Ancak çocuk muhakemesi böyle çalışmaz, olağandışı her şeyi varlığına tehdit olarak algılar. Sürünün arasında kayboluyorsanız sorun yaşamazsınız ama biraz farklıysanız bunun bir zenginlik olduğunu ailesinde öğrenmeyen küçük insan, açıklayamadığını reddederek onunla alay eder, lakap takar; dört gözler, kepçe kulaklar, şişko patatesler havada uçuşur. Biz Ali’yi tanıdıkça ona da lakap takıldığını, otizmli bir birey olarak mücadelesinin ailesinde başlayıp sokakta devam ettiğini, reddedilmeyi ilk elden deneyimlediğini öğrendik. “Ben spektrumdayım”, “İnsanlar kabullenmiyorlar beni “, onun ağzından en sık duyduğumuz sözler ve onun gibi farklı insanları olduğu gibi kabul edenler ne yazık ki her on kişiden sadece bir kişi!
İnsan hayatı istatistiklerin içine sıkıştırılamayacak kadar kutsaldır aslında. Bir gün bu verilere bakmaya ihtiyaç duymayacağımız kadar huzurlu bir dünya en büyük dileğim. Abisinin ölümünün ardından onun ”Çocuklar büyümeden cennete gitmesin.“ diye başladığı cerrah olma yolculuğunda yalnız olmadığını görmek, sonuca ulaşmadan asla pes etmeyen iradesini takdir etmek, dostlarının sıcaklığını hissetmek, en çok da Ali’yle birlikte insanı insan yapan tüm o güzellikleri tekrar temize çekmek için ben her perşembe ekran karşısında yerimi almaya devam edeceğim.
Herkesin yürüdüğü patika yerine çiğnenmemiş olanı tercih ederek bu projeye destek olan, emek veren herkesin yüreklerine sağlık… Şairin de dediği gibi “Kalp herkeste var ama yürek başka bir şey!”
Hep sevgiyle kalın!