Sen Anlat Karadeniz 17. bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Hangi dizi olursa olsun, bölüm bitince benim kendime sorduğum ilk soru “Bu bölümde ne oldu?” olur. Eğer bunun net bir cevabı varsa o zaman anlatılanı anlamış sayarım kendimi ve detaylar üzerinde düşünmeye başlarım. Detayları da bütüne yararlıkları ölçüsünde değerlendirir ve öyle kavramaya çabalarım. Rutini bozmadım ve dün akşam da aynı soruyu sordum kendime ve çıkan sonuç beni hayli şaşırttı. Niye mi? “Ne oldu?” sorusunun cevabını vereyim önce: Vedat’ın “Mercan oyunu” kısmen tuttu, Cemil faturayı Tahir’e kesti ve onu vurdu; Tahir, Ceylan’a ulaşmayı başardı. İyi de bu gelinen noktaya sezon finalinde varmalıydık, sezon finali merak ögesinin de zirvesi olacaksa biz neye ve nereye koşuyoruz, acaba? Şaşkınlığımın nedeni tam da bu! Hani, önümü göremiyorum deriz ya; bölüm bittiğinden beri beni durumum tam da bu! Burada takılıp kaldım ve izninizle detaylara geçmeden biraz “yazılı düşünme” ye ihtiyacım var.
Geçen hafta Mercan’ın ölmeyeceğini ve onun intiharının Nefes’i kuşkulandıracağını tahmin etmiştim. Nefes, kuşkularını Tahir ve polisle paylaşınca da işin rengi değişecek ve Vedat, alıştığı kolay zaferlerden birini elde edemeyecekti. Mercan’ın ölmemesi, Vedat’ı riske sokar ve yarım kalan işi tamamlamak isteyeceği de kesin. Eğer Nefes, kuşkularını Mithat’la paylaşmamış olsaydı büyük ihtimalle tamamlayacaktı da… Gelinen noktada Mercan komada… Bu koma ne kadar sürecek belli değil ama bana ölecek gibi gelmiyor, hâlâ. Üstelik Tahir’in Cemil’e “Kızın benim yüzümden kendini asmamış olabilir. Onu birilerinin asmış olma ihtimali var!” açıklaması da boşuna yapılmadı diye düşünüyorum. Cemil ona inanır inanmaz apayrı bir konu ama bu işin ardındakinin Vedat olduğu ortaya çıkacak. Öte yandan Ceylan konusu da bir şekilde çıktı açığa ve Berrak’ın artık susma nedeni ortadan kalkıyor. Vedat’ın Tahir’i öldürtme planı da sonuca ulaşmayacak ve bu, geri tepen ikinci plan olacak. Vedat giderek köşeye sıkışacak. Bu durumda bir sonraki hamlesi için plan yürütemiyorum. Kitlendim, kaldım.
Amerikan Hava Kuvvetlerinde bir söz varmış, dün tesadüfen çıktı karşıma: “Güçlü bir uçak yapmak için güçlü bir düşman gerekir!” Bizim güçlü uçağımız Nefes ve dolayısıyla Tahir, güçlü düşmanımız Vedat. Nefes ve Tahir’in çok güçlü olması için Vedat’ın güç kaybetmemesi gerek. Yazan kalemlerin Vedat’ı kolay lokma yapmayacağını adım gibi biliyorum. Bilmediğim bu defa nereden gol yiyeceğim? İtiraf ediyorum ben sezon finalinden çok fena korkuyorum.
Ben Nefes ve Tahir sevdasına her detayıyla vurgunum ancak Sen Anlat Karadeniz benim için bir aşk öyküsü değil. Aşk, onu zenginleştiren ve gücünü artıran bir katalizör. Nefes’le Tahir aşkının ayrıntılarıyla değil, bunun öyküyü nasıl hızlandırdığıyla ilgileniyorum. Asıl merak ettiğim Vedat gibi bir canavar, önyargılarıyla hayata tutunan bağnaz insanlar ve hayatın acı sürprizleri nasıl alt edilecek? Bütün bunlar Nefes ve Tahir’de nasıl yankı bulacak? Onları nasıl evriltecek? Sanırım bu nedenle “Ceylan öyküsü”nün ne getireceğini de merakla bekliyorum. Bu kez Yiğit’ten çok farklı bir çocuk var karşımızda. Büyük ihtimalle babasının Vedat olduğunu bilen ve onu çok seven ama yine büyük ihtimalle Nefes’ten haberi olmayan bir kız çocuğuyla karşı karşıyayız. Ceylan’ın bulunmuş olması bir anne – kız kavuşması yaratmayacak. Aksine yeni bir sorun doğuracak.
Yiğit, Nefes tarafından çok özenle yetiştirilmiş üstelik yaşananların birebir tanığı olmuş bir çocuk. Oysa Ceylan ne o eğitimden geçti ne de olup bitenlere şahit oldu. Bu çocuğun Vedat’tan kopması da Nefes’i anne olarak kabul etmesi de çok zor. Ceylan – Nefes ilişkisi Yiğit – Vedat ilişkisinin rövanşı olacak gibi duruyor. Bunun Nefes’te yaratacağı yıkım da yeni çatışmaların göbeğine oturacak gibi… Ben de bu noktada “öykü gardiyanlığı” yapmayacağım çünkü yazan kalemlere güvenim sonsuz. Onların açtığı her yeni yolda olduğu gibi burada da karşılaşacağım yeni macerayı sabırsızlıkla bekliyorum ve bütünü biraz öteleyip detayların içinde kaybolmak istiyorum izninizle.
“Göğsüm üşüyor!” dedi, merhametine âşık olunan adam… Sizin hiç göğsünüz üşüdü mü? Üşüdüyse bilirsiniz; vicdanınız, acınız, yalnızlığınız bedeninizi alev alev yakarken yüreğiniz buz keser. Sizi kül eden alevler, oradaki buza teğet geçer ve içiniz titrer. Titreyişiniz alevleri coşturur, canınız daha çok yanmaya başlar. Yangını söndürmek için ne yapacağınızı bilemeden çarpınırsınız sağa sola ama debelendikçe daha da beter yanarsınız. Tek çare birinin alevlerin içine elini sokup donmuş yüreğinizi avcuna almasıdır. Avcunda ısıtıp buzlarını çözmesidir. Ancak “Benim olan benim değil, sana ait!” diyen “biri” varsa o yüreği avuçlayabilir. İşte, yüreğinizi ele geçirdiğinde de artık siz, “onun” olmuşsunuzdur ve kendiniz üzerinde hak iddia edemez, onun ellerinde yeniden doğmayı beklersiniz.
Başkasının canavarlığından utanıp Nefes’ten özür dileyen adam Tahir… Nefes’in “merhamet”ine âşık olduğu Tahir… Bu adam, biri onun yüzünden canına kıymaya kalkarsa durabilir mi iki ayağının üzerinde? Mercan’ın boynuna geçen kement, Tahir’in boynuna geçip onu Karadeniz’in karanlığına fırlatır. O karanlığa gömüldüğü an da “söz”lerin hükmü kalmaz. Ancak Nefes’in yaptığını yaparsınız: Beklersiniz, beklersiniz ve beklersiniz. Ne zamanki kendi dalgalarıyla savaşmaya, debelenmeye başlar; işte, o anda sağa sola savurduğu elini tutar ve onu çekip çıkarırsınız. Öyle büyük ki Tahir’in vicdan azabı; ruhunu huzura erdirecek dizden, kokusuyla dirileceği saçtan “layık olmadığı” için bucak bucak kaçtı ve çareyi vicdan yükünü biraz olsun hafifletmek için Nefes’in kızını aramakta buldu. Nefes, Mercan’ın intihar etmediğini anlayıp olayın üstüne gitmese ne bulacağı Ceylan ne Cemil’in yumrukları ne de kapısının önünde sabahlayan Nefes acısına merhem olurdu.
Nefes’in “umudu” zekâsıyla birleştiğinde Vedat için de Tahir için de olayın seyri değişti. Ancak Tahir’in omzundaki vicdan yükü bu kez Nefes’in sırtına bindi. Günahsız bir insanın onun yerine ölüme gönderilmesi çok büyük bir sınav… Bu noktada “Vedat manyak, Mercan’ı öldürmeye kalkmak, benim suçum değil, onun canavarlığı” mantığını yürütmek çok zor. İçinde bir tutam merhamet olan herkes o anda “Ben olmasam Mercan’ın başına bu gelmezdi.” duygusunu yaşar ve kahrolur. Aklınız doğruyu bilse de duygularınız “ama…” demeyi sürdürür. İşte tam da o anda birinin “Dur bakalım, senin bana ait olana zarar vermeye hakkın yok!” deyip sizi bir silkelemesi gerekir. “Dizim, omzum… hepsi senin” dediğiniz adam “Sen, benim Nefes’imin canını acıtamazsın!” dediğinde kendinizi onun kucağına atar ve “İyi madem, sen iyileştir o zaman kanayan yerlerimi.” diye sığınırsınız, elbette!
Tahir “Haaaa, susmuyoruz demek o mevzuları…” dediği andan beri sevdasını ailesinden de köyden de Nefes’ten de gizlemedi. “Nefes’im” dedi ve o sevdayla nefes aldı ama Nefes bütün varlığıyla itiraf etse de hiç dile dökmemişti. Gel gör ki onu kendinden kollayan Tahir’in, kendine yaptıkları Nefes’in de dudağının mührünü çözdü. Bana sorarsanız Benim Tahir’im hitabı, nikâhta sarf ettiği kuru bir “evet”ten çok daha gerçek bir imzadır. O imzayı attığı anda da “Tahir’den utanıp Tahir’e sığınır” elbet ve o imzayı attığı andan itibaren hayatındaki “Vedat izleri”nden en büyüğünü silip atabilir. Bana sorarsan Tahirciğim “Vedat’ın ruhundaki izlerini silmeden sana rızam yok!” dediydin ya; hah, şimdi o rızayı gönül rahatlığıyla ver sen, annem! Zira Nefes’in yüreği artık “tahir”…
Civra’daki sahnelerin güzelliğinden kendimi zorla ayırıp finalde Cemil’in silahı çektiği âna ulaştığımda beynimde bir müzik yoldaşlık etmeye başladı bana. İtiraf ediyorum türkü bilen biri değilim, Karadeniz müziklerine de aşinalığım yoktur ama nerden duyup nerden hatırladım bilmem Rahmetli Kazım Koyuncu’nun sesi beynimi ele geçirdi. Cemil, silahı ateşledikten sonra “Göğsünden değil, tam yanından vurdum!” dediğinde yaşlar ip gibi inmeye başladı, bende ve o an Cemil’e “Vuramazsın ki göğsünden orda Tahir yok, orası Nefes’in köşkü” demek istedim. Silahı Nefes’in göğsüne doğrultsa öldürürdü Tahir’i Cemil, şimdi vurulan Nefes… Nefes’in çığlığı da ondan dağladı yüreğimi. Sıkılan o kurşun Nefes’in “umudu”nu öldürmeyecek elbette ama Tahir’in başını yeniden göğsüne yatırmadıkça da Nefes’in yüreğindeki kan dinmeyecek.
O feryadı taaaa ciğerime işleten İrem Helvacıoğlu ve final sahnesinin her karesinde vurulduğum Ulaş Tuna Astepe emeğinize, yüreğinize sağlık.
- ”Hangi şarkıyı hatırladı da bu kadın, yüreği dağlandı?” sorusu aklınıza düşerse diye linki buraya bırakıyorum.