Yazar: Şehriban Simay DEMİR

Çoğu zaman “Çevremdeki  insanlar beni sevmese, neler yaşadığımı bilmese de olur” diye düşünüyorum. Bundan dolayı beni yargıladıklarında bile susmayı tercih ediyorum, kendimi açıklamak için uğraşmıyorum. Çünkü zaten onlar ne yaşadığımı bilmese bile ben biliyorum. Bu yüzden kendimi onların düşüncelerine göre şekillendirmeye çalışıp yıpratmıyor ve seviyorum. Böyle yaşayınca başkalarının benim hakkımda ne düşündüğü çok da  önemli olmuyor. Fakat Zeynep için durum böyle değil. O kendini sevmediği, benliğinin farkında olmadığı için  sürekli çevresindekilere, onların kararlarına göre yaşayıp savrulup durdu. Ne zaman içindeki fırtınalı deniz duruldu, düşünceleri netleşti ve kendisiyle barışmaya başladı, işte o zaman odağı “ben” olmaktan çıktı.

Zeynep kendini sevmeyi, olduğu gibi kabullenmeyi yeni yeni kavramaya başlamış durumda. Kendini kabullenmişken annelerini, yaşadıkları hayatı ve o hayattan utanmadan yoluna devam edebilmeyi de öğreniyor aynı zamanda. Eski yaşamından, istenmeyen olmaktan utanıp en yakınlarına bile, bunu itiraf edemezken şimdi gururla sunucunun sorularını yanıtlayabiliyor mesela. Zamanında annesinin aslında bakıcısı olmadığını dahi kimseye söyleyemezken şimdi göğsünü gere gere “Bu benim annem!” diyebiliyor çalışma arkadaşlarına. Geçmişinden kurtulmaya değil, geçmişte kalmamaya çabalıyor. Bu yüzden Barış’la mutlu olmaya ve aralarına hiçbir engelin ya da yanlış anlaşılmanın girmemesi için elinden geleni yapmaya özen gösteriyor nihayet. Değişmeye ve geçmişte takılı kalmamaya çalışıyor. Ne var ki, Zeynep annesiyle Faruk’u tanıştırdığı zamandan bu yana çok değişmiş olsa da Sakine o günden holdinge geldiği bugüne kadar hiç değişmedi. Hâlâ kendini zavallı, çaresiz ve yalnız gösterme çabasında.

Sakine bu güne kadar gördüğüm en bencil insanlardan biri. Kendi mutluluğu için kızının mutluluğunu yine hiçe sayıyor. Zeynep ne zaman mutlu olmak için bir adım atsa Sakine, bir şekilde mahvetti o anı. Zeynep konusunda yaptıklarına her ne kadar artık alışmış olsam da Gülbin’in yaşadıklarını öğrenince gerçekten nefret ettim Sakine’den ve bir kez daha anladım ki herkes anne baba olmamalı. Bir kere bile kızına inanmayı seçmemiş, onun yanında olmak, onu anlamak için uğraşmamış “Kızım sen ne yaşadın?” diye sormadan onu suçlamayı tercih etmiş. Kızı tacize uğramış ama o, onun yanında olmak yerine kızını cezalandırıp sindirmeyi uygun bulmuş babasıyla (!). Zaten böyle böyle sinmiyor mu mağdurlar? En yakınlarım bile inanmayacak düşüncesi yüzünden susmuyorlar mı?  Bu durum sanki onların suçuymuş gibi toplum olarak ayıplanmıyorlar mı? Cesaretini toplayıp konuşana, şikayet edene bile “Bu güne kadar neredeydin, neden söylemedin, şimdi neden söylüyorsun? ” diye bir de hesap sorulmuyor mu? Gülbin, o küçük yaşında en güvendiklerine, sığındığı, ailem dediği kişilere  kendini anlatamamış bir de üstüne cezalandırılmış; çocukluk travması çok ağır. O taciz kurbanı olmuş gencecik bir kadın. Evini, ailesini terk etmek zorunda kalmış. Kimse söylediklerine inanmamış en ihtiyacı olduğu anda yanında ne annem dediği insanı ne de babam dediği adamı bulabilmiş. Bağırmış, ama sesini duyan olmamış o evde. Yıllarca bu acı yarayla yaşamak zorunda bırakılmış. Bu yüzden annesine olan öfkesini gayet iyi anlasam da hâlâ neden Zeynep’e karşı bu kadar kinli çözebilmiş değilim. Sonuçta Zeynep onun neler yaşadığını bilmeyecek kadar küçükmüş. Üstelik konuşmalarında ablasına karşı hiçbir önyargısı yok, sadece biraz sitemi, çokça da özlemi var. Gülbin’in, Zeynep’le abisini ve ablasını konuştuktan sonra gizlice döktüğü gözyaşlarını olumlu bir işaret olarak almak istiyorum, bu nedenle. Kim gerçek kurban, kim suçlu bakalım bu ayrımı yapabilecek ve pişman olacak mı Gülbin?

Zeynep’in bir kurban olarak mücadele ettiği bu hayatta en büyük şansı Nermin’se, en mutlu tesadüfü de Barış’la tanışmış olması bana kalırsa. O, Barış’la tanıştıktan sonra yaşamında bir dönüm noktası yaşadı sanki. Özgürlüğünü geri almak için uğraştı, hayatının iplerini çoğu zaman salsa da eninde sonunda yaşamının başrolü olmak için mücadele etti. Barış, tüm sorunlarında hep yanında oldu. Zekâsı, yol göstericiliği, sonsuz desteği ve sabrıyla Zeynep’in kurtarıcısı oldu adeta. Zeynep hayatı yoluna girip biraz rahatlayınca ancak anlamaya başladı Barış’ın onun hayatındaki değerini ve yerini. Bu yüzden “Ben duygularımdan eminim artık ne olur sen de güven bana!” diye sundu ona aşkını en sonunda. Barış bu sözleri duymayı o kadar çok beklemiş ve istemişti ki Zeynep “Sanki ilk defa sarılıyormuşuz gibi sarılalım.” dediğinde uzun zamandır nefes alamıyormuş da şimdi almaya başlamış gibi rahatladı çünkü o hayatı boyunca birinin onu ikinci sıraya koymadan sevmesini beklemişti.

Evet, birinin ilk tercihi olamaması Barış’ı bu kadar derinden üzen. Ne annesi beklediği, ihtiyacı olan sevgiyi göstermiş ne de babası onun da bir çocuk olduğunu hatırlayıp ona göre davranmış. Küçücük bir ilgi istediğinde bencillikle suçlanmış. Çocukluğu başkalarının hayatında bir köşede biblo gibi sevilmek, ilgi görmek için sırasını beklemekle geçmiş. O, dünyayı onun için daha iyi bir yer hâline getirmek istediği Zeynep’in, sadece ona söz verdiği için evlenmek  istediğini zannettiğinden bu kadar kırıldı, böyle büyük tepki verdi çünkü artık dayanamıyor. Barış, bekleyemeyecek kadar yorgun ve yıpranmış durumda, Zeynep’in hayatında da bir köşede sığıntı gibi bekletilmeye tahammülü yok.  “Bana hayatım boyunca beklemem öğretildi. Beklemem, sabretmem… Kardeşimin iyileşmesini bekledim, annemin bana ayıracak vaktinin olmasının bekledim.”  diye isyan edişi de bundan. O, Zeynep’i kaybetmekten o kadar çok korkuyordu ki bütün çocukluk travmaları geri döndü. Ne ondan vazgeçecek cesareti vardı ne de artık yanında duracak takati kalmıştı. Bu yüzden yanına gider gitmez konuya girip bu iş bitsin istedi. Çünkü Barış yıllarca ilgisizliğini, sevgisizliğini bir sandığa gömer gibi gömmüş içine. Sanki o sandığı çıkarıp bakarsa tüm geçmişi geri dönüp o yalnızlığa mahkûm edecekmiş gibi korktuğu için çıkarıp atamamış derinliklerinden. Zeynep’i duyduktan sonra belki de ilk kez yüzleşti o kırıklarıyla, o en derine gömdüğü sandığıyla. Sevgisizlik Barış’ın içinde o kadar büyük bir yara ki değer verdiği birine sevgisini sonsuz gösterebiliyor. Ona sevildiğini hissettirmek için elinden geleni yapıyor ve ona verilmeyen sevgiyi o karşısındakine vererek kapatıyor yaralarını. Bazı yaralar kapanmaz kolay kolay, kabuk tutar ve kendini unutturur ama en ufak bir darbede o kabuk kırılır ve çok daha fazla can yakar, o darbe çok hafif olsa bile. Bu sebeple sevdiğinden gelen en ufak bir sevgisizlik belirtisi onu en yaralı yerinden yakalıyor ve darmaduman ediyor, kabuk tutan yaralarını deşiyor. “Şimdi Zeynep kalbimi her kırdığında o eli tutulsun, başı okşansın istenen çocuğu hatırlıyorum” diyecek kadar yalnız ve öyle çaresiz durumdaydı. Çocukken yaşadıkları, Zeynep’in  belirsizlikleri, ondan duydukları Barış’a aşkını sorgulatsa da Zeynep’e kendini ilk defa açtığı yerde Zeynep’in ona olan aşkına ve duygularına güvenmesini istemesi, ondan vazgeçmeyeceğini ne olursa olsun her zorluğu birlikte aşmak istediklerini ilk defa bu kadar net dile getirmesi, Barış’la yaşamak için ev bakması, onu kaybetmek istemediğini ona hissettirmesi Barış’ın yeniden mutlu olmasına ve Zeynep’in aşkına inanmasına neden oldu. Zaten en ufak bir inanç kırıntısına razıydı ve inanmayı seçti. Banaysa “Sevilmek sana çok yakışıyor Barış Tunahan” demek kaldı. Hep mutlu olması temennisiyle…

Yine de benim asıl merak ettiğim Nesrin’in Gülbin ve Tarık’ın da dolandırıcı olduğu ortaya çıktığında yani Zeynep’in yaşamında sorunlar yine baş göstermeye başladığında Zeynep’in Barış’a tepkisinin nasıl olacağı. Her zaman yaptığı gibi yine aralarına aşılmaz duvarlar mı örecek yoksa söz verdiği gibi yanında durup tüm engelleri birlikte mi aşacaklar? Asıl o zaman Zeynep’in aşkı, sevgisi güven verip veremeyeceği belli olacak bana göre.

Haftaya görüşmek üzere.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.