Söz Dizisi 5. Bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Söz’ün bu haftaki bölümünü Yavuz Üsteğmen’in yol ayrımında bıraktık. Sarı Komutan’la Çolak’ın şu ana dek; en dolaysız, en direkt karşı karşıya kaldıkları bölümdü, bu.
Eylem’in çantasındaki takip cihazının bulunmasının ardından gelişen olaylar, ne yazık ki, bütün timi tehlikeye atacak noktaya vardı. Avrupa Birliği vatandaşı olan Eylem’in, Çolak’ın elinde esir dahi olsa hayati tehlikesinin bulunmadığını biz, izleyici olarak biliyorduk, elbette ama onun yakalanmasından kendini sorumlu hisseden Fethi’nin bu çıkarımı yapması mümkün olmadı.
Çolak, Eylem’in elinde oluşunu, propaganda için fırsat sayarken bana kalırsa ona hiç yakışmayan bir hata yapıp olası saldırı yerlerini gösteren fotoğrafları ortada bıraktı. Eylem’in bu fotoğrafları görmüş olması şu an için düşüncelerini bir anda değiştirmese de ilerleyen bölümlerde parçaları birleştirmesine yardımcı olabilir.
Çolak’ın Eylem’e göstermeye çalıştığı “pembe tablo”nun ardındaki gerçekleri montajla izleyiciye sunma fikrini çok beğendiğimi söylemeliyim. Bu noktada objektif izleyiciliğimi bir süreliğine de olsa kaybedip Çolak’tan tiksindiğim doğrudur.
Her ne kadar olayların dışında kalıp yabancılaşarak izlemeyi başarıyorsam da Çolak’ın hem gerçeği bu denli çarpıtıp bambaşka bir imaj çizmesinde hem de mayın tarlasını geçerken sivilleri kullanmasında nefret duyguma engel olamadım. Tek suçları o an, orada bulunmak olan bir aileyi kendi hayatını korumak adına ileri sürmek tam da Çolak psikopatlığında bir adamın düşünmeksizin yapabileceği bir eylemdi, elbette.
Mayın tarlasını geçen Çolak’ın sivilleri kullanmış olması duygu olarak ne kadar çarpıcıysa detay ve işleniş olarak da bir o kadar zayıftı. Tarlanın başında duran çocuğu güvenli alana almayı akıl etmeyen tim, ancak mayın patlayınca ayak izlerini takip ederek kadını kurtarmayı düşündü. Onu da geçtim, mayının tam üstünde duran Keşanlı, çocuğu teslim ettikten sonra hiç itirazsız Yavuz’un onu kurtarmasını beklemekteydi. O sırada söylediği “Kucağımda çocuk olmasaydı patlayıp şehit olabilecektim.” repliği; duruşu ve mimikleriyle hiç örtüşmediğinden bana sorarsanız Mücahit’in şu ana dek ısrarla vurguladığı “şehit olma tutkusu” nu, ne yazık ki, bir anda yok etti. Onun bu tutkuya bağlı deliliği, benim gözümde inandırıcılığını o anda kaybetti. Elbette can tatlı, elbette başına kötü bir şey gelsin istemeyiz ve elbette Yavuz onu kurtarmak için deli gibi çırpınacaktı, bunların hepsi doğru eylemler ama Mücahit de kendine yakışanı yapıp Yavuz’un işini zorlaştırmalıydı. Bu hem gerilimi artıracak hem de sahnenin etkileyiciliğini katlayacaktı.
Olayın diğer cephesinde Bahar var. Son anda kahramanca bir hareketle yaralı teröristin yakalanmasını sağladıysa da o sekansın gelişimi de bence inandırıcılığı zayıf yerlerden biriydi. Ağır yaralı rolü oynayan teröristin oyununa polis düşebilir, hatta Ateş ve Yavuz da düşebilir ama bir doktorun yaralının durumunu doğru değerlendirememesini aklım kabul etmiyor. Adamın son derece enerjik olduğu üstelik gayet ustaca kaçma planı hazırlayabildiğini dikkate alınca yarasının önemsiz olduğu da aşikâr. Bunu bir doktorun fark etmemiş olması, yine sekansın işlenişi bakımından bana göre ciddi bir eksiydi.
Fatma ve Hafız öyküsünü ise çok doğru ve inandırıcı buluyorum, baştan beri. Yaşananlar daha doğrusu yaşanamayanlar, “boşanma” fikrini doğuracaktı. Gerçi Fatma’nın her şeye rağmen çok sevdiği Hafız’dan vazgeçebileceğine inanmıyordum ki anlaşılan son anda cayacak. Yine de vazgeçme noktasına gelmesi çok normal. Sağlıklı bir insanın dahi üstesinden gelmekte zorlanacağı “uzaktan yaşanan evlilik” Fatma gibi psikolojisi altüst olmuş bir kadının şu an kaldırabileceği bir durum değil. Hafız’ın vurulması ve esir düşmesi, Fatma için bence olumlu itici güç olacaktır. Kaybetme korkusu, vazgeçememeyi doğuracak ve büyük ihtimalle depresyonuna da çare olacaktır.
Hafız’ın ve diğerlerinin kurtuluşu, Yavuz’un vereceği karara bağlı. Bir yanda devlet temsilcisi olarak “Teröristle pazarlık yapılmaz. “ ilkesi diğer yanda can dostları ve yoldaşları… Onun asker yönünün mü insan yönünün mü ağır basacağını gelecek bölümde öğreneceğiz.
Hikâyede sevdiğim özelliklerden biri Yavuz Üsteğmen karakteri… Çok doğru yazıldığını ve iyi geliştirildiğini düşünüyorum ama bir eksik boyut var bana kalırsa. Yavuz’un kaybettiği nişanlısını ve özellikle bu sebepten Çolak’la şahsî davasını biliyoruz ama Yavuz’un art hikâyesi net değil. Ailesi, onu asker olmaya yönelten itki, iç dünyası şu an için belirsiz. Oyuncunun başarısıyla Yavuz Üsteğmen, yaşayan ve iyi bir karakter olarak görünse de perde arkasındakilerin açığa çıkması şart. Ana kahramanın üç boyutlu hâle gelmesi buna bağlı, aksi takdirde bir süre sonra oyunculuk değilse de karakter tıkanacak diye endişeleniyorum .
Yavuz ve Bahar’ın ilişkisi anladığım kadarıyla daha yavaş ilerleyecek. Bence çok isabetli bir karar… Yavuz’un yeni bir ilişkiye hazır hâle gelmesi için önce ruhunu tedavi etmesi, ardından bir sevgi ihtiyacı yaşaması lazım. Her iki durum için de Yavuz’un karakterine ve onu ayakta tutan detaylara ihtiyacımız var.
İlk bölümden itibaren bana göre oyuncu kadrosunun iki zayıf halkasının Nihat Altınkaya ve Aybüke Pusat olduğunu yazıyorum. Bölümler ilerledikçe diğer oyuncular rollerine daha iyi oturdukça, ne yazık ki, her ikisinin olmamışlıkları daha fazla rahatsız ediyor beni. Sorun ortak aslında: Her ikisinde de duruma göre biçimlenmeyen duruş ve mimikler… Neşeliyken de gerginken de üzüntülüyken de aynı tavırları taşıyor olmaları… Her iki oyuncunun da öyküde kritik işlevleri olduğu düşünülürse kısa vadede durumu, şimdikinden farklı bir oyuncu rejisiyle toparlamaya çalışmak gerek, diye düşünüyorum. Uzun vadede ise dileğim, yola yeni isimlerle devam etmek.
Yavuz Üsteğmen olarak Tolga Sarıtaş’ı ilk bölümden beri beğeniyorum. Yavuz eksikleri olan bir karakter olsa da Tolga Sarıtaş, bunları göze batıcı hâle getirmeden yumuşatmayı iyi biliyor. Bu hafta özellikle final sahnesinde hem Çolak’la diyalogunda hem de Feyzullah’ı azarlarken çok başarılı buldum. Çabuk değişen ruh hâllerini ve tepkileri çok doğru verdi. Senaryonun oyuncunun işini biraz daha kolaylayacak içimde değişmesini ümit ediyorum.
Gelecek hafta Yavuz’un asker değil insan olarak karar vereceğine ve Çolak’ın bir kez daha onun elinden kaçacağına inanıyorum. Öykünün çatışmasının seyri düşünüldüğünde olması gereken de bu ama bir nokta hâlâ zihnimi kurcalıyor: Bunca imkân tanınan, bu kadar destek verilen Çolak’ın şu ana dek Yavuz’a karşı net bir başarı sağlayamaması onu maddi, manevi besleyenlerin niye bir türlü dikkatini çekmiyor, acaba? Çolak, koşulsuz destek almayı niye hâlâ sürdürüyor, niye pozisyonu tehlikeye girmiyor?
Son olayda da yine hiç zarar görmeden ve tepki almadan çıkarsa benim için pek de inandırıcı olmayacak. Bekleyip göreceğiz, bakalım.