Vuslat ve kahramanları

                                                       Yazar: Sinem ÖZCAN 

Geçen hafta Vuslat’ı izleyememiş ve dolayısıyla da yazamamıştım. Bu hafta açığı kapar ve kaldığım yerden devam ederim diye düşünüyordum. Bilenler bilir, Vuslat benim kıymetlimdir. Birbirine üç aşağı beş yukarı benzeyen TV dizileri içinde ben onun özgünlüğüne, konusunun tazeliğine, çatışmasının giriftliğine, karakterlerinin derinliğine ve senaryo diline vurgundum. Bu tür işlerde yapılan her değişikliğin işin yapısında farklılık yaratacağını bilecek kadar da izleyicilik deneyimim var. Bu farklılığı üç bölüm gözlemleme kararı almıştım, kendi kendime ve geldiğim noktada da çok üzülerek bu kez, bir veda yazısı yazma mecburiyeti hissediyorum.

Son iki bölümü bütün olarak değerlendirdiğimde öykünün temelinde bir değişikliğe gidildiğini görüyorum. Aziz’in manevi yolculuğunun ve Hakk’a visalinin öyküsüydü, Vuslat. Bu da satranç-ı urefa üzerinden yürüyen ve her hafta bir durakta soluklandığımız bir zemine oturtulmuştu. Aziz, Feride ve Kerem’in dedelerinden bugüne ulaşan sır, Aziz’in yolculuğunun çatışmasını oluşturuyor ve Feride’ye duyduğu aşk, ona “hakiki aşk”a ulaşmada bir merhale oluyordu. Son üç bölümde gördüğümse bu yolculuğun geriye itilmesi ve ana çatışmanın bir an önce çözülmesi gayreti oldu. Bu, kalemi tutan ellerin tercihidir “doğrudur, yanlıştır” tartışmasına girmek benim haddim değil. Ne var ki 27 bölüm boyunca atılan düğümler, Zehra Hanım’ın mahalleye gelip bık bık bık konuşmasıyla çözülmeye kalkılırsa ben orada bir “Ne oluyoruz?” derim. Valla dürüst olayım, bir gün Hasibe ile aynı fikirde olacağımı rüyamda görsem inanmazdım ama bölümü izlerken “Hay ağzına sağlık!” dedim, Hasibe Hanım’a. Mahalleye geldiği andan beri bir türlü susmayan, önüne geleni, önüne gelene anlatan üstelik de bunu “Ben konuşmamam gerektiğini bilmiyordum.” tavrıyla gözlerini şaşkın şaşkın açarak yapan Zehra Hanım’a hiç ısınamadım, maalesef. Bu kadar girift bir alt metnin, Zehra’nın sıradan “hikâyecik”leriyle çözülmesini ben anlasam da kabullenemiyorum üzgünüm. Ben “Geçmiş hikâyenin üstünü bir an önce kapamak istiyoruz, o yüzden de alın size açıklama!” aceleciliği sezdim ve bu da hoşuma gitmedi.

Aziz’in yaşananlarla ilgili şüpheleri ve bunun sancılarıyla karşılaştık bu hafta. Aziz, akıl adamı ve akılla yola çıkan herkes gibi şüphe eder, etmeli de burada hiçbir sorun yok. Sorun, gördüğü rüyaları tümden unutarak, gözüyle gördüklerini hatırlamayarak, düzenbazlığıyla meşhur babasının mükemmel tiyatrosuna kanıp Salih Baba’nın dükkânında soluğu alması. Kardeşim sen değil misin, babanı bitirme kararı alan; sen değil misin, komadan çıktığında size bunları yaşatanlardan hesap sormaya ant içen? Sana içirilen zehiri, gördüğün rüyaları da mı Salih Koluber ayarladı diye sormazlar mı adama?

Öte yandan çok değil daha üç dört bölüm önce “Benim sana güvenim tam, ben bize inanamıyorum!” deyip Aziz’e hayatının en ağır cezasını veren, yüzüğü parmağından çıkaran Feride, ne ara Nehir’le avaz avaz kavgaya tutuşacak onu da geçtim Aziz’e “Sen bize inanmıyor musun?” sızlanmasına düşecek kadın oldu? Üstüne üstlük Aziz’in Salih Baba’ya kuşkusunu hangi mantık zinciriyle kendi ilişkilerine bağladı, kusura bakmayın zerrece anlamadım. Benim bildiğim Feride, Nehir’i kendine rakip görmez, yaşadığı ilişkiden de karşısındaki adamdan da kendinden de kuşku duymazdı. Aziz nasıl akıl sembolüyse Feride de sağduyu sembolüydü çünkü benim dizimde.

İçimi en çok acıtansa Kerem… Şeytani zekâsı, ince ince kurguladığı planları ve alev alev yanan intikam ateşiyle tanıdım ben onu. Tahsin’in de Aziz’in de korkulu rüyasıydı, Kerem. Kimse onun ne yapacağını kestiremez, kimse ona önlem alamazdı. Kerem, çatışmanın akışını değiştiren, yolları çıkmaz yapan ve her seferinde kimin kazanacağına karar veren jokerdi. Maalesef ben üç bölümdür o ateş parçası adamın yerinde sadece etraftaki herkesle alay eden, serseri mayın gibi oradan oraya dolanan, herhangi bir planı bırakın, ufacık bir eylemi bile olmayan bir Kerem izliyorum. Kendisine kafa tutan Hasibe’ye dahi ağzının payını veremeyen bir Kerem’den söz ediyoruz. Duygusallığıyla, acılarıyla, öfkesi ve planlarıyla, intikam hırsıyla dolu Kerem, ne yazık ki, bir karton karaktere dönüşmüş. Fırat’ı, Necmi’yi, Abdullah Efendi’yi ve hatta Sultan’ı hiç söylemiyorum bile. Üzgünüm ama Enes’in öğrenim hayatındaki başarılar ya da gömleğinin deseni, Damla ve Yağmur’un kuafördeki dedikoduları hiç ilgimi çekmiyor. Aslına bakarsanız ana çatışmayı beslemeyen hiçbir yan öykü beni ilgilendirmiyor.

Aziz’in kütüphane kurdu olduğu bilgisini sevmiş olsam da eski edebiyata merakını takdir etmiş olsam da Muhibbi’nin beytini okuyan Aziz’e, Altan’ın “Benim senin kadar edebiyat bilgim yok. Anlat da ne dediğini anlayayım.” cevabını ve ardından gelen açıklamaya “Aaaa, aynı ben.” sığlığını da benimseyemiyorum. Haaaa, elbette gerekçeyi çok iyi biliyorum. O dile, o edebiyata vakıf olmayan izleyicinin sesi oluyor Altan ve izleyicinin anlamasını kolaylaştırma hedefi güdülüyor da bunu okul ders kitabı cümleleriyle yapmasak mı acaba? Dizinin bütün ruhunu söküp aldığı gibi, sahnenin de içini boşaltıyor, zira.

Olayları bir an önce çözme arzusu, ortaya birtakım sonuçlar koyuyor elbette; ne var ki eldeki nedenler, o sonuçları doğurmuyor. Yani sağlam çatışmanın olmazsa olmazı neden – sonuç ilişkisi külliyen güme gitmiş. Zehra Hanım’la birlikte ortaya çıkan bir ev meselemiz var, mesela. Faik Bey ve Süheyla’nın yaşadıkları ev. Sonucu sağ olsun Zehra Hanım’dan öğrendik. O ev, Faik Bey’e ve Süheyla’ya mutluluk getirmemiş ve Faik Bey’de büyük acıları var. Buna da peki! Faik Bey, dükkânı satan Hasibe’ye kızdı ve onu cezalandırma kararı aldı. Ceza ne? O geçmişi olan, anıları olan eve taşınmak. Pardon da sen kimi cezalandırıyorsun Faik Bey? Hasibe’yi mi, kendini mi? O evin önünden geçemeyen sen, Süheyla’nın anılarıyla dolu eve Hasibe’yi getirerek kimi pişman ediyorsun? Bu sebep, bu sonucu nasıl doğurdu, anlayan biri sevabına, bana da anlatsın?

Bülent Bey, Tahsin’i kenara çekip “Aziz’in yetkilerini alacaksın, elinden!” ültimatomunda bulunuyor ve oğlunu öldürmekle tehdit ediyor. Bu durumda biz Tahsin Bey’den ne bekleriz? Ya bu kararı uygulamak için bir plan yapmasını ya da Bülent’i alt etmenin bir yolunu bulmasını. Peki, Tahsin ne yapıyor? Aziz’i eve çağırıp kardeşini öldürenin Salih Baba olduğunu açıklıyor. Niye? Çünkü Aziz’in Salih Koluber’le ilgili şüphelerine mantıklı bir zemin lazım ve öyküyü oluşturan kalemler bu zemini hazırlıyor. Eee, peki Aziz – şirket – Bülent Bey diyecek oluyorsunuz. Cevap yok.

Ailesini katleden adamın peşine düşen, bu yüzden yemini bozup yeniden paltoyu sırtına atan Necmi’ye bakıyorsunuz, torunları karşısına alıp en dervişane hâliyle “Ben sadece bekçiyim!” diyor. İyi de kardeşim, o zaman Ali’nin kafasına çuvalı geçirip neden depolarda sorguya aldın, deseniz ona da cevap yok. Kısacası nedenlerle sonuçların bağı koptu, gidiyor.

Şimdi bana “İyi de kardeşim, boş konuşuyorsun, dizinin reytingi arttı.” diyenler olacaktır. Haklısınız da… Bölüm içinde özellikle reytinge sallanan elleri ben de görüyorum. Üstelik bu hafta Feride’nin ağzından işittik “Aziz ve Feride’nin vuslatı” ifadesini. Yani demek ki dizinin odağı da değişiyor. Aziz’in manevi yolculuğu, Aziz ve Feride’nin vuslatına evrilecek. Bu da “benim için” dizinin benzerlerinden farkının kalmaması demek. Birbirini seven ve kavuşamayan âşıklar konusu, Yeşilçam’dan beri farklı varyasyonlarla binlerce defa iyisiyle kötüsüyle anlatıldı. Tamamen kendi adıma konuşuyorum, benim Vuslat’ta aradığım şey Aziz ve Feride aşkı değil. “Bunu anlatacağım arkadaşım!” diyene saygım sonsuz ama o zaman, ben bu yolculukta yokum ve sağda, müsait bir yerde ineyim mümkünse.

Hikâye anlatıcılığını bayılarak izlediğim, enfes rejisiyle bana uzun zamandır unuttuğum tadı yaşatan başta Barış Yöş Hoca olmak üzere, giydikleri karakterleri canı gönülden sırtlayan bütün oyunculara, beni Vuslat gibi farklı bir işle tanıştıran herkese yürekten teşekkür ederim.  “İyi bir şey söyleyemiyorsan sus!” edebi gereği, ben artık sükûtu yeğliyorum izninizle ve haftalar boyu süren Vuslat maceramın sonuna geldim ama dizinin yolu açık olsun. Sürçülisan ettimse affola!

 

 

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

8 Comments

  1. Anonim 19/11/2019

    Senarist değişince evdeki hesabın çarşıya uymadığını anlamıştık. Son iki bölüm beni de çok yordu o güzel manevi iklim yerini anlamsız bir karmaşaya bıraktı. Dizi reyting alsın diye yapildiysa da netice aynı olacaktir çünkü yenileri eklenirken bir taraftan da beklentileri karşılaayan kitleyi kaybedecektir.

    1. Sinem ÖZCAN 20/11/2019

      Maalesef çok haklısınız. Bu dizi total izleyici için kaybedilmemeliydi ama maalesef olmadı.

  2. 🌸 19/11/2019

    Sinem hanım yorumunuzu bekliyordum geçen haftadan bu yana. Diziyi yaklaşık 2 ay önce sizinle birlikte izledim diyebilirim en baştan bu yana. Koca bir âh düştü açıkçası bugün bölümü izlediğim de. Diziyi en ince ayrıntısına kadar her kelâmı titizlikle dinleyip sonra da sizin yorumunuz ile de birçok ayrıntıya vakıf olmuştum. Bugün devamlı atlayarak izledim ve açıkçası dünyalık bir olgu da olsa üzüldüm. Şuana kadar izlediğim, senaryo, oyunculuk ve çekimler ile ba-yıl-dım tabirini kullandığım bir emekti. Maalesef Aziz'in, Salih'e gidiyorum cümlesi ile dizinin bende ki bitmişliğini hissettim. Şu kelime yani bilmiyorum ama 26 bölümlük herşeyi bir anda çöpe atmış gibiydi. Tuhaf. Açıkçası size bunları yazmak içimde ki duyguyu paylaşma hissi rahatlattı. Ama hep merak edeceğim Betül hanım nasıl bir son yazardı, onun zihninde nasıl işleyecekti içimde bir ukte kalacak. Diziyi ilk izlediğim de içimden senarist ile oturup bir kahve içmek isterdim demiştim. Belki siz Betül hanım ile bir kahve içersiniz yani bilemiyorum ama🙈 Teşekkür ederim şimdiye kadar ki yorumlarınız için. Ben sanırım ileride ara ara eski bölümlere bakıp, yazılarınıza bakacağım. Ve sizin tavsiye olarak hiç yerli-yabancı dizi veya film öneriniz oldu mı sormak istiyorum. Yani böyle bir paylaşımınız var ise bakmak isterim.

    1. Sinem ÖZCAN 20/11/2019

      Merhaba, ilginiz ve güzel cümleleriniz için çok teşekkür ederim. Ben de bunca dizi izledim bugüne dek ancak yarım bırakmak zorunda kaldığım için bu kadar üzüldüğüm iş olmamıştı. Çok samimi olarak çok üzgünüm. Bu arada tavsiyelerle ilgili olarak da twitterda benim kişisel hesabıma DM atarsanız cevap vermeye çalışırım.İyi bakın kendinize. Sevgiler https://twitter.com/kasinann

      1. Züleyha 22/11/2019

        Merhaba Sinem hanım, 26 bölüm boyunca yeni bölümün yollarını gözledim. Her saniyesi anlam doluydu. Betül hanım hikayeyi ilmek ilmek işliyordu sanki. Bölümün üzerine sizin yorumlarınızı okumak benim için büyük bir zevkti. O kadar güzel yazıyorsunuz ki... Duygularıma, düşüncelerime tercüman oluyordunuz. Göremediklerim konusunda da ufuk açıyordunuz. Kaleminize, yüreğinize sağlık. Çok teşekkürler. Dizinin bu hale gelmesi beni gerçekten çok üzdü. Gidişatı değiştiriyor olabilirler evet ama sanki 26 bölüm tümden çöp oldu. O kadar üzgünüm ki... Tek izlediğim diziydi. Son bir kaç bölümdür o kadar anlamsız diyaloglar o kadar anlamsız parçalar var ki... Oyuncular bile iyi birer oyuncu değillermiş gibi. Eski bölümleri izlememiş olsam bunu düşünürdüm. 26 bölümlük hikayeme zeval gelmesin diye geri kalan bölümleri izleyemeyeceğim. Üzüntümü sizinle paylaşmak ve şimdiye kadarki yorumlarınız için teşekkür ederim. Takipçiniz olarak kalacağım.

        1. Sinem ÖZCAN 22/11/2019

          Merhaba, güzel iltifatlarınız için çok teşekkür ederim. Üzüntünüzü yürekten paylaşıyorum. Yarım bıraktığım için hâlâ canım acıyor ama devam edersem ilk bölümlerin güzelliği silinecek gözümden. Umarım başka masallarda yine kesişir yolumuz.

  3. Betül 29/11/2019

    İnsanın duygusuna ortak bulması çok güzel bir his, Sinem Hanım. Lakin bu duygunun hüzün olmamasını dilerdim. Ben de Vuslat dizisini ilk bölümden itibaren gözümü kırpmadan izleyen ve hayranlığımı içime sığdıramayan bir seyirciydim. Bu yüzden hemen her bölümle alakalı düşüncelerimi günlüğüme işlemişimdir. Senarist Betül hanıma çok büyük saygı duyuyor ve özeniyordum fakat dizi içinde durduğu noktanın tahayyül ettiğimden çok daha büyük olduğunu diziden gittiği zaman anladım. 27. bölümde senarist değişikliğini görmeden önce bile bir şeylerin tuhaf olduğunu sezmiştim. Bölüm sonunda senaristlerin ismini gördüğümde önce beynimden vurulmuşa döndüm, sonra genel hikayede hâlâ Betül hanımın adının yazmasıyla biraz sükûnete erdim. Lakin sonraki üç bölüm gösterdi ki hikayenin aynı kalması yetmiyormuş. Hatta hâlâ çok büyük bir başarı sergileyen yönetmen ve oyuncular da kâfi gelmedi. Sizin adınızı Betül Yağsağan'ın twitter hesabında görüp geldim. Önceki yorumlarınıza bir göz gezdirip senarist değişikliğine dair düşüncelerinizi merak ederek bu son yazınızı okudum. Sizin de aynı duyguları paylaştığınızı ve benim gibi şimdiye kadar en çok bu diziye üzüldüğünüzü görünce yalnız olmadığıma sevinip sizi de yorumumla bu ortak hissiyatımızından haberdar etmek istedim. Kendimce dört bölümdür sıkıntının birebir ne olduğunu analiz etmeye çalışıyorum. Siz benimkinden çok daha geniş ve elle tutulur bir analiz yapmışsınız, bu fikirler için teşekkürler. Ama naçizane fikrimi beyan etmem sorun değilse en görünmez ama en etkili sorun kelimeler ve cümleler. Eskiden en kötü karakter bile dolu bir cümle kurardı, bu bir tehdit bile olsa biz o karakteri zeki bulduğumuz için saygı duyardık. Şimdi Salih babanın cümleleri bile tat vermiyor. Arkada komedi sahnelerinin müziği çalarken tek bir replik güldürmüyor. Senaryoda uygun ortam olmayınca Ümit Kantarcılar gibi bir oyuncu bile sahnesini büyütemiyor ki kendisi beni her repliğinde şaşırtıp güldürürdü. Kısaca ben "Söz sihirdir, o büyü bozuldu" diye ifade ediyorum. Gerisi çorap söküğü, ne karakterler tanıdığımız karakterler ne olayların içi dolu...

    1. Sinem ÖZCAN 30/11/2019

      Ne kadar haklısınız Betül Hanım... Ben kendimi birazcık profesyonel izleyici sayarım ve etkilenmem bir işin bitmesinden yarım kalmasından. İştir zira, matematiği doğru kurulursa tutar, kurulmazsa tutmaz der geçerim ancak Vuslat benim için çok özel bir projeydi. Reyting uğruna heba edilmesin isterdim ama edildi hem de bile isteye edildi. Senarist değişikliği gerekliydi değildi bilemem ama görebildiğim yeni senaristler 2 -3 total izleyicisi yakalamak için senaryo dilinden tutun, karakterlere kadar her şeyde adeta katliam yapar gibi bir yok edişe geçtiler. Aldıkları iki üç reytinge değdi mi diye bile sormuyorum inanın zira alıp almamaları da bu noktadan sonra bence önemli değil ama çok değerli bir işi katlettikleri kesin tabi benim açımdan. Çok üzgünüm ama yapılacak bir şey yok. Barış Hoca'nın hatrına izleyeyim dedim ama ona bile sabrım elvermedi. O pek merakla peşinde koştukları yeni izleyicilerini alıp hayrını görsünler şimdi.