Yazar: Sinem Özcan

Bu hafta “hasret”e daldık, Vuslat’ta. Sizi bilmem ama ben daldım ve çıkamadım. Yoksun bırakıldıklarımı aradığımdan mı, bütün ipuçlarını kördüğüm ettiğimden mi, bilemem ama dönüp duruyorum olduğum yerde.

Aziz, Kerem, Fırat ve Yalçın’ı kendinden geçmiş Feride’nin başında bırakmıştık geçen hafta. Hepsinin odağında Feride vardı ve belli ki bu dörtlü bir karede buluşacaklardı. Öyle de oldu. Yalçın’ın hedefinde Aziz Korkmazer var; Kerem, Fırat’ı kullanıp Aziz’i vurma niyetinde ve Aziz bütün bunları savuşturup sadece Allah’ın bildiği kalbindekini bulmanın derdinde.

Feride, Abdullah Efendi’nin “kıymetlisi”… Onun başına üşüşenleri elinin tersiyle kenara itip Feride’nin yanı başında kendine yer açtı. Onunla da kalmadı alıp hepsini Salih Baba’ya teslim etti. Salih Baba ve Abdullah Efendi’den başka kimse farkında olmasa da Aziz’in ruh terbiyesi başlıyor, aslında. Koskoca Aziz Korkmazer, bir avuç insana hizmet etti bile hem de kız kardeşinin şaşkın bakışları altında. Sorgulasa da boyun eğdi. Anlamasa da itaat etti. Aziz Korkmazer demek “kibir” demek…Satranc – ı  urefaya göre kibir, en zor yok edilen ve en güçlü yılan… Ondandır ki Salih Baba, Aziz’i kibrinden vurdu önce. Hizmet edilmeye, emir vermeye alışkın Aziz Korkmazer, mutfağa gönderildi; yetmedi, Yalçın’dan Abdullah Efendi’ye kadar herkese tek tek ayran ikram etti. Anlamadı, çözemedi, saçma buldu ama itiraz da etmedi. Ödülü de eline tutuşturulan bir saksı “yasemin” oldu.

Aziz’in eline tutuşturulan o bir saksı yaseminde ben yüreğimi bıraktım, itiraf ediyorum. Yasemin çünkü ya, yasemin… Nahifliğini, yanık kokusunu, güzelliğini koy bi’ kenara öyle güzeldir ki yaseminin anlamı… Mesnevi’de “bilinmeyen âlemin sırları”nı sembolize eder ve Hint mitolojisinde “ilahi umut” olarak bilinir.  Puccini’nin Turandot operasında çok özel bir yeri vardır yaseminin. Puccini bu operada insanoğluna üç küçük bilmece yöneltir: “Sadece geceleri ortaya çıkan/ Bin bir renkte kanatlarıyla kutsal bir hayalet sanki./ İnsanların üzerinden süzülerek göğe yükselir,/ Dünya var olduğundan beri herkes onu arar, ona sığınır./ Her gece yeniden doğan ve her şafakta yok olan bu şey nedir?” “Umut” diye hep bir ağızdan haykırır insanoğlu. “Evet” der Puccini. ”Bildiniz.” Bilmecenin cevabı, umuttur. “Ateş gibi yanıp tutuşan ama ateş olmayan,/ Bazen bir çılgınlık hâli, bazen bir kor, bazen güç, bazen de tutkudan doğan, / Öldüğünde ya da kalbini kaybettiğinde giderek soğuyan, / Ama fetih arzusuyla yeniden alevlenen,/ O sesine sarsılarak kulak verdiğin,/ Güneşin batışı kadar kızıl olan şey nedir?” “Kan” diye hep bir ağızdan haykırır insanoğlu. “Evet” der Puccini. “Bildiniz.” Bilmecenin cevabı, kandır.”Buzdan ateş olan,/ Ateşten yine buza dönüşen,/ Bembeyaz ama kapkara,/ Seni özgür bıraktığında tutsağı olduğun,/ Tutsağı olarak kabul ettiğinde seni kral yapan o şey nedir, peki?” Bu defa hep bir ağızdan, “Aşk” diye haykırır insanoğlu. Fakat Puccini yanıt vermez. Oyun susar bir anda, müzik durur ve kısa bir sessizlik olur. Nice sonra nereden geldiği belli olmayan incecik, yaralı bir ses duyulur. “Yasemin” diye fısıldar bu gizli sesin sahibi. “Umut, kan ve aşk… Yasemin, sevda acısı çekenlerin teselli çiçeği, yapraklarında yalnızlık büyüten bir hayal tiryakisi…” (*)

Bilemem, Salih Baba’nın niyetini ama hediyenin tesadüfi olması imkânsız onu biliyorum işte. Çünkü bu hafta Salih Baba “Sahip olamadığın şeyler için üzülmendir. Belki elinden kaçırdıklarındır. Belki de yoksun bırakıldığındır. Bizzat aşkın kendisine âşıksındır. Ama bilmezsin neyin eksik olduğunu. Diğer tüm eksiklikleri aşk sanırsın. Hasret çekersin.” diye anlattı, bize hasreti. Kendini bir yere ait hissetmekten korkan Aziz’e çektiği hasreti bilsin diye verildi, ondan eminim işte! (Sebep ne olursa olsun, ben bu “yasemin” detayına fena vuruldum, yüreğinize sağlık Betül Yağsağan)

Aziz, hasreti ve korkularıyla yüzleşemeden içinde yaşadığı karmaşanın yine tam göbeğinde buldu kendini. Bir yandan Feride’nin onu allak bullak etmesi öte yandan Kerem ve planları onu kendisini dinlemeye bırakmıyor, bir türlü. Kerem’in planlarını anlamak için Kerem olmak gerek de gördüğümüz bu defa oyunun piyonu olarak Fırat’ı seçtiği. Üstelik de bir ucu Aziz’e, bir ucu Feride’ye bir ucu Korkmazer ailesine uzanacak biçimde kurguladı oyunu. Gülten Hanım’ın “Fırat” adını işittiğinde gösterdiği tepkiye ve Tahsin Bey’in yüzüne bakınca en azından isminin bu aile için bir anlamı olduğu çok açık. Ne var ki Kerem, yenilmez olmanın sarhoşluğuna kendini fazlaca kaptırdığından Aziz’den ilk darbeyi aldı bu kez. Mükemmel planı yürümedi. Yine de Feride’yi kendi safına çekerek Aziz’den sayı aldığını söylemek de mümkün.

Feride; ailesi, babası, üvey annesi ve Fırat tarafından öylesine bir kıskaca alındı ki artık siyahla beyaz onda karışır oldu. Panik içinde ve gördüklerini, duyduklarını değerlendirme yetisini tümden kaybetti. Baştan beri yaşadıklarını düşününce elbette onu suçlamak da mümkün değil. Hiç bilmediği bir dünyada, kurallarından habersiz olduğu bir oyunun içine düştü. Herkes eteğinin bir köşesinden çekiştiriyor ve bütün bunlarla savaşacak gücü yok. Çaresizce debeleniyor, hata yapıyor, kime güveneceğini bilemeden bir yerlere tutunmaya çabalıyor. Biraz daha sakin olmayı başarsa en azından arabanın kapısını açıp ön koltuğa kurulan Abdullah Efendi’yi ve onu sofrasına davet eden Salih Baba’yı aklına getirse Aziz’le ilgili kafasında bir soru işareti oluşacak ama bunları göremeyecek kadar panikte, şimdilik. Aziz’in Fırat’ı kaçırdığına inanması için de kendince haklı sebebi var çünkü öfkesine mağlup olup ona katil olduğunu hatırlattı ve üstelik de yakalanmasını dört gözle beklediğini söyledi. Hepsini kafasında birleştirip senaryoyu yazdı ve Aziz’in kaçırdığı kardeşini kurtarmak için “Şeytan”dan yardım istedi bile. Belli ki Feride için hakikati algılaması biraz vakit alacak ve o da bu arada “yoksun bırakıldıklarının” hasretini çekmeyi sürdürecek.

Feride dedikçe aklımın bir köşesi durmaksızın Abdullah Efendi’yi kurcalıyor. Dünya ile görünür bağlarını kesip atmış bir Mecnun o ama kimse de durduk yere Mecnun olmaz ille vardır bir Leyla’sı… Kendince Feride’ye bir düşkünlüğü olduğu ortada bir de broşa… Faik Bey’in cebinden yere düşen broşu kaptığı gibi Salih Baba’ya vermiş, tamir etsin diye ve tam da o noktada bir ışık yandı zihnimde. Salih Baba, broşu bir genç kadının fotoğrafının olduğu kutuya koydu. Fotoğraftaki kadın da Feride… Üstelik Faik Bey’in kız kardeşi yani Feride’nin halası ve fotoğraftan anladığıma göre de broşun gerçek sahibi o. Hepsi birleşip benim kafamda bir soru oluşturdu bile acaba diyorum ki Abdullah Efendi’nin Leyla’sı, o Feride mi? Fotoğrafın Salih Baba’da olması işleri bir miktar karıştırsa da Feride’nin halası, Abdullah Efendi’yi kül eden Leyla diyor, içimden bir ses. Abdullah Efendi’nin dilinden “Kalplerde olanı Allah bilir!” hikmeti döküldü bu hafta. Onun kalbindekini de şu anda yalnız Allah biliyor.

Aziz’in yolun kenarına fırlattığı çantayı açıp içinden dosyayı alanın Abdullah Efendi olduğunu da öğrendik. Her şeyini teslim ettiği Salih Baba’ya getirip verdi, dosyayı ve o gizemli cümle döküldü Salih Baba’nın dudaklarından: “Döngü başladı!”

İlk bölümde saatler altıda durduğunda da benzer bir tepki vermişti Salih Baba, bu ikinci oluyor bir anlamda. Anlaşılan o çantanın içinde Tahsin Korkmazer’in sadece kirli işleri yok. Korkmazer ailesini Kadırga’ya bağlayan bir gizemi de taşıyor o dosya. Yalçın, Aziz Korkmazer’i bütün karanlık işlerin lideri gibi görse de Tahsin Korkmazer aslında kilit isim ve onun anahtarı da Kerem. Bana sorarsanız Yalçın ne o kilidi bulur ne de anahtarı kullanabilir, Aziz’in asıl aradığı adam olmadığını anlaması ancak bir başka sırrın perdesinin kalkmasına bağlı duruyor. Salih Baba’nın dediği gibi bir döngü var ve başladıysa tamamlandığında şimdi tozdan dumandan görülmeyen ne varsa çıkacak açığa demektir.

Ben Vuslat’ın en çok bu girift hikâyesini seviyorum. Bir yandan açılırken öbür yandan karmaşıklaşan kurgusu, bir sonraki bölüme kadar zihnime sürekli fazla mesai yaptırıyor. Hiçbir şeyin sebepsiz konmadığını, her detayın gidip bir bütüne yapışacağını, ucu görünen her ipin bir düğümün parçası olduğunu bilmeyi çok seviyorum. En bayıldığım tarafıysa bütün yan hikâyelerin ana çatışmayı çok sağlam desteklemesi. İzlerken o kadar çok detayı süzüp beynimde doğru yerlere koymam gerekiyor ki bazen yorulduğumu hissediyorum ama bu asla bir sitem değil. Öyle özlemişim ki düşünerek, değerlendirerek izlemeyi tembelliğe alışan gri hücrelerimin biraz antrenmana ihtiyacı oluyor, hepsi bu. Yalnız söylemezsem dilim şişer. Öyküde tamamen işlevsiz bulduğum tek karakter Nehir. Olmadı, olmuyor… Eğer onun altından da çok enteresan bir gizem çıkmayacaksa ben, şu ana dek hikâyeye bir katkısını göremedim. Anladık derdi Aziz’i elde edip evlenmek de eeee? Aziz ona böcek muamelesi yaparken bunun olamayacağı besbelli. Kızımızın öyle zehir gibi bir kafası da olmadığından ancak tek parmakla kahve fincanı devirip büyük zarar verdiğine inanmakta. O zarar da Feride’nin yük dolu omzuna ancak sivrisinek ısırığı olur. O hâlde bu hanım kızımız ne işe yaramakta? Bi’ de rica etsem birileri Nehir kızımıza kolları kavuşturup durmanın özgüven değil aksine kabuğa çekilme tepkisi olduğunu söyleyebilir mi? Şirkette salınıp dururken aklında bulunsun.

Faik Bey’in deniz kenarında oturup martılara simit attığı sahnenin çekimine kalbimi bıraktım, söylemezsem olmaz. Rengiyle, atmosferiyle, çekimiyle ve dokusuyla film sahnesi tadında enfes bir görüntü olmuş, ba – yıl – dım. Elinize, emeğinize sağlık Taylan Sancaktar ve Barış Yöş…

İlk bölümünden beri dikkatle izlediğim Vuslat’ın bence en iyi bölümünü izledim bu hafta. Öykünün yürüyüşüyle, rejisiyle, hele hele Baran Bölükbaşı’nın sesinden “Zaman” melodisiyle çok hoş bir bölümdü. Yazan, yöneten, canlandıran ve set gerisinde yükün büyüğünü omuzlayan bütün ekibin emeklerine sağlık.

(*) ECE İREM DİNÇ’in “Bir küçük hayal tiryakisi, yasemin çiçekleri”, 22 Ocak 2015  yazısından alınmıştır.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

4 Comments

  1. Merve 05/02/2019

    Pazartesi bir dizim var. Salı da dizi kadar merakla beklediğim dizi tahlilim var. Hangisini daha heyecanla beklediğimi henüz kestiremedim. Ellerinize, yüreğinize sağlık.

    1. Sinem ÖZCAN 05/02/2019

      Asıl sizlerin okuyan gözlerine sağlık, ne mutlu beklenenlerden olmak... Çok çok teşekkür ederim.

  2. Anonim 06/02/2019

    Ben de Nehir in fonksiyonunu anlamadim. Klise bir karakter. Asil oglanda gozu olan kiz! dizinin konusu islenisi cok guzel. Keyifle merakla izliyorum. Feride karakterini canlandiran oyuncunun tutuklugu beni rahatsiz ediyor. Ses tonu siir ezberlemis gibi... replikleri ezbere soylendigi belli ruhunu daha oyuna katamadigini dusunuyorum. Ve Kerem karakterini canlandiran oyuncunun performansi da alkislanacak nitelikte. Pazartesi aksami yayin saatinde izleyemiyorum. Ancak izlediklten sonra sizin yorumunuzu okuyabiliyorum. Sizin yorumlarinizda verdiginiz detaylara da bayiliyorum...

    1. Sinem ÖZCAN 06/02/2019

      Bu güzel yorum için gerçekten çok teşekkür ederim. Okuyan gözlerinize sağlık :) Ümit Kantarcılar sayesinde Kerem'e kızamaz oldum ben de:)