Yazar: Sinem ÖZCAN 

Özgür “Ben, senin suç ortağınım!” cümlesini telaffuz ettiği anda Bay Yanlış’ta Ezgi – Özgür yolculuğunda üçüncü virajı aldık, hep birlikte. Ezgi’yle tanıştığı andan beri olup bitenlere isim koyan hep Özgür’dü, ad koyup aralarında olup biteni somutlaştıran da o.  Önce “sahte sevgili” oldular, onun sayesinde. Bir anlamda ilişkiyi başlatan adımdı. Ardından iş arkadaşlığı ve arkadaşlık geldi. Aslında bu da duygularına buldukları kılıftı ve nihayet “suç ortaklığı”…

Çok güçlü bir kavram “suç ortağı” olmak ve çok bağlayıcı bir ilişki biçimi. Suç ortaklığı bir anlamda “kader ortaklığı”dır, sen yanarsan o da yanar çünkü. Üstelik yükselip baktığımızda “bitmesi gereken” bir ilişki için kullanıyor bu adı. Aileler girmiş devreye, Serdar sağı solu kaktırıp kendine alan açmaya ve Özgür’le kendince (!) rakip olmaya çabalıyor. Ezgi, çevresindekiler tarafından kuşatılmış, etrafında kim varsa kıza tadilat görecek mülk muamelesi yapıyor ve tüm bunların ortasında duyguları karmakarışık olmuş, akılları susturulmuş, yürekleri dizgini ele almış iki insan kendilerine “suç ortağı” diyor. Hah, işte bu “Bundan sonra birlikteyiz!” demenin Özgürcesidir, arkadaşlar! Üstelik öyle bir suç ortaklığı ki bu, aralarında güven sorunu yok. “Kendini korumak için beni satar mı?” ya da “Ganimetleri toplayıp kaçar mı?” endişesini hiç taşımıyorlar tam aksine birbirlerini kolluyorlar, bütün çatlak seslere karşı. Üstelik de bunu tamamen doğaçlama yapıyorlar. “Sahte sevgililik”te plan, program vardı. Merdivenden el ele mi kol kola mı insinler, plajda anneleri nasıl delirtsinler ince ince ayarlanıyordu. Şimdi yok! Topun gelişine vuruyorlar ve inanılmaz bir senkronla tamamlıyorlar birbirlerini.

Asıl dikkatimi çekense bu bütünlemeyi akıl ve ruhları komuta ediyordu ama bu hafta işin içine bedenleri de dahil oldu. Terasta panik içinde birbirlerine koştuklarında hiç farkında olmadan elleri birleşti ve kendi güçlerini birbirlerine ilettiler. Nevin ve Ünal’ın karşısına geçip “Sorumluluk benim!” diyen Özgür’ün bacağına elini koyup hâl diliyle “Yanındayım!” dedi, Ezgi. Yürek komutayı ele alıp sadece beynin değil, bedenlerin eline de silahı verdi. Bütün varlıklarıyla o “suç ortaklığı”nı giyip “İkimiz, birimiz için…” noktasına vardılar.

Bu bölüm bir kez daha Bay Yanlış’ın ne kadar doğru bir adam olduğunu gördük, aslında. O dürüst ve net bir adam ve sorumluluk almayı biliyor. Bu onun karakteri. Yeşim’le konuşurken de Ezgi’ye destek olurken de Nevin ve Ünal’ın karşısına çıkarken de ezilip büzülmüyor, kaçmıyor, yanlış anlamaya yer bırakmıyor. Tam da bu nedenle Özgür, Ezgi’nin hiç alışık olmadığı bir erkek tipi. Bugüne dek hayatında “senin için…” diyen olmamış hiç. “Benim için önemlisin!” cümlesini kimse gerçek kılmamış ve baştan beri hep birinin “hayatının merkezi” olma ihtiyacıyla savrulan Ezgi için bu, oyuncak ayı ve buket buket çiçekler klişesiyle asla kıyaslanmayacak kadar doyurucu ve güçlü bir duygu.

Ezgi, annesinin kızı… Direkt ve dümdüz. O Serdar’ı hayatından çıkarmaya çoktan karar verdi. Çevresindeki puhu kuşları, istedikleri kadar rabarba yapsınlar, o Serdar’ı kapsama alanından çoktan çıkardı. Ne şovlar ne sahte ilgi ne gösteriş olsun diye yapılanlar onu etkileyebiliyor çünkü Özgür’e karşı duygularını fark etti ve kıvırmıyor. Babası onu bırakıp gittiği andan beri Ezgi’nin derdi “varlığıma öyle bir anlam yüklesin ki benim ondaki yoksunluğuma hiçbir çare olmasın” diyebileceği erkeği bulmak ve o erkek, Özgür. İçten içe bunun sinyalini de aldığı için kim ne derse desin o, yönünü Özgür’den çevirmiyor.

Nevin, samimiyetle ve dümdüz kızını korumaya çabalayan bir anne! Onun baktığı yerden Özgür; kızının canını yakacak, onu dağıtacak ve hayatını düzene sokmasına engel olacak bir adam. Nevin gibi bir kadın, ne olursa olsun, kızını böyle bir adama yem etmez ve zaten Sevim’in aksine direkt daldı olaya. İstanbul’a gelip Özgür’ün karşısına çıkıp ona haddini bildirecekti; aracı koymadan, lafı dolandırmadan, sağı solu kullanmadan. Olup biten her şeyin yalan olduğunu öğrenmesi öfkesini katladı. Şimdi o hem kızı tehlikede olan hem de kendisine yalan söylenen bir anne! Hiç kimsenin hatta kendi kızının da gözünün yaşına bakmaz, parçalar. “Düş, önüme!” cümlesi klasik bir Türk annesi repliğidir. Eğer cici kız ya da çok paşa değilseniz yaşınız kaç olursa olsun o cümleyi mutlaka işitmişsinizdir. Duyduğum anda bütün ergenliğim ve gençliğim gözümün önünden film şeridi gibi aktı ve yalan yok, saçımın dibine kadar da ürperdim. Anneniz size “Düş önüme!” dediyse sonuç çok vahim ve başınız ciddi beladadır. İşittiğiniz anda artık yalan dolan, oyun düzen bitmiş, tek çare kalmıştır: Gerçeği söyle ve başına geleceklere razı ol! Ezgi de o ana kadar Özgür’ü kollamak için söylediği bütün yalanları yutup ne var ne yok dökülüverdi. Döküldü dökülmesine ama gerçeğin Nevin’i yatıştıracağı çizgi çoktan geçilmişti. Özgür’le ilgili bütün olumsuz düşüncelerine, bir de onun kızını yalana alet eden adam olması eklenmişti. O anne, durmaz da susmaz da arkadaş! “Kızımın hayatı… O bir yetişkin… Kendi kararlarını kendi vermeli…” medeniliklerini elinin tersiyle süpürür ve içinden o eli terlikli anneyi çıkarır. O terlik de hem kızının hem Özgür’ün hem de etraftaki bütün yardakçıların beynine iner. Ezgi bunun bilincinde ve annesine karşı çok mahcup çünkü annesinin samimiyet ve dürüstlüğünü görüyor ama kendisi belki de ilk kez ona aynı duygularla yaklaşmadı.

Ezgi kadar Özgür de farkında durumun. O sorumluluk almaktan kaçmayan bir adam demiştim ama bu kez sorumluluğun yanına suçluluk da eklendi. Aynı suçluluğu kendi annesi için hissetmiyor çünkü Nevin’in aksine annesinin ve yengesinin dalaverelerinin farkında ve onlara. “Ezgi’den ayrılmayacağım!” diyerek gayet net kesti olayı. Nevin ve Ünal’ın duygularınaysa saygı duyuyor. Cam kırıp disiplin kurulu önüne çıkan lise öğrencisi masumiyeti ve kırılganlığıyla onların karşısında oturması da bundan. Suçluluğu Ezgi’yi içine soktuğu durumdan dolayı, yoksa ne planladıkları oyun ne de kendi duygularıyla ilgili bir pişmanlığı yok.

Arkadaşının giderek Ezgi’ye âşık olduğunu gören Ozan’ın “Artık bir aksiyon almalısın!” uyarısına Özgür hiç direnmedi. Duygularını Ozan’a karşı reddetmeye de girişmedi çünkü artık kendisinde olup bitenlerin farkında, sadece “Onun hislerinden emin olmam lazım!” diyerek sinyali verdi. Artık savaşmıyor kendisiyle ve bunun getirdiği rahatlamayı da yaşıyor. İlk bölümde karşısındaki kadınları kırmamak için Ezgi’nin evine kaçıp saklanan adam, yerini Yeşim’e çok açık ve doğrudan tavrını koyan Özgür’e bıraktı. Onunla konuşurken yine her zamanki dürüst adamdı. Hiç açık kapı bırakmadı ve kırıp incitecek hiçbir şey söylemeden Yeşim’e kapıyı çok net kapadı. Uzatmadı, gevelemedi; söylenmesi gerekeni söyleyip olayı bitirdi. Yeşim eğer takıntı ve ego problemi olan bir kadın değilse mesajı alıp yoluna bakacaktır, bundan böyle.

Ozan’ın “Ben Özgür’ü daha önce hiç böyle görmedim. Ezgi’ya âşık oluyor.” tespiti Özgür’ün her eylemiyle bir kez daha doğrulanıyor. Geçen bölüm “İlk soyunan Özgür olacak!” derken ben de olaya Ozan’ın baktığı yerden bakıyordum. Ancak bu hafta Nevin, Ezgi’ye doğru yokuş aşağı yuvarlanan Özgür’ün el frenini çekti. Hesapta hiç olmayan bir engele takıldı. O, kimseyi üzmek ve kırmak isteyen bir adam değil.  Ezgi’yi ve ailesini de incitmek istemezken bir şekilde Nevin ve Ünal’ın üzülmesine neden oldu. Bunun sonucunda da özünde ilk adımı kendi attığı hâlde son noktada Ezgi’ye bir anlamda teslim olmayı seçti.

Üzerlerinde düşen Nevin bombası olmasaydı işleri yoluna koymaya başlayacaklardı. Ancak annelerin gelip İstanbul’u basması her şeyi bozdu. Yaşananlardan uzaklaşıp her şeyi geri bırakıp arabaya atladıklarında yarım kalan hayallerin zillerine basıp kaçan çocuklar gibiydi ikisi de. Arabadaki kaçışı izlerken gri hücrelerim Cem Adrian’ın sesinden “Biz senle ayrı yerlerde, aynı hayale kapılmış, aynı ormanda kaybolmuş çocuklar…” diye haykırıyordu avaz avaz. Ezgi, doğallığı ve dürüstlüğüyle Özgür’ün ruhunun kaybolduğu ormandan kurtulmasını sağladı ve şimdi de ormanın kıyısında bulduğu o ruha ikinci bir kapı açtı. Özgür’ü öpmeden önce hem somut hem de soyut anlamda elinden tuttu, onun. Şefkattir, elini tutmak! Bu, Özgür’ün kadınlarda hiç bilmediği ve alışkın olmadığı bir duygu. Şefkat, kadın – erkek ilişkisinin en önemli aşk basamağıdır. Bir kadın ve bir adam bir sürü nedenle birlikte olabilir: güzellik / yakışıklılık, eğlence, fiziksel çekim, güç, para, hatta arkadaşlık… Ama her kadına ya da erkeğe şefkat duyamazsınız. Onun kütlesi çok ağırdır, herkes taşıyamaz! Şefkat ancak çok büyük bir aşkın temeline gelip oturur ve diğer her şey onun yörüngesinde yerini alıp dönmeye başlar. Temelinde şefkat olan aşk da artık “ilk o soyundu, ben soyundum” ucuzluklarına hiç düşmeden ona düşenleri sarıp sarmalar.

Özge Gürel’i işte, finaldeki o “aşk itirafı” bölümünde çok sevdim. Dokunuşuyla hissettirdiği şefkati sonuna kadar aldı benim yüreğim. Özgür’ü, daha önce kimseyi getirmediği en özel kaçış yerine getiren kadın duruşuyla da tavrıyla da ona verdiği önemi alabildiğine geçirdi ekranın diğer yanına. Özgür’e olan duygularının samimiyeti bakışlarına da vücut diline de iyi oturtulmuştu. Ezgi’nin bambaşka bir yanını çok doğallıkla gösterdi ve ben o Ezgi’yi gerçekten çok beğendim.

Bu hafta Serkay Tütüncü’ye değinmeden geçmek olmaz. Öyle sevdim ki onun yarattığı Ozan’ı ben… Hele bu bölümde restorana giren Deniz’i hiç gizlemediği bir aşkla izleyen o adamın nahif ruhuna ve içtenliğine bayıldım. Emeklerine sağlık.

Sevgili Can’a gelince… Neredeyse hemen her sahnesini büyük bir zevkle izledim ve gerçekten seçmekte de çok zorlandım. Hangi birini söyleyeyim ki Yeşim’le konuşurken buz kesen bedeni, ses tonu ve gözleri mi yoksa Ünal ve Nevin’in karşısındaki liseli öğrenciyi mi? Ama ben galiba en çok elinde iki kahve fincanıyla terasa çıkan Özgür’de bıraktım kalbimi. Tam bir 23 Nisan çocuğu coşkusu ve heyecanı vardı üzerinde. Özgür’ün ilk kez âşık olduğunu saçının telinden, parmak ucuna kadar sezdiriyordu. Işıl ışıl bakışları, heyecanlı yüzü, gülümsemesi ve Ezgi’nin elindeki iki fincanı gördüğü anda yüzüne yerleşen sevinç tek kelimeyle mü – kemmm- mmelll – di.

Bir sahnesi daha var ki bence Can Yaman oyunculuğunun imzalarından biri. Hep söylerim ya, Can’ın oyunculuğu için replik detaydır, o alt yazı gerektirmeden söyleyeceğini bedeni ve gözleriyle söyler diye. Bunun enfes bir örneğini izledim bu hafta. Ezgi’ye “Sorumluluk benim!” dediğinde Ezgi ona “Yanındayım, yalnız değilsin!” demişti bu söz aslında Özgür ruhundaki bir adam için Ezgi’ye başlı başına âşık olma sebebi. O sahnede sözcüğe hiç takılmadı Özgür. Repliği aldı, geçti sadece; hatta izlerken “Can, burda ben minik ama çarpıcı bir tepki istedim ama ya.” diye sızlandım kendi kendime veeeee Ezgi’nin özel yerine vardıklarında orada niye o tepkinin pas geçildiğini sonuna kadar anlayıp cevabı da tokat gibi aldım. Ezgi’nin omzuna kolunu dolayıp onu kendine çeken Özgür, İstanbul’a öyle bir baktı ki ben o bakışta “İstanbul! Ben artık yalnız değilim!” haykırışını sonuna kadar duydum. Ne dillendirip atmosferin canına okudu ne sahneyi büyütüp gereksizce altını çizdi ama konuştu İstanbul’la ya! Gerçekten bakışlarıyla konuştu ve Özgür’ün yalnız olmadığına İstanbul’u da bizi de ikna etti. Ne diyeyim ki ben sana Sevgili Can!.. Emeklerine, yüreğine ve hep çok saygı duyduğum aklına sağlık…

Yazan, yöneten, canlandıran ve ekran gerisinde büyük yük omuzlayan bütün ekibin emeklerine sağlık.

 

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.