Bir Gün Her Şey Başladığı Yere Geri Döner (Halka, 15. Bölüm)
YAZAR: Ayça AKMAN
Bölüm bittiğinde aklımda tek bir cümle vardı, Halka’nın mottosu: Bir gün her şey başladığı yere geri döner! Öyle de oldu, yolda ipuçlarını toplaya toplaya geriye en başa döndük, Cihangir Karabulut ile tanıştık!
Yazılarımı takip edenler, benim Cihangir‘in odasındaki sepya rengi ışıklı duvar panosuyla özel bir bağım olduğunu bilir, kendileri diziye başlama sebebimdir. Hep onun rolünün tek bir bölümle sınırlanamayacak kadar özel olduğunu düşündüm; çok şık, ince düşünülmüş bir ayrıntıydı ve illa ki hikâyenin bir yerinde tekrar bağlayıcı olarak öne çıkacaktı. İrem de Hümeyra da zamanında uzun uzun inceleyerek içime bir kurt düşürmüşlerdi ve ikinci bölümde üstlendiği görevle perdeyi kapamış görünmesini pek kabullenememiştim. Bu hafta hikâyeyi yazan kalemlerin onu bir kez daha odağa koyup video kaydına ulaştıran ipucu olarak bize sunmalarına ne kadar mutlu olduğumu tahmin edebilirsiniz. Kaan’ın şarkıcı annesinin boş evinde, duvara boyanmış şekilde karşımıza çıkan resimle biz de geçmişe bir pencere açmış olduk. Her şey olup bittikten sonra söylemenin bir anlamı yok belki ama taa en başından beri gerçekleri açık eden bir kaydın panonun arkasına saklanmış olabileceğini hayal eden içimdeki çocuk, ellerini çırpıyor mutlulukla, engel olamıyorum 😊
Cihangir’in geçmişten gelen sesini dinledikten sonra benim zihnimde, bir tanesi hariç, tüm taşlar yerine oturdu diyebilirim. Üç yıl evvel öz oğlunun kimliğini, nerede kimlerle yaşadığını öğrenen Hümeyra‘nın onunla iletişime geçtiğini biliyoruz. Ona gerçekleri açıkladıktan sonra istediği ilk şey yardımdı, Kaan’ın öldürülmemesi için. Yani lider tarafından verilen ölüm emri sonuç değil, sebepti tüm bu olup bitenler için. Cihangir, annesi Irmak Hanım‘la konuşarak her şeyden bihaber Kaan’ın, Cengiz Han‘ın oğlu olduğunu öğrenmişti; Çağatay‘sa üç yıl sonra avukat vasıtasıyla ulaşmıştı bu bilginin kısıtlı bir kısmına. Biz de İskender’in korumalarından biri, üç yıl önce Cihangir kadının evine geldi, dediğinde haberdar olmuştuk onun iz sürdüğünden. Çağatay‘la birlikte buldukları Irmak’ın eski koruması onu gördüğünde cin çarpmışa dönünce öğrendik ki Cihangir, kendisini görünce evden kaçanların peşlerine düşüp bayağı da hırpalayarak onunla görüşme fırsatı yakalamış, meğer zamanında. Yalnız kadıncağızın varlığından ve yaşadığı yerden nasıl haberdar oldu, bu henüz belirsiz. Muğlak olan bir şey daha var, ince ince başına gelecekleri nereden bildiği? Belli ki bu yola çıkmadan ya öleceği ya da hafızasını kaybedeceği fısıldanmış kulağına. Kim ya da kimler tarafından fısıldandı, gerçekten meraktayım? O da çareyi gerçekleri kayda almakta bulmuş. Sonuç olarak Cihangir, Hümeyra‘ya yardım etmeye kendini mecbur hissederek müzikholü öğrenmiş (nasıl bilmiyoruz); Terzi’yi vurarak Kaan‘ı ölümden almış, Altan onu yakalamış ve her şeyi unutmuş! Bu küçük boşluklar haricinde sen nereye takıldın derseniz, ben hâlâ vasiyetine bile ikinci oğlunun adını koyan liderin durup dururken niye Kaan‘ın ölüm emrini verdiğini anlayamıyorum. Diyebilirsiniz ki, ne yaptığı belli olmayan biri o, tüm mal varlığına giden yolun ipuçlarını Çağatay‘ın önüne serip bir nevi koltuğu ona vasiyet etmedi mi? Üstelik korkuyor ve hiç sevmiyor görünmesine rağmen! Haklı olabilirsiniz, lakin ben ikna olmadım ve biraz daha veriye ihtiyacım var ne yazık ki…
Hikâyenin göbeğindeki diğer isim Kaan, geçen bölümün sonunda Bahar’ın kaza kurşunuyla vurulmuştu. Neler oldu, neler bitti derken bir baktık ki Çağatay olay yerinden onu alıp gitmiş bile… Erkmen ailesinin beyin hücreleri gerçekten ilginç çalışıyor yahut gaipten haber alıyorlar! Yoksa bu kadar ballı olmanın başka açıklaması olamaz. Yana yakıla kardeşini arıyor ol; Altan, Cihangir‘in bu konuda bir şeyler bildiğini sana söylesin, sen de zaten alıkoymuş olduğun birini pazarlık konusu yapıp masaya sür. Cihangir ilk defa Çağatay’ın ağzından “Kardeşimi öğrendiğin için hafızanı sildiler.” cümlesini duyduğunda ardından gelecek hamle belliydi aslında. Unuttuklarını geri getirmek için ilaçlı müdahaleyi kabul edecek, karşılığında Kaan ‘ı alacaktı. Böyle bir teklifi itirazsız kabul etti, Kaan için; Hümeyra Hanım’ a verdiği söz adına. Ne var ki henüz gerçek kimliklerini öğrenmeden bu derece bağlanmış olduğu bu insanlarla kaderleri bir yerde ayrılacak maalesef. Kaan, onu bir gün polise vermek zorunda! Cihangir‘se bölüm sonu ulaştığı, uğruna üç yılını ve anılarını kaybettiği eksik parçaları elbet paylaşacak arkadaşıyla. Bu hemen mi olur yoksa bir süre sonra mı, bekleyip göreceğiz. Çağatay‘la gittiği şarkıcı annenin “kirazlı ev”inde duvara boyanmış panoyu görünce Müjde‘ye bahsettiği eksik şeyi bulduğunu o dahil hepimiz anlamıştık. Erteledi, öğrenmekten korktuğu için. Telafi edemeyeceği hatalarla karşılaşmaktan endişe ettiğini duyduk kendi ağzından ama vicdanı vardı, bunları onarabilirdi, acı veren kopuk parçayı bulmalıydı. Buldu da! En büyük merakım, kendisine gönderilen DVD‘de aynı gerçekleri duyduğu halde on dört bölümdür hiç tepki vermeyen, sorgulamayan neredeyse öğrendiklerini yok sayan Cihangir‘in bundan sonra nasıl bir ruh hâliyle kaldığı yerden hayata devam edeceği!
Cemal Amir, baskınla hem sahte paraları hem uyuşturucuyu hem de Burunsuz ve adamlarını ele geçirdi, geçirmesine ama ana hedef Çağatay‘ı yine elinden kaçırdı. Üstüne üstlük ‘yukarı Halka’; olaya el koyarak şahitlik etsin diye gözlerinin içine baktıkları adamları, hastanede ve cezaevi nakil aracında öldürtüp ortalığı tertemiz yaptı! Açığa çıkmasın diye müdahale edemedikleri Kaan, arkadaşlarının küçük bir yardımıyla tek başına kaçıp kurtuldu. Bahar artık narkotikten ihbar aldım, diyen Amir‘in yalan söylediğini biliyor; ayrıca Kaan vasıtasıyla Altan‘ın yaşadığından da haberdarlar. Altan ciddi ciddi Kaan‘ın polise çalıştığından şüphelense de şimdilik bu saatli bomba hakkında yapabilecekleri bir şey yok. Tedaviyi reddeden, hastalığı ilerleyen Cemal’inse örgütü çökertebilecek zamanı var mı belirsiz. Şimdi soru şu: Ortalığı temizleyip içine kapanan “yukarısı” nereye kadar gider, hedefe Amir‘i oturtmayı göze alabilir mi?
Aslında üst Halka‘yı ve ne amaçladıklarını pek anlayabilmiş değilim, ben. Bu bölüm Çağatay’ın zekâ ve becerisiyle değil, kaba kuvvetle yani silahla, insanları korkuttuğundan dem vurup önlem olarak Vekilharç‘ı da yönetime ortak ettiler. Kendi tetikçilerini göndererek yaptıkları temizlik isyankâr evladın başarısızlığını teyit etti, bir manada. İyi de sormazlar mı o zaman, siz liyakate bakıyor olsaydınız parayı veren düdüğü çalar misali en başta koltuğu parayı getirdi diye ona teslim etmezdiniz? Bu zamana kadar yapıp ettikleri belli, şurada saymaya kalksam Çağatay‘ın şiddeti ve akılsızlığı bir paragraf tutar. Hâl böyleyken gelenek diyerek diğer oğlu bulmak istemeleri, nihai çözümle de Çağatay‘ın akıbetini planlamaları bana biraz ciddiyetsiz geldi, üzgünüm. Bu arada Kaan‘ın gerçek kimliğini kaç kişi biliyor, acaba? Hümeyra tamam, Cengiz öldü, Cemal ve Cihangir yeni öğrendi. Kaan’a her bölüm babasıyla ilgili imalarda bulunan Vekilharç‘ın da hiçbir şey bilmediğini anladık, şaşkınım. Eee yukarı Halka da bilmiyor görünüyor… Ne diyebilirim, yaklaşıyor küçük kıyamet!
Halka, hikâyesinde başka başka ebeveyn profilleri çizdi bize hiç kuşkusuz. Çoğuna sık sık değinsem de bir tanesini hep es geçtim fakat ne kadar kaçarsam kaçayım artık o kendini bana dayatıyor, ben de bu kez şöyle bir içimi dökmek niyetindeyim. Gülay’dan bahsediyorum, Cihangir’in annesi! Doğurmadığı bebeği büyüten bir kadın karşımızdaki, aynı Hümeyra gibi; tek farkla, Gülay‘ın kanından canından bir evladı daha yok. Yalnız o bir – sıfır önde başladı bu maceraya, bebeğin kimliğini de kollarına bırakılma sebebini de bilerek. Doğurduğu bebeğe, canının parçasına veda etmek zorunda bırakılmadı hiç. Yıllar yılı bir hiçliğin ortasında, oğul hasreti çekmedi. Kocasını, babasını bildiğimiz kadarıyla (ki aslında geçmişi hakkında hiç bilgimiz yok) bir cinayete kurban vermedi. Cinayetlerin muhtemel azmettiricisiyle iş birliği yapmak zorunda bırakılmadı. Evladının hayatıyla tehdit edilmedi. Henüz sebebini öğrenemediğimiz bir sebeple Eren Karabulut, Tepeli‘nin kardeşini öldürünce altın tepside sunuldu ona Cihangir. Burada kimse bana, “O çocuğu olmayan bir kadın, acı çekiyor, bu yüzden Cihangir’i kaybetmekten çok korkuyor.” Demesin, lütfen. Gülay benim görüp görebileceğim en zayıf, en sahte, en duygusuz karakter bu hikâyede. Cengiz Han‘ın bile bir bahanesi vardı yaptıkları için, aklı başında değildi. Onun mazereti ne? Yapmacık sevgi gösterileriyle sarmaladığı oğlunu, sözde korumak için nişanlısını bile gözünü kırpmadan öldürtmüş, kocasının Eren Karabulut ve Cabbar cinayetlerine susmuş, Halka evladının hafızasını sildiğinde şükür unuttu gerçekleri, diyerek üzerine bir bardak su içmiş, elleri kanlı bir kadın benim baktığım yerden. Bu yüzdendir ki geçen bölüm yemekte Cihangir ile Kaan‘ın dostluğunu Eren’le İlhan’ın dostluğuna benzettiğinde, Hümeyra’nın gözünün içine baka baka oğlum dediğinde ya sabır çekip kollarından şöyle bir sarsmak istemiştim. “Her yüzlerine gülene inanmasınlar, arkadan iş çevirmesinler, doğrudan söylesinler.” diyen bu insana “Yahu sen yıllardır yapıyorsun bunu, oğluna oynadığın tiyatroyu nereye koyalım, peki?” diyorum ama şüphesiz havaya konuşuyorum. Gülay bu kez de Hümeyra’ya çalıştığını anladığı Nurten’e tuzak kurarak onunla yüzleşti, son bir kez kahvesini içmeye geldiğini söyleyerek. Ona bile silah doğrultup ”Yapabileceklerimi tahmin bile edemezsin.“ dediğinde hangimiz şaşırdık ki? Biz seyirciler Nurten – Hümeyra bağlantısını bir süredir seziyorduk ama onun ne zamandan beri karşı tarafa çalıştığı, benim için de muamma. Hümeyra gerçeği öğreneli henüz üç yıl olduğu için daha öncesini hayal edemiyorum. Gönderilen DVD‘ye kadar bilen, her haberi karşıya uçuran Nurten, belki de geçmişte yaptıklarının kefaretini ödemek için bile isteye kabul etti bu casusluğu kim bilir? Neticede Gülay DVD‘ye ulaştı, o ve kocası yaşlı gözlerle cinayeti izlerken benim aklım Cihangir’in birkaç bölüm önce söylediklerindeydi: ”Beni zor günler için, işlerin başına geçeyim diye yetiştirdiler. Erken büyüdüm ben!” Sevilmek de bir lütuf gerçekten Kaan’ın dediği gibi ve sevgi bu olamaz, olmamalı!
Bu bölüm kısacık bir sahneye, Kaan’ın vurulmasını takiben gerçekleşen Hümeyra – Bahar yüzleşmesine kalbimi bıraktım. Pişmanlığı, sevgisi, acısı, utancı yüzünde; sessizliğindeydi Bahar’ın. Yere çivi çakarmışçasına sert ve kararlı adımlarla sahneye giren Hümeyra “Eğer üzüntünde samimiysen, oğlumu sağ salim getirirsin bana, o zaman özür dilersin benden!“ derken korkusunu, kızgınlığını, üzüntüsünü fısıldar gibi çıkan sesinde, yüzünün her santiminde ve beden dilinde hissettik, Hümeyra’nın. Acıyla gerilmiş yüz hatları Bahar’ı ezdi, iteledi. Nazan Kesal gibi duayen bir oyuncuyu seyretmek her sahnede bir zevk ama ben toplasan bir dakika süren bu sekansın duygu yoğunluğuna özellikle vuruldum. Emeklere sağlık…
Halka kucağımıza bir hediye paketi bırakmadan noktalamaz hikâyesini, malum. Bu hafta da geleneği bozmadı ve Cihangir ‘in ağzıyla soruyu sordu: ”İlhan Tepeli kardeşini öldürdüğü için babamı öldürmüş ama fidye istememiş. Bizi kim kaçırdı, tuzağı kim kurdu; bizi Tepeli’ye kim verdi?”
Benim sorularım da şunlar: Eren Karabulut, Tepeli’nin kardeşini niye öldürdü, Halka’ya niye isyan etti; Hümeyra, kabadayı babası ve Gülay bu bulmacanın neresinde?
Yazan, yöneten, oynayan ve emek veren herkesin yüreklerine sağlık…
Cengizhanla Vekilharç'ın satranç oynadığı 3 yıl önceki bir sahnede Cengizhan, Kaan'ın hapse attırılmasını istiyordu yanılmıyorsam. Cengizhan'ın Kaan'ı öldürtmek istemediği anlamını çıkarmıştım buradan.
Haklısınız, Hümeyra Cihangir den Kaan ın hayatını kurtarması için yardım isteyene kadar ben de aynı şeyi düşünüyordum. Ancak Kaan ın hapse gönderilmesi ve Cihangir in hafızasının silinmesi bundan sonra oldu önce değil. Tamamen Hümeyra nın oğlu ile iletişim kurmasının cezası olarak... En başta verilen emir ölümdü...İlginiz için teşekkür ederim...