Bu Savaşın Kazananı Yok, Herkes Kaybedecek
Yazar: Şeyma Bulut
Yılan ve çiftçi kıssasını bilir misiniz? Zamanın birinde bir çiftçi ve bahçesindeki kuyuda yaşayan yılan bir anlaşma yapar. Çiftçi yılana her gün yemek verecek, yılan da karşılığında bir altın verecektir. Çiftçi uzun yıllar boyunca yılanla olan anlaşmasına uyarak her gün yemek verir yılana, yılan da bunun karşılığında ona bir altın var. Gel zaman, git zaman çiftçi yaşlanır, yılana yemek vermesi için oğlunu tembihler. Bir süre babasının dediğini yapan oğlu yılanın geldiği yerde daha çok altın olduğunu düşünerek yılanı öldürmek ister ve kuyruğunu koparır. Yılan da can havliyle çiftçinin oğlunu sokarak öldürür. Çiftçi sağlığına kavuşunca “ Olanlar oldu, anlaşmamıza devam edelim” der. Ancak yılan bunu kabul etmez ve ders niteliğinde şu cümleyi söyler “Sen de bu evlat acısı, ben de bu kuyruk acısı olduğu sürece biz artık dost olamayız.” İçinden birçok ders çıkarılabilecek bu kıssa, aslında Kuzgun ve Dila’nın bugün yaşadıklarını çok iyi anlatmıyor mu? Kuzgun’da babasının, Dila’da Kuzgun’un ihanetinin acısı olduğu sürece bu ikilinin bir araya gelmesi , birlikte bir yola çıkmaları oldukça zor görünüyor. İlla ki bir noktadan sonra olacaktır ancak Kuzgun’un geçmişin sırlarını özellikle de Dila’nın uyuşturucu paketini Kuzgun’un evine yerleştiren kişi olduğunu öğrenmesinden sonra, tamiri mümkün olmayan yaralar açılacaktır çünkü Kuzgun, Dila’yı çocukluğunun masumiyeti olarak görüyor, o masumiyeti de kaybettikten sonra bir arada durmayı başarmaları oldukça zor.
Kuzgun ve Dila yüzleşmesi sonunda gerçekleşti. İkili eteklerindeki tüm taşları döktü. Dila, Kuzgun’un karşısına dikilerek babasının hesabını sordu. Açıkçası o anlarda bir gülmedim de değil. Dilacım sen neyin hesabını soruyorsun? Ailecek başka bir aileyi perişan etmişsiniz. Kuzgun yıllarını sokaklarda sefil perişan geçirmiş ve sen karşısına çıkıp “Bunu bana nasıl yaparsın?” diye soruyorsun. Sen, nasıl yaptın diye sormazlar mı insana? Sen, nasıl sözde çok sevdiğin arkadaşın o acıları yaşarken Londra’da gününü gün ettin? Kuzgun her gün yeni bir acıyla yaşarken sen nasıl varlık içinde yüzdün? Hani, o bahsettiğin adalet vardı ya, işte o tecelli etti. Bu kadar zoruna gitmemeli. Aslında Dila’nın görmek istemediği gerçeği, Kuzgun yüzüne söyledi. Sen üzüleceksin diye mi vazgeçelim adaletten diye sordu fakat bu konuşmadaki en önemli nokta, Dila’nın Bilgin ailesindeki en iyi insan olduğundan bahsetmesiydi. Bence Kuzgun bunu söylerken çocukluğundaki son masum hatıraya sahip çıkmak istiyordu. Aslında o masum anı Kuzgun’u güçlü tutuyor. Nereden çıkardın derseniz de geçen haftayı örnek gösterebilirim. Kuzgun yediği dayağın ardından yerden kalkmak için tutunduğu anıda vardı. Dila’yla yaşadığı ufak bir çocukluk anısı ona güç verdi. Derinlerde Kuzgun için Dila çok önemli zaten bu sebeple de öfkesi oldukça fazla ona karşı. Yine de Dila’ya zarar vermek istediği kanaatinde değilim. Aksi takdirde neredeyse yalvaracak hâlde gitmesini istemezdi. Kuzgun, Dila’ya değer veriyor ancak geçirdiği yıllar onun duygusal yönünü dinlemesinin önüne geçiyor.
Yaşattığını yaşamadan ölmezsin. Kuzgun yalnızlıkla kavruldu, aynı şeyi Dila’nın da yaşamasını istiyor, bunun ona verilecek en büyük ceza olacağını düşünüyor. Zaten Dila ilk karşılaştıkları andan itibaren yalnız kalma korkusunu oldukça net bir şekilde belli etti. Hatırlarsanız Kuzgun’a istediğin her şey benim, demişti. Burada önce bir egoistlik sezsem de sonrasında düşününce sahip olduklarıyla varlığını tanımladığını düşündüm. Dila, çocukluğundaki son masum hatıralarında yer alan arkadaşını da ailesini de yanında tutma derdinde tıpkı Şermin’e de dediği gibi. Fakat anlamadığı o çok sevdiği babası, çocukluğunda kuşları için eve koşa koşa giden o vicdanlı çocuğu bir canavara dönüştürdü. Aynı anda her şeye sahip olamazsın. Bazen feda etmeyi, doğrunun yanında olmayı bilmek gerekir. Bu doğrular canını acıtsa da olanı değil, olması gereken için mücadele etmek lazım. Dila’nın Kuzgun ve ailesiyle hayalini kurduğu mutlu bir yaşantı sadece onun kafasındaki masal diyarında olabilecek bir şey. Kuzgun’un içinde bulunduğu karanlığı o yılların, çocukluk arkadaşına ne yaptığını göremeyecek kadar rüyalar aleminde yaşıyor. Dila, yüzleşmek zorunda kaldığı gerçeklerle masal rüyasından uyandı. Rüyasını da yine masalında baş köşeye koyduğu adam bitirdi. Kuzgun açık bir şekilde “Ya git ya yan!” dedi. Dila’ysa kalmayı tercih etti. Şimdi bu iki eski çocukluk arkadaşı arasında bir savaş başladı. Bu savaşı Dila’nın kazanması çok da mümkün görünmüyor. Çünkü Dila duygularıyla hareket ederken Kuzgun yirmi yıl boyunca sayıkladığı düşmanlarını, soğukkanlı bir seri katil gibi parçalamak derdinde. Duygularını yok sayarak bu savaşı başlatırken Dila da onun başlattığı bu savaşta korkularının ekseninde adımlar atarak ilerlemeye çalışıyor. Dila’nın bu duygusallığı ve mantığını kullanamaması onu bu savaşın kaybedeni yapabilir çünkü savaşta duygulara yer yoktur. Duygularına hâkim olamayan Dila’nın karşısında, her ne kadar kalbinde sevgi beslese de yıllarca içinde büyüttüğü intikam ateşini doğru yöne akıtıp duygularını yok saymayı bilen bir adam var. Dila, şimdilik ailesi için Kuzgun’un karşısına dikildi. Aralarındaki çocukluk masumiyetinin mi yoksa kuyruk acılarının mı kazanacağını zamanla göreceğiz ancak ben bu savaşın bir kazananı olacağını düşünmüyorum. Tıpkı o çok sevdiğim çizgi romanda Kaptan Amerika’nın söylediği gibi ” Uyandığımda kazandık dediler ancak ne kaybettiğimizi söylemediler.” Bu savaşta biri istediklerine kavuşacak belki ama kazanılanlar, kaybedilen değerlerin yerini doldurabilecek mi? İşte bunu bilmiyorum.
Bu hafta, ikili arasındakilerin işleniş biçimi oldukça hoşuma gitti. Özellikle Dila’nın tam beklediğim gibi davranması haftalar sonra karakteri kafamda bir yere koymamı sağladı. Dila sevdiğini söylediği insanlar için tüm değerlerini, mesleğini ve hatta kendisini feda edebilecek yapıda biri. Babasını kurtarmak adına avukatlığını yakması, ailesini korumak için de nefret ettiği o örgütün başına geçmesi bunun en büyük ispatı. Daha önceki haftalarda gördüğüm partnerler arasındaki uyum sorunu da bu haftaki yüzleşme sahnesiyle birlikte oldukça azalmışa benziyor. Sahnede Kuzgun oldukça sakinken Dila fazlasıyla sinirliydi. Kuzgun’un telefonda “Seni bekliyordum.” demesinin ardından sahnedeki duygu geçişleri de tam yerindeydi bana göre. Onun öfkeyle geleceğini bilen Kuzgun, her şeye rağmen amacına ulaşmanın dinginliğiyle Dila’nın karşısındaydı. Dila, tüm hırsını Kuzgun’a haykırdığı anlarda o sadece onu izledi. Sonrasında yüzüne gerçekleri teker teker söylerken yine aynı dinginliğini korudu. Burada Barış belki bir tık daha yüksekte tutabilirdi ses tonunu ancak çok da fazla gözüme batmadı bu ayrıntı çünkü Kuzgun, Dila’yı bekliyordu ve hazırlıklıydı. Kuzgun gibi duygularını yönetmekte bu kadar başarılı bir karakterin bu sahnedeki tavrını oldukça yerinde buldum. Burcu Biricik’in de sahnede mimik ve jestlerini kontrol ederek Dila’nın içinde bulunduğu ruh hâlini oldukça başarılı bir şekilde yansıttığını düşünüyorum. Uzun zaman sonra ikilinin en beğendiğim sahneleri bu oldu.
Bu haftaki bölümün beni en çok etkileyen sahnesiyse Rıfat’ın tutuklanmasının ardından Kuzgun’un kardeşlerine yirmi yıl önce verdiği pamuk şekeri sözünü tuttuğu sahneydi. Kuzgun, babasını son kez gördüğünde ona, kardeşlerine umut olacağına ve adalet yerini bulduğunda pamuk şekeri yedireceğine söz verdi. Bu sözünü de unutmamış olacak ki tam yirmi yıl sonra adalet yerini bulduğunda kardeşlerine duygusal bir jest yaptı. Kuzgun’un paramparça edilmiş kalbinde kardeşlerine ayırdığı yer çok farklı. Bunu onlara hissettirmemeye çalışsa da aslında onlara olan koruma içgüdüsü oldukça güçlü. Hatta annesine karşı da aynı içgüdüyle hareket ediyor. Kuzgun’un şu anda fark edemediği durumsa bu zaafını artık herkes biliyor. Meryem’i Bora’nın elinden alırken yaptığı hamleyle Kartal’ı döve döve eve götürmesinin ardından hem Bora hem de Ali artık onun zaafını oldukça iyi çözümlediler. Bora, Kuzgun’u annesiyle vurmaya hazırlanırken Ali de Kartal’la atağa geçti. Halbuki Terzi onu defalarca uyarmıştı bu savaşın çetin geçeceğiyle ilgili. Ailene zarar verirsin, tek tabanca olman gerekiyor diye üstüne basa basa söylemesine rağmen Kuzgun maalesef ki bu uyarılara rağmen ailesiyle bağ kurdu. Bu da içine girdiği bu büyük Truva Savaşı’nda onun aşil tendonu olacağa benziyor. Kuzgun oldukça net ve kararlı, planlarını yaparak ilerliyor, düşmanlarını akıllıca tuzaklarına çekip yenilmezliğini ilan ediyor ama zaafları onu oldukça zor bir konuma sokuyor.
Kardeşlerin bir araya gelerek geçmişlerini yad ettikleri sahneler bizlere duygusal anlar yaşattı. Bu kalbe dokunan güzel sahnelerde oyuncular duyguları o kadar güzel hissettirdi ki bir an gözyaşlarıma hakim olamadım. Kuzgun gözleri dolu dolu ” Yiyin, göreceğim.” derken babasına verdiği sözü tutmanın mutluluğu ile kardeşleriyle ilk kez duvarlarını kaldırarak iletişim kurabilmenin hüznünü hem yaşadı hem yaşattı. Bu sahnelerde Barış Arduç gerek duygu geçişleri, gerek duruşu gerekse de ses tonuyla Kuzgun’un ruh hâlini çok güzel yansıttı. Bölüm genelinde oldukça başarılı bir performans sergileyen oyuncunun, bu sahneyle yaşadığı duygusal karmaşayı başarılı bir şekilde ekrana yansıttığını düşünüyorum.
Kuzgun’da artık taraflar belirlendi. Bir yanda Kuzgun diğer yanda Bilgin ve Dağıstanlı aileleri. Kuzgun, Rıfat’ı cezaevine yollayarak bu savaşın ilk kısmının kazananı oldu ancak en tepeye çıkması için oldukça uzun bir yolu var ve tabii ki bu savaşın gizli yönlendiricisi Behram Adıvar… Bilmece gibi gizemli bir adam var karşımızda. Behram Adıvar, Kuzgun’un şu anda tabir-i caizse çomak sokmak istediği sistemin sahibi. O sistemin bozulması durumunda da oldukça acımasız olabilecek biri. Yani Behram’ın da bu durumda Kuzgun’un karşısında olması gerekirken biz ondan farklı bir davranış şekli gördük. Terzi’yle olan konuşmasında Terzi, Behram’ın yerinde gözü olduğu için korkması gerektiğini söyledi. Kuzgun da korkusunun olmadığını, Behram’ı yerinden indirmek ve İstanbul’a hakim olmakla ilgili planlarını anlattı. Ancak Terzi’nin söylediklerinin aksine Behram, Kuzgun’un yaptıklarına rağmen onu oyunda tuttu. Bora’yla yaptığı işe devam etmesini istemesinden de bu çıkıyor. Burada Behram’ın amacı nedir, tam çözemedim ancak Behram Adıvar her kimse bu oyundaki herkesi oldukça iyi tanıyor. Rıfat, Dila’ya ” Bunlar Behram Adıvar izin verdiği için oluyor.” demişti. Behram bir şekilde Rıfat’ı oyunun dışına itti çünkü bu kurulu düzen ona ait ve o çarkın içine girenle oyundan çıkana o karar veriyorsa Rıfat’ın çıkış biletini ondan başkası kesemezdi. Behram gibi düzenine bu kadar önem veren biri, Rıfat gibi önemli bir adamının yerine birini bulmadan onu yok etmezdi. Kuzgun’un gelişiyle Behram’ın beklediği anın geldiğini ve böylece Rıfat’la ilgili kararını verdiğini düşünüyorum. Zaten Kuzgun’un İstanbul’a adım atar atmaz Terzi’nin onun kıyafetini dikmesi ve böylelikle oyuna dahil olması da bunu gösteriyor. Ayrıca Behram’ın herkesi bu kadar yakından tanıması da biraz garip. Bölümü izlerken “Dinleme cihazı mı koydun? Kamera mı taktırdın?” diye sorup durdum kendi kendime. Behram Adıvar, bu kadar uzaktan nasıl herkesi tüm zaaflarıyla bilebiliyor. İşte bu noktada var olan oyunda Behram’la birlikte bir kişinin daha olduğunu düşünüyorum. Bu kişiyi de fazlaca uzakta aramadım açıkçası. Kafamda iki haftadır dönen bir soruyu sizlerle de paylaşmak istiyorum. Bizler bölümler boyunca en ince ayrıntısına kadar her detayı görürken neden hala Yusuf Cebeci’nin ölümüne dair bir şey göremedik. Bu savaş onun uğruna çıktı ancak bu kadar önemli birinin ölümü hâlâ verilmedi. Bu da kafamı fazlasıyla karıştırıyor. Yusuf ve Behram’ın arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyorum.
Rıfat artık bir şekilde oyunun dışında kaldı. Taraflar arasında büyük bir kumar masası kuruldu ve eller yeniden dağıtıldı.Dengelerin an be an değiştiği bu oyunda kimin kazanacağıysa tam bir muamma. Ocean’s Eleven filminde Daniel Ocean kumarla ilgili şöyle demişti ”Kasa her zaman kazanır ancak çok iyi bir el gelip kazanırsan kasayı sen alırsın.” Buradaki kasa hiç şüphesiz ki Behram Adıvar. Kuzgun’un oyunu çok iyi yönetmesi gerekiyor. Eğer eline sahip çıkarsa kasayı alır ancak eline sahip çıkamaz ve aceleci davranırsa kumarın yüz yıllık kaidesi gerçekleşir ve kaybeder. Kuzgun şu anda oldukça doğru adımlar atıyor fakat çok ciddi bir de rest çekildi. Kuzgun karşısında Ali’yi görmeyi bekleyip ona göre plan kurmuşken Dila’yı görünce şok yaşadı. Buradan da Behram’ın Kuzgun’u oldukça iyi analiz ettiği sonucunu çok rahat çıkarabiliriz. Oyun kurucu olarak gördüğümüz Behram herkesin Kuzgun’un zaafı olarak gördüğü Dila’yı bu savaşın tam ortasına attı. Dila, açık açık Kuzgun’a meydan okurken gözlerindeki endişe aslında orada olmak istemediğini ancak mecbur kaldığını haykırır gibiydi. Behram’ın mevcut durumda sadece bu özelliğiyle Dila’yı oyuna sokması oldukça gereksiz bir hamle olur. Behram Adıvar’ın Dila’yla ilgili kimsenin tahmin etmediği bir başka planının olduğunu düşünüyorum. Dila, başından bu yana babasının işlerine uzaktan bakan biri olduğundan babasından boşalan koltuğu Ali’nin doldurması gerekirdi. Ancak Behram Adıvar bir şekilde Kuzgun’la Dila’yı karşı karşıya getirdi. Kuzgun ve Dila şu anda hem düşman hem de iş ortakları. Dila, Kuzgun’un ailesini parçalamasını engellemeye çalışırken bir yandan da onunla ortak olarak çalışmak zorunda. Peki bunu başarabilir mi? İşte ondan şüpheliyim. Çünkü Dila, onun karanlık yanlarına hâlâ hâkim değil fakat Kuzgun Dila’yı oldukça net bir şekilde çözmüş vaziyette. Sadece bu bile Dila’nın giriştiği bu mücadelede onu rakibinin çok gerisinde bırakıyor.
Bir avukat olarak dizilerde en ön yargılı izlediğim sahneler genellikle mahkeme sahneleri olur. Genellikle çok fazla hâkim olunan bir alan olmadığı için yanlış işlenir ve Kuzgun’da da böyle oldu. Yine de usulü bir avukat gibi bilemeyecekleri için adım adım duruşma safhasındaki bazı hataları görmezden geldim. Yani tutuklu sanık, polis ya da jandarma nezaretinde gelir duruşma salonuna. Güvenlik görevlileri de onlarla birlikte olur içeride. Sanık ifadesini verdikten sonra avukat soru sorar. Dila’nın savunmasında da eksikler vardı. Bu avukatları konu olan bir dizi olsaydı şayet çok daha ayrıntılı bir şekilde eleştirimi yapardım ancak tutuklanmanın doğru işlenmesi ve Dila hakkında suç duyurusunda bulunulmasıyla diğer hataları görmezden geleceğim. Çünkü kurgu diyerek bu ayrıntılar verilmeseydi gerçek dışı bir durum ortaya çıkacaktı.Bu ayrıntıların araştırılarak dizide işlenmesi bir hukukçu olarak oldukça hoşuma gitti.
Dizinin rejisi de geçtiğimiz bölümlere oranla daha iyiydi. Kuzgun’da haftalardır şikâyet ettiğim geçmiş ve şimdiki zaman geçişleri geçtiğimiz haftalara göre daha iyiydi. Özellikle pamuk şekeri sahnesinde renkler ve geçişler başarılıydı. Yine sıkıntılar devam etmekle birlikte bir ivme kazandırılmış, diyebilirim. En azından bu hafta izlerken geçtiğimiz bölümlerde yaşadığım kopmaları yaşamadım. Bahadır İnce ve ekibinin emeklerine sağlık.
Uzun bir zaman sonra, bu neden böyle ya da neden ben bunu izledim sorununu yaşamadığım oldukça güzel bir bölümdü. İzlediğim dizilerde genelde ilk üç bölümde tanıttıkları karakterlerin sonradan tümden değişmemesini gördüğümde izlemesi bana oldukça keyif veriyor. Birkaç bölümdür süren karakterlerin davranışlarındaki sallantıların ardından bu hafta, bu karakter bunu yapar ya da yapmaz dediğimiz noktada doğru tavrın yakalandığını gördüm. Dizide asıl savaşa girilme noktasına kadar doğum sancıları yaşansa da bu hafta çok iyi bir geri dönüşle kurgunun toparlandığını düşünüyorum. İlk bölümde anlatılan intikam hikâyesi, oldukça başarılı kondu ortaya. Tüm ekibin emeklerine sağlık.
Yazıma Nazım Hikmet’in bu güzel dizleriyle son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere.
Büsbütün unuttum sеni еminim
Mаziyе kаrıştı şimdi yеminim
Kаlbimdе sеnin için yok bilе kinim
Bеncе sеn dе şimdi hеrkеs gibisin